Nuri Pakdil'e
Beton duvarlar arasında bir çiçek açtı
Siz kahramanısınız çelik dişliler arasında direnen insanlığın
Saçlarınız ızdırap denizinde bir tutam başak
Elleriniz kök salmış ağacıdır zamana
O inanmışlar çağının.
Beyaz, ipek gibi yağdı kar
Bir kız kardan hafif adımlarıyla yürüyüp geçti hayal içinde
Arkadaşlarımı düşündüm, sevgili şeyleri
Sanki her şey bizimle var ve bizimle olacak
Şarkılar çaldı odalarda
Bütün insanları sevmek gerektiğini düşündüm
Devamını Oku
Bir kız kardan hafif adımlarıyla yürüyüp geçti hayal içinde
Arkadaşlarımı düşündüm, sevgili şeyleri
Sanki her şey bizimle var ve bizimle olacak
Şarkılar çaldı odalarda
Bütün insanları sevmek gerektiğini düşündüm
Zaman akar… Ömürlerde geri sayım… Vakitler daralmakta… Yer direnir, sizi yutmaya kararlı. Biz direniriz, yeni neslin imanı mutlaka kurtulmalı! Gökyüzündeki melekler destekler bizi, korur davamızı da bizleri de… Allah, koruyucu kubbesi altına alır bizi, muhafaza eder. Siz ölümsüz çiçeği, Kur’an’ı Kerimi, yani imanı taşırsınız göğüslerinizde. Gözleriniz, kör değildir. Bakarkörler için karanlığın ormanında, imansızların türediği ve kiretmekte olduğu cemiyette, gözleriniz, o gerçeği gören projektör gözleriniz var ya, iman güneşidir! Soluğunuz yani iman hakikatlerini yazmanız ve anlatmanız, umutsuz güzel insanların, gerçeği arayan ama bulamayan, iman etmek isteyen fakat anlayamadığı için inanmakta güçlük çekmekte olan kişilerin gözyaşına silecek; emecek, içecek, kurutup yok edecek. O, sayenizde kurtuluş yolunu bulan kişiler, dünyada da ukbada da ağlamayan, aksine gülen, mutlu kişiler olacaklar.
***
Birazdan Gün Doğacak: O/Nur/lu zamanın gelmesi çok yakın!
Nuri Pakdil'e: İthaf, paravan edilmiş. O tarihte böyle şiirler falan yazılması yasak.
Bir mazlum, hapishanede bir Kur’an tefsiri kaleme aldı. Onun yazdıkları, imanımızı pekiştirecek. O çiçek, göğüslere takılacak. İman, kalplere nakşedilecek. Siz kahraman kişilersiniz, zamanın kısır döngüsü içinde robotlaşan, maddeden başka bir şey bilmez olan, ibadetten uzaklaşan, kendisi için en önemli konu olan imanını dahi kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya olan fakat diğer toplum şekillendiricisi şair ve yazarlar tarafından beyinleri yıkanan kişilere gereken manevi gıdayı sizin gibi kişilerin beyinleri üretecek, o ayak direyen insanların ahretteki durumları konusunda çekmekte olduğunuz üzüntü, içinde bulunduğunuz ıstırap denizinde, manevi gıda hazırlayan keleminiz, onlar için bir tutam başak olacak. O gerçekleri yazan elleriniz, imanlı kişiler yetiştirmek için kök salmış ağaç gibi olacak ve bu karanlık zamanı aydınlatacak. Bir imansızlık devri, sayenizde kapanacak ve bilinçli bir şekilde iman eden kişilerle, inanmışlar çağı başlayacak.
***
NURCU DEĞİLİM. ALLAH diyen herkesi severim.
BETON DUVARLAR: Hapisanedir.
AÇAN ÇİÇEK: Risale-i Nur Külliyatıdır.
NEDEN GÖĞSE: İMAN, yürektedir de ondan...
