Bir Varmış Bir Yokmuş Şiiri - Ercan Demirci

Ercan Demirci
217

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Bir Varmış Bir Yokmuş

Somon balığının hikayesini dinlediğimde başladı her şey.
Yıldızlara yeni ve yalın anlamlar yüklemiş, geceyi yeniden tanımlamıştım.
Oluruna bırakmıştım her şeyi.
Beni üzen, burkan, düşündüren her şeyi.
İş olacağına varır derdi ya annem, öyle işte.
Ruhumun bölünmez bütünlüğüne zarar veren her neyse onu bulup yok etmeliydim. O, ruhumu bütünüyle yok etmeden yapmalıydım bunu.
Artık acılardan ilham almaya paydos!
Yokluklardan kanaat etmeye paydos!
Ölüm duru bir alınganlıkla girmeden can evime, sebepsiz yutkunmalara paydos!
Çetin bir yolculuktu beni bekleyen.
Her an aklımda olacaktı ölüm.
Her an yanı başımda.
Her yeni bilgi yüreğimde yeni yaralar açacaktı.
Bilinçaltım isyan edecekti.
Ta ki somon balığının hikayesinin dinleyinceye kadar.
Bir kurbağa için gökyüzü neyse, benim için de hayat öyle bir şeydi.
Anneler, babalar ve çocuklar birbirlerini severlerdi öylesine ama ölesiye.
Dedeler torunlarına damıtılmış sevgilerle dokunurlardı.
Ay doğardı cırcır böceklerinin berbat şarkıları üstüne.
Kart ekmeğe peynir koklatır kahvaltı yapardık biz.
Okumayı yazmayı öğrenirdik atalarımızdan.
Adam olmanın hayalini kurardık varoşlarda, kantinlerde, okul tuvaletlerinde.
Adam olurduk gizlice.
Dayak yiyen, korku büyüten adamlar.
Sigara içerken yakalanan sahte adamlardık.
Kur’an öğrendik.
Günahı sevabı bildik.
Helal haram, Sübhaneke, Elemtere.
Her türlü konforun bulunduğu cenneti vardı Allah’ın.
Cehennemi vardı günahkar kulların ikametine ayrılmış.
Bir tür ıslahevi.
Allah’ı düşündük, cismini ve resmini hayal ettik.
Babamın esmer yüzü belirdi günahkar gözlerimin önünde hep.
İlk cinayet hikayesini yedi yaşımda duydum.
Komşu köyden yaşlı bir kadını bakır güğümleri için öldürmüşlerdi.
Ölümü ilk kez o zaman duymuş, gülüp geçmiştim.
Bir kuşun ölümü kadar basitti uzakta birisinin ölümü.
Sapanımla öldürdüğüm serçenin ölümü kadar bile üzmemişti beni bakır güğümleri için öldürülen yaşlı kadının hikayesi.
Çocuk yüreğimin hüznünü taşıyamazdı gözlerim de bazen ağlardım içli kadın ağlamalarına, erkek ağlamalarına.
Olmamış böğürtlen tadında bir tuhaf duygu kaplardı içimi.
Adı hüzünmüş, öğrendim.
Sonra unuturdum dinlediğim hikayelerin çoğunu.
Eski adamlar, efendiler, hacılar, ağalar, paşalar... hepsini nasılsa unuturum rahatlığıyla dinlerdim büyüklerimden.
Kahrolsun büyükler çetesini bile kurduk.
Babamızın ölüsünü getirene üç samsun 216 va’d ettik.
Vaadimizi yerine getiremeyecek olsak da bu büyüklükte bir cesaretin sahibi olduğumuz için çete mensupları olarak birbirimizi Temmuz hararetiyle kutladık.
Ve bütün bunları gerçekten yapmış olmamızdan korktuk.
Güzel günlerin hayalini kurarken bile cömert davranamadık.
Uçsuz bucaksız hayallerden sonra yaşanan sınırlı gerçeklerin acımasızlığına sitem etme hakkımızın olmadığını bilemedik.
Kandil gecelerinin huzurunu yaydık bütün bir seneye.
