I
Ben tarih kaleminin yazamadığı yerden Mülteci duygularımla geldim bu tarihe namelere sığmayan dört dilden hepinizi selamlıyorum, muhabbet ile
ben notası bestesi yapılmamış bir sözün arındırılarak yabancı kelimelerden yabancı yazılan cümlenin, yetim noktasında geliyorum. ve mahsun bülbülün kederli ıslığıyla ve gülün bülbüle olan sevdasıyla hepinizi selamlıyorum saygılarla
II
evvela; insanım
iki kolum iki bacağım ve daha uçurulmamış birde kellem var
Karakaşlı karagözlüyümdür ama yakışıklı olduğum söylenemez.
ne sağcıyım nede solcu harita metoduyla hiç aram yok
bozuk yumurta kokusu kokan ispiyoncu duygularım sanatkar olmak çıkarcılığımdır yoktan nakışlı maceramdır bu benim hikayemdir…
III
güneş sımsıcak ekmek misali ellerime düştüğünde bir Pazar sabanın mahurluğunda doğdum
annem bir parça mavi deniz ile kundaklamıştı beni
o gündendir denizin bende ki güzelliği, ve maviliği oysa leğenin rengi maviymiş ben deniz sanmışım
doğduktan iki hafta sonra gözlerim açılmıştı yan komşumuz fahriye teyze söylerdi tıpkı maymuna benzermişim
yani kendisine benzermişim… aman a duymasın… allah rahmet eylesin
emzirirken beni annem hep dalardı bazende, uyuya kalırdı uyandırırken, süt kokan memelerini ısırırdım bazen oradandır şu büyüklük korkum saçlarımı okşarken, hep nemlenirdi gözleri ağlamak geliyordu içinden ama ağlayamıyordu çünkü ağlarsa eğer benimde gözlerim hoyratça çoşardı o zaman…
günler geçtikçe… yavaş yavaş sütten kesildiğini hissediyordum annemin...
artık göz yaşıma anlam vermeye başladım sebebsiz mi ağladım üç yıl boyunca elbette değil…
dört yaşında çözüldü dilimdeki kelepçeler ve anne demeye başladım,
-ağlama bebeğim…
-ben ağlarım anne
-emzik ağzında neden hala ağlarsın…
-büyümekten korkarım anne…
belli ki akıllı bir topraktan değilmişim. anem beni büyütmek isterken ben koca yusufa inat çocuk olmak istiyorum derdim
-Dur bekle yavrum beni dinle
Söyle yavrum, neden çocuk olmak istersin
-Gözlerin görmez mi anne?
-Neyi yavrum…
-görmek istemediklerini…
-bilmezmisin yavrum büyüklük şahlıktır,,
-sen insan doğurdun anne, deniz değil
-Ne biçim bir hayattır yaşadığın.
-Ben daha ne yaşadım ki annem
-Çıkart beni bu girdaptan
durdur içimde kayan toprakaları
tufanlar kopuyor beynimde
söyle neden cocuk kalmak istersin
-Tek sebeb için ağlamak
-Hangi sebebtir böyle vijdansızca
musluklarını açar gözlerinin
-Pişikten. Pişikten annem. Sadece pişikten…
IV
Beş yaşında iki ayak üzerinde yürümeyi altı yaşında küfretmeyi
yedi yaşında bir şeyleri özleyi öğrendim sekiz yaşında, aşağı sokaktaki sümüklü handana aşıktım… dokuz yaşında iğrendim ondan ve vazgeçtim sevdasından
on yaşında babamı tanıdım
uzun boylu kaşın ortasında imza menevişten uzaktı gözleri kar yağmıştı inceden saçaklarına
-Hanım oğlan hangi cehennemde…
-Çocuk olmakta bey
-Neden iş aş peşinden koşmaz hanım
-Çünkü çocuk olmakta bey.