BUZ YÜZLÜ HEYKELLER: Çağın iman hakikatlerinden habersiz insanları…
YEMYEŞİL BİR RÜZGÂR: İslâm esintisi…
DAĞLARI YERİNDEN OYNATAN SES: Kur’an-ı Kerim’in güçlü sedası…
MERMERİ TOZ EDEN RÜZGÂR: Taşlaşmış kalpleri bile yumuşatan, imana yönelten eserler…
ÂLEMİ DONATAN IŞIK: Kutsal kitabımız, Kur’an-ı Kerim... Onun tefsiri, onun ışığındaki tüm eserler…
TOPRAĞA CAN VEREN EL: Şüphesiz ki HÂLIK-ı ZÜLCELAL… Falat, ülkemizin çoraklaşan toprağına Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinden bazılarını, en güzel biçimde açıklayarak nurlu bir çığır açan bir din âlimi…
ÇELİK DİŞLİLER ARASINDA DİRENEN İNSANLIK: Sanayi Devrimi sonrasında makineleşen dünyanın robotlaşan insanının hayatın çarkına takılıp, dolap beygiri gibi dönüp durur hale gelmesi, maneviyattan uzak kalması, ruhunun besini olan İMAN konularına gereksinim duyması gerektiği halde, gerek vakit bulamaması, gerekse dazıra dazır çalışması gerektiğine şartlandırılması nedeniyle bu açlığın Said-i Nursi Hazretleri tarafından fark edilerek, manevi gıdanın kaleme alınmasına karşı koyan, direnen insan kesimidir.
Etkilenenler, Milliyetçi şair ve yazarlardır. O büyük kaynaktan o kişiler ilham alarak pek çok kitap yazmış, öncelikle imanın, sonra da diğer kültürel değerlerimizin korunması amacıyla bir Milliyetçi akım başlamıştır. O şair ve yazarları biliyoruz. Tekrara gerek yok.
“DİN, inasanları uyutan bir afyondur!” denildiği ve ortadan kaldırılmaya çalışıldığı dönem… Risale-i Nur, o yıllarda, beton duvarlar arasından çıkıp, yayılmaya başlamış, şu anda da dünyayı kaplamış durumdadır.
“Su coşar deniz kabarır canlanır ölü şehirler
Yemyeşil bir rüzgar eser yıldızlar arasından.”
“Ey damarlarımızda donan buz yüzlü heykeller beldesinden
Yıkıntılar sonrası sığındığım şefkat anası
Ey dağları yerinden oynatan ses ey mermeri toz eden rüzgar
Ey alemi donatan ışık toprağa can veren el.”
***
Artık bu şiiri kim olsa açıklar.
'Erdem Beyazıt (1939 - 2008)
1939’da Maraş’ta doğdu. İlkokul ve Lise öğrenimini Kahramanmaraş’ta tamamladı. Yüksek öğrenimine 1959 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde başladı. Geçim zorluğu yüzünden 1961’de öğrenimini devam mecburiyeti olmayan Ankara Hukuk Fakültesine naklederek askere gitti. Askerlik dönüşü fakülte değiştirerek yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi DTCF Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde tamamladı. Edebiyat öğretmenliği, kütüphane müdürlüğü yaptı. İstanbul Türk Musikîsi Devlet Konservatuarı’nın kuruluşu sırasında genel sekreter olarak çalıştı. Daha sonra, Sanayi Bakanlığı İnsan Gücü Eğitim Dairesi Başkan Yardımcısı iken bu görevinden istifa suretiyle ayrılarak Akabe Yayınları’nın ve Mavera dergisinin yönetimini üstlendi. 1984’te Akabe A.Ş.’nin İstanbul’a taşınması kararı ile bu görevini devrederek yeniden memurluğa döndü. DPT’de sözleşmeli personel olarak çalışırken, 1987 Milletvekili seçimlerinde Anavatan Partisi’nden aday oldu. Kahramanmaraş’tan milletvekili seçildi. TBMM’nin 18. Dönem çalışmaları süresince Milli Eğitim ve Çevre Komisyonlarında görev aldı. 1991 seçimlerinde adaylığını koymadı, İstanbul’a yerleşti. Evli ve dört çocuk babasıdır. Tok, kavgacı, destana yatkın bir üslûpta söylenmiş olan şiirlerinde ayrıca ince duyarlılıklar işlenmiştir. İslâmî ton bir “leit-motiv” halinde bütün şiirlerine yayılmıştır.
Aldığı Ödüller: Risaleler; Türkiye Yazarlar Birliği 1988 Şiir Ödülü. İpek Yolundan Afganistan’a; TYB 1983 Gazetecilik Ödülü.
Eserleri: Sebeb Ey İlk şiir kitabı 1972’de Edebiyat Dergisi Yayınları, Risaleler son şiirleri adı altında Akabe Yayınları arasında 1987 yılında çıktı, Şiirler (Sebep Ey ve Risaleler iki kitap bir arada) İz Yayıncılık tarafından 1992 yılında basıldı, İpek Yolundan Afganistan’a:1981’de İran, Pakistan, Afganistan ve Hindistan’ı içeren iki aylık gezi ile ilgili izlenimlerini kitaplaştırdı, Gelecek Zaman Risalesi – 1998 İz Yayınları.
Şiirlerinden Bazıları;
Kuş Sayfaları
Bir tren atılır kurşun gibi geceye
Demir gibi gök yüklü tren karanlığın ürpertisine girerken
Ötede kuşlar derlenir ana olurken bir gün doğumuna
Kent horozlarla uyanır sularla gerinir zamana
geçerken ezanla
Sayfalar sayfa olurken Kuran’la
Bir kuş yağmuru boşanır bilmediğim bir yerden
Bir boranın patladığı bir yerden
Güvercinler
Bir ağaç bir mezartaşını yutuyordu çarşıkapıda
“İçimizde kıpırdanırken İstanbul”
Bir çocuk mabedlerin susamışlığını satıyordu
Sesini hatırlayamadığımız bir su testisinde
Güneş sanki günahımızdı üstümüzde.
Sonra bu güvercinler niye varlar
Bir anıyı yaşatmak için mi
Ölümsüz bir ses mi taşımak için ötelere
Avuç içlerinde camilerin.
O
Evrenin Efendisine
Dünyanın ağırlığına eklesek,
Yıldızları, ayı, güneşi
Yine de ağır basarsın ey kalbim
Ey kalbimin güneşi….
Susmak
Ey sesimi keskin bir bicak gibi
Kininda saklayan cag
Ey sabirla bileyen günlerimi.'
***
imanın uçağı gibi dolaşıyor şiir bir demir yığını olarak tepemde deminden beri bir kuş gibi..
bir enerji santrali,bir petrol hattı,bir telgraf direği arar gibi dolaşıyor..
o konsa ,ben de konacağım konduğu yere ..
erik mevsimi desem değil,çilek mevsimi ya da kiraz mevsimi gibi hiç değil bu şiir..
miks bir alevli bir meyva tabağı diyelim de olsun bitsin..
“Maraşlılık, İmam Hatiplilik, O dönem
Acaba Maraş’ın havasında mı, suyunda mı toprağında mı var? Hani şu, duygu denen şey, şiir kumaşı, düşünce bereketi, yazarlık damarı…
Üstad Necip Fazıl’dan başlayarak sayılır:
-Karakoç’lar, Bahattin, Abdürrahim…(Ben, Sezai Bey Maraşlı değildir ama…, derim.) Özdenören’ler (Rasim ve Alaaddin), Nuri Pakdil, Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu, Arif Ay, İsmail Kıllıoğlu, Osman Sarı, Vehbi Vakkasoğlu…. Hacıbekir Karlığa biraz Maraşlıdır, Ziya Kazıcı Maraşlılaştırılardandır, İbrahim Cücük öyle… Ahmet Taşgetiren tamamlar bu silsileyi…
Üstad, o toprağın çocuklarına hep bir şevk vermiştir.
Ulu Caminin bir köşeciğine sığınmış bulunan İmam Hatip Mezunları Derneğinde Kenan Seyithanoğlu ağabeyin takviyeleri, Vakkasoğlu’nun kitabevindeki sıcak iklim, Nuri Pakdil’in Diriliş okumayanı adam saymayacağına dair te’dipleri… Tarih dersine giren Cengiz Barutoğlu Hoca’nın öncülüğü, Milliyetçiler Derneği’ndeki seminerler, Akif Geceleri, Çanakkale Geceleri, Fetih Geceleri…Ankara’da zaten bir cemaat oluşturan arkadaşlarla geceler boyu yapılan sohbetler… Risale-i Nur medreseleri…
Babam, eve Şevket Eygi’nin Yeni İstiklal’ini alırdı. Biz İmam Hatip’te daha çok Büyük Doğu okuduk, “Her sayısını heyecanla beklerdik” sözü, Büyük Doğu için bir mütearifedir. Biz de öyleydik. “Acaba Üstad kapağa ne koydu bu sayıda?” merakı hep var olagelmiştir. Bu arada Konya’dan gelen Oku ve Yeni Ümit girdi hayatımıza… Ama daha çok Diriliş… Diriliş’i hep okuduk, paylaştık arkadaşlarımızla… Sezai Karakoç’un şiirleri, düşünceleri uzunca sir süre düşünce dünyamızda deveran edip durdu. Sezai Bey’in Babıali’de Sabah’ta çıkan “Sütun”larında heyecan duyduğumuz cümleleri paylaştık arkadaşlarımızla… Daha sonra İslam’ın Dirilişi, İslam’ın Ekonomik Strüktürü kitapları farklı bir sistem arayışımıza denk düştü. İslam Enstitülü yıllarda Kıyamet Aşısı’nı, Vehbi Vakkasoğlu ile daha geniş kitlelere nasıl tanıtabiliriz çabalarına giriştik, ama çok ilerleyemedik… Hala Diriliş’in özgün çizgisi içimizdedir.
O günlerde Karanlık Gecelerin Nurlu Sabahı isimli kitap, heyecan boyutuyla dolaşmıştı aramızda. Risale-i Nurlara başlamıştık Küçük Sözler’den, Tabiat Risalesinden, Gençlik Risalesinden…
Mehmet Akif ve Safahat; Yahya Kemal…
Mevdudi, Seyyid Kutup, Muhammed Kutup geliyordu yavaş yavaş… Muhammed Kutup’un 20′inci Asrın Cahiliyyeti isimli kitabı… Mevdudi’nin İslam’da Devlet İdaresi isimli kitabı…
Büyük Doğu’dan ayrı olarak Necip Fazıl’ın Çile’si, Reis Bey’i, Bir Adam Yaratmak’ı, Nureddin Topçu’nun kitapları… Peyami Safa’nın, Samiha Ayverdi’nin romanları… Kadir Mısıroğlu’nun kitapları…
Sezai Karakoç’u anlamak için bile başkalarını anlamamız, ondan yola çıkıp kendi sentezlerinize ulaşmanız gerekiyordu.
Sartre, Camus, Dostoyevski… Balzac, Standal, Şekspir…
“İkra” diye başlamış ilk ilahi mesaj… Onun için okumaya devam… Kur’an’ı, hayatı, kainatı… Her şey Allah’ın ayetleriyle dolu… Hani “Bütün kitaplar bir kitabı anlamak için okunur” denilmiş ya… Okuya okuya, Allah’ın ayetleri içindeki seyrimiz daha anlamlı hale geliyor.
Rabbim, okumaktan ayırmasın…”
Kaynak: http://www.ahmettasgetiren.com.tr/mulakatlar.php
Sorumu cevapladığınızda, tam isabet, on ikiden vurduğunuzda, şiir açıklanmış olacak.
Haydi, yardım edeyim... O yıllara gidin... Neler olmuştu o yıllarda? En önemli ne olmuştu mesela? Nasıl bir çiçek açmıştı, beton duvarlar arasında?