Ramazan Yortumuzu tebrik ettik şeker ve baklava ikramlarıyla.
Ne garip yaşantımız vardı bizim ey ulusum. Kim ne derse desin korkunçtu yaşadıklarımız.
Sonra günler kendiliğinden geçti gitti vefasız dostların gidişine benzer bir gidişle. Sıradan günler yaşadık.
Sıradan korkulara çanak tuttuk.
Yüce amaçlar icat ettik.
Führer'lerimizi karga olmaktan kurtaramadık.
Gerçek yol göstericileri ise taşladık.
Ben niye böyleyim diyerek dostlarımızdan umduğumuz yardımı bulamamışlığın üzüntüsünü haykırdık aynalara.
Neden acaba insanlar atları sever görünürler?
Atlara bu iki yüzlü ilgi neden?
Korkarım Çehov'un 'Atlarla İlgili Soyadı' öyküsünü bile okumadan, atlara dair pek çok şey bildikleri hususunda da caka satmaktadırlar bir çoğu.
Korkarım.
Atlardan korkarım.
Bu korkuyu anlatamam.
Kuyruk ve yele.
Toynak ve tırnak.
Gevşemiş bir eyer.
Salıncak çekiciliğinde bir üzengi.
Deeh.
Atlardan sahiden korkarım.
Sadece atlardan mı?
Yaşlanmaktan da korkarım.
Toprak olmaktan, artık yaşamıyor olmaktan, üstünde günah işlediğim toprağın intikamından da.
Kimindi o şiir?
Ölen ağabeyinin öldüğü yaşı geçip de kederini dizelere döken kardeşin şiiri.
Ben şimdi senden büyüğüm diyordu şair.
Ne garip duygu idi.
Senden büyük olmanın utancını nasıl taşırım kardeş yüreğimde demeye getiriyordu.
Ölüp gittiğimizde bir gün, adımız konacak, sadece adımız bebeklere.
Duvarda resmimiz sanki yıllardır oradaymış gibi asılı duracak.
Ne varsa bizden geriye kalan, hepsi bir düğüm atacak tanıdık yüreklere. Aracılığımızla dost olanlar her karşılaştıklarında bizden yani sizden yani taze ölülerinden, ortak acılarından söz edecekler.
Zaman merhem olmaya yüz tuttuğunda ise ölüm yıl dönümlerinde hatırlanacaksınız. Resmi bir sıfatınız olduysa eğer.
Vi ay pi idiyseniz bir zamanlar.
Mükemmel bir kurguyla ölüyoruz.
Bilinç ve ölüm.
Ne hoş!
Nahoş.
Ne acımasız.
Ve ne adil.
Başkasının ölümünü kabullenen bilinç; kendi ölümünü unutan bilince karşı kurgulanmış.
Bu kusursuz düzenek içinde yol alan biz ölümlülerin tarihi de kan ve gözyaşıyla yazılmış.
Ne tuhaf ölümlere tanık olmuşuz.
Agatha Christie' ye ilham kaynağı olan türlü ölüm biçimleri icat etmişiz biz ölümlüler. Sherlock Holmes' u çıldırtan esrarlı ölümlerin alnına imza atmışız biz dünyalı faniler.
Sen varsan ölüm yok, ölüm varsa sen yoksun.
Hayat tuhaf önermelerin bizi rahatlatmaya çalıştığı bir laboratuvar ortamı mı?
Sanal bir durum mu yoksa?
Acıyı büyüten ve yücelten ölümlüler değil mi?
Hayal edin; bir trafik kazasındaki demir ve teneke yığını arasında sıkışan insanın - hadi bir bacağı da kopmuş ve yanıbaşına düşmüş olsun- acısını.
Ne korkunç değil mi?
Değil! Depremde enkaz altında kalmış, toz toprak ve acı içinde iğne deliği kadar bir aralıktan nefes alıp sesini duyurmaya çalışan bir annenin –hadi iki çocuğu da hemen oracıkta can vermiş bir anne olsun bu- acısını.
Ne trajik değil mi?
Hayal edebildiniz mi?
Yoksa şu an okuduğunuz şeylere gülüyor musunuz?