-Bırak artık çocuk demeyi hanım
-Hakikat budur bey…
-Hakikat karın doyurmaz bilmezmisin?
-Hakikat söylersin bey…
V
ilk saçları tarama devri rüzgar ile
ve şekiller vermeye başaladım hayata Taş dedim değil dedim kuş dedim Değil dedim bulutlardan şüphelendim değil dedim ve ressamlıktan vazgeçtim böylece aynalarda…
VI
yoktum ben artık olmayan yerlerde sarı hazanlar geliyordu üzerime büyüyordum artık kahretsin ki büyüyorum
eski ayaklarım eski başım eski midem eski annem değilim ben artık
on bir yaşında
ölüm tehlikesiyim
büyüdükçe büyüyorum ve katili oluyorum çocukluğumun her gün içimde suçluluk duygusunu hissederek adam öldürmüşcesine ve geberirmişcesine Vijdan azabı çekiyordum her sabah ezanından sonra...
ölüm bana yakışmıyor anne ölüm bana yakışmıyor…
VII
on dört yaşıma demir atarken yosunlarını koklattılar hayatın sokak sokak aramaya başladım
boyalim mi abey
parlamasa bedava
VIII
şaşıyorum vallahi bu aşıklara kırlarda hoplayıp zıplamak varken ve deliler gibi sevişmek dururken Kuru kuru ne bakarsınız şehire neylesiniz...
deniz mi sandınız? … benim gibi…
IX
saat dokuzu çeyrek geçiyor heykeldeki kule söyler kız kulesini anımsattı be ikisini de görmedim ama kime ne…
X
ekmek peşinden koşarken hayatı dinledim kaldırımlardan caddelerden, sokakalardan yeşilden, kırmızıdan ve beyazdan şekiller vermeye başladım hayellerime anlamsızca yürüdüğüm yollara, anlam vermeye başladım on altı yaşımda…
imreniyorum
her şeye imreniyorum artık Sokak köpeklerine Yerde ki sigara izmaritine dört yaşında ki çocuğun küfrüne başını gezegenden gezegene vuran sarhoşa ve yolunu bilmiden yürüyen yolcuya çalana, çırpana,
vuruna, vurulana,
XI 15
artık boğuluyordum sığamıyordum bedenime gün geçtikçe, türlü türlü acılar çekkiyordum, ıssız bir yer gördüm mü alırdım yüreğimi ellerime taştan taşa vururdum
nereye kadardı bu duygular veya ne zaman son bulucaktı yaşantım ne zaman bir şarkıyı ıslık yapıp ellerimi cebime koyup kafamı eğmeden yüreyeceKtim
artık ağacımdan kopmalıydım kendi şarkımı söylemeliydim mesela rüzgara bırakmalıydım kendimi bir şey beni kendine çeker
evden kaçacaktım kararlıydım,
gece saat ikiydi,
karanlıktı,
üstüme şu paltoyu alıp
kaçtım,
nefesim çırıl çıplak
heyecandan ölecektim, durmadan koştum, koştum durmadan
ama neden ağlıyorum neden…
XII
buraya
bursa dediler
gümüş kubbeli şehir Yeşil cübbeli nehir
su bakiresi
Bakire meryem ana dediler
ve mülteci korkular yalnızlık duydusu içerisinde renklendirmeden dalgalandırdım bayrağımı yürümeye başladım akşam saatlerinde aheste aheste ve sevişmeleri gördüm sokaklarda ama ben sadece istikamet belirlemeden yürüyordum amaçsızca
bütün renklere sövüp saydım siyah beyaz vaveyla anılarımı hatırlarken gökyüzüne başımı kaldırıp gözyaşımın görmesini istedim yaratanın çünkü içimde isyan bayrağı küfür edermişcesine dalgalanıyordu. renklere…
ve yirmi dört yaşıma lüzümsüz yürüyorum....
Kayıt Tarihi : 20.2.2006 18:57:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!