BETON DUVARLAR ne demektir, önce?
Sonra, ÇİÇEK... Ki o ÇİÇEK, göğse takılır. Göğse takılmasının sebebi nedir? Neden saça falandeğil de göğse?
Şımaralım, gerekiyorsa. Kime ne? Yeter ki sıkıntılı geçmesin dersimiz. Öyle değil mi esprisever öğretmenim? Hem şimdi, gecenin bu saatinde uyku basmıştır herkesi. Bir sütlü kahveye ne dersiniz?
Dersiniz veya demezsiniz, dersiniz İMAN!.. İlk dersiniz...
Öyle demiş şair.
Gerisi vesair...
***
***
***
insan ve medeniyet hareketi....şiirin üzerine oturduğu formattır bu...
Bu nokta , hangi teorik analizlerden geçerek gelmiştir bugüne..
*medeniyyet kelimesinin irdelenmesi ne şekilde olmuştur şiirin şairinin mensubu olduğu fikir ve aksiyon cephesinde...
*Nurettin Topçu..Saadettin Elibol...Samuel Huntington...
Oswald Spengler..Arnold Toynbee....bu yazarlar da var desem mesela bu şiirin içinde
*medine ile medeni arasındaki bağ
*umran kelimesinden uygarlığa olan yolculuk...ibn i haldundan el alan cemil meriçin ansiklopedist yorumları...
*şehirli anlamına gelen arapça medeni sözcüğünün yerine kullanılan uygarlık söcüğünün Türklerin kültür ve sanatta ileri giden bir yapılanması olan uygurlardan ilhamla uygurluk ve daha sonra uygarlık oluşu...
*mimarlık ,medeniyetin tecessüm eden şeklidir diyen ahmet hamdi tanpınar analizleri
*balkonları, kendi medeniyetinden kabul etmeyen sezai karakoç
kısa kısa başlıklarla şiirin arkasında sürüp giden serencama dair notlar düşmek istedim....
'Beton duvarlar arasında bir çiçek açtı'
SORU: Nedir bu BETON DUVARLAR ARASINDA AÇAN ÇİÇEK?
***
'Bir bilmecem var çocuklar!'
'Haydi, sor, sor, sor!'
'Çayda, kahvaltıda yenir...'
'Acaba nedir nedir?'
'BİSKÜVİ deyince akla...'
'Tamam, şimdi buldum!'
'Hemen, onun adı gelir!'
'BAHÇELİ, BAHÇELİ, BAHÇELİ...'
'Yok yahu! O, öyle değildi. Fakat, ETİ kemiği olan bir şeydi. Desem, reklama falan mı girer mi acaba?'
:)
'Ey damarlarımızda donan BUZ YÜZLÜ HEYKELLER BELDESİnden
Yıkıntılar sonrası sığındığım şefkat anası
Ey dağları yerinden oynatan ses ey mermeri toz eden rüzgar
EY ALEMİ DONATAN IŞIK toprağa can veren el.
Çatlayacak yalanın çelik kabuğu
Sizin bahçenizde büyüyecek imanın güneş yüzlü çocuğu.'
Uykusuz gecenin sabahında GÜNEŞ doğmadan uyuyamadım.
İMAN söz konusuysa, akan sular durur! Her şey ama her şey KABRİN KAPISINA KADARdır. Sadece İMAN ve AHSEN-Ü AMELA kabrin içine girer. İlk soru İMANdandır. Derslere sıkı çalışmak, KÂİNAT KİTABInı okumak lazım.
BUZ YÜZLÜ HEYKELLER BELDESİ de geçicidir. Ortam önemli değil, fikriyat önemlidir. Bence PUTLAR, PUTLAŞTIRILANLAR ve onların FİKİRLERİ, köklü bir imanı söküp çıkaramaz. En şiddetli kasırgalar, yüce dağlardan ne koparabilir?
***
Bu şiir ile ilgili 88 tane yorum bulunmakta