Birçok kez seni bende buluyordum…
Her gidişinin ardında bütün arayan bakışlarım sendi…
Alışkanlıktı belki bu…
Bir yüz…
Bir çift göz…
Bir ses…
Hepsi sen dönünceye kadar ben olurdu…
Belki bu kaçışlar anlamsızdı, belki de her kaçışından, dönüşün de anlamsızdı…
Ama
bir gerçek vardı… Ses… Sesler… Vardı…
Seslerimizin çarpışmasıydı belki de bizi birbirimizin kayıplıklarında aramamızın anlamsızlığı…
Bir yosunlaşmaya karşı koyuştu bu sevgide…
Kaybolamamak, birbirimizden belki de bu kokuların birbirini arayışıydı…
Her kaybolan bir koku, arayışlara sokardı bizi birbirimizden…
Ve
bu yüzdendi ben beni hep sende arıyordum…
Bunun nedeni yoktu.
Belki de bir nedensizliğe aşık ruh birleşmesiydi senli yaşamı arayışım…
Her sabah gözlerimi açar açmaz uzaklar mıhlanıyordu gözümün dingiline…
Uzaklar olmalı diyorum…
Bana var olan uzaklar…
Oralarda olmalıyım, beni, kendimi, kendim gibi, ben gibi seni aramalıyım…
Buralar artık bana dar…
Biliyorum ki buralarda yoksun. Biliyorum ki belki de uzaklarda yoksun…
Bensiz…
Ben nasıl buralarda yoksam sensiz, ben nasıl ki uzaklarda olacaksam bir ben, bir benle de sen, uzaklardasın…
Uzaklar dikiliyor gözlerime…
Uzaklarda kayboluyor gözlerim…
Uzaklara gidiyor hep içim…
Belki de bir kayboluş sevdası,
bu…
Belki de yakalanmak senli benli kadere…
Olmayacağını,
olamayacağını bilerek…
Kabuğu yarılmış bir yeşil kestane sanki buruk, çatlayacak…
Ve
Ayrı şekilde, ayrı renkte bir değişim olacak…
Yeşilden kahve rengine,
yeşilden yalnızlığa,
yeşilden kilitlenmiş bakışlar,
sensizliğe,
bile bile arayışa, uzak yalnızlığa… Değişerek, değişime uğrayarak uzaklaşacak kendinde…
Beni anlıyor musun?
Ben seni değil,
bir ben, beni arıyorum…
Yalan mı söylemiştik hep birbirimize?
Hani “biz” derdik ya ikimize…
Hani sen,
hani ben,
biz gibiydik ikimizde…
Yan yana, diz dize, avuç avuca…
Adına sevda denmişti,
biz ikimizin adına…
Oysa,
ne sana yaradı, ne de bana yar olabildi bu sevda…
Sadece bir kelimeyle kalabildi içimize…
Bir de onu alsaydın, silseydin beni giderken…
Ben nasıl sildim ki seni böyle…
O ufacık aralık kalmasaydı içimizde, rüzgâr alıp götürecekti bizi, çatlamış toprakların bir yarığına…
Toprak bu,
elbet bizi de saklardı…
Sadece bilmeni istedim ki, bu ruh seni uzaklarda da arıyor, dön gel diyemeyeceğini de bile bile…
Sade bir bakışa mahkum olan bu gözler donuk bakışlarla arayışlarda şimdi…
Paylaşmak istemediğimizdi belki de şimdi vay be hayat dediğimiz…
Uzaklarla köşe kapmaca oynadığımız biz, ikimizin hayatıydı bu…
Belki de bizi pişmanlıklarla kovalayan…
Acılarıma bakıyorum, için için parçalandığını, süzüldüğünü, damıtıldığını görüyorum kendimin…
Biliyorum ki sen de görüyorsun, çektiğim acılarımı…
Okuyorsun yazdıklarımı, benim senin yazdıklarını okuduğum gibi…
Gülüyorsundur sinsice, çektiklerimi görünce. Ayaklarının tabanlarını kaşıyorsundur ve “ ben okumam ki yazdıklarını” derken göz ucunla sayfalarımdaki kelimeleri ardaşık yaparak “ gelmeseydin bana” derken, sinsi bakışların kurutuyor belki de ıslatıyordur sayfaları…
Büyük haz duyuyorsundur sürünüşümü okumakla…
Ama yanılıyorsun,
sen özgüvenini kaybederken, ben yalnızlıkla güçleniyorum…
Her acı cümlesiyle ruhumu kanatıyorum...
Ki
dursun bu mor damarlardaki akış... Ben seni sevdim, hem de bir arkadaşımın dediği “sen onu tutkuyla sevmişsin” gibi sevdim seni...
Yoksa bu iç güveni bulamazdım kendimde...
Her geçen yıla dağılan acılardır ki, her an biraz azalan...
Bu da tutkuyla sevmenin bedeli olsa gerek...
Oysa ne kolaydı ağlar gibi yaparak ağlamak ama
bu senin taktiğindi
ağlayarak ağlatmak...
Hasretin içinde dağılanlarla, hasret mezarlığına gömülenleri düşündüm…
Çocukmuşum o zamanlar…
O kapısı zor açılan eve girerken oysa çıkışı ne kolaymış…
Oysa girilemeyişiyle, çıkışı arasından geçen zaman belki de yüzyılla tarif edilen bir hasretle yazılırmış…
Sen bir kendini sevmişmişsin meğer, bense ben gibi seni…
İşte bu zar ediyor beni…
Kolay unutuluyormuş ve kolay gidiliyormuş meğer…
Zar olan ben, darda kalan ben, zorda güreşen ben…
Ve
hayat zor artık bana… Ve hayat zar ediyor beni…
Güzel günler olacak önümüzde, gelecek günler hep güzel olacak deriz de, geçmişi hep güzelleştireceğiz deriz de, gelecek de bir gün geçmiş olacak böyle yaşamla…
Bu yaşadığımız zaman da hep gelecekteki gün olacak bir gün…
Dünler… Bu günler… Yarınlar… Hep gelecek olmayacak mı… Sevinçleriyle… Acılarıyla… Hep gelecektekilerle yaşamımız olmayacak mı… Tabii ki yaşayabilirsek…
Belki eski bir şarkıdır O şimdi çok uzaklarda kalan… Ve Onu tarif eden…
Bir ben, bir O ikimizi tarif eden…
Olsun eski şarkılar da hep çok güzel, pek çok güzel değil mi ki?
Kayıt Tarihi : 10.11.2009 11:43:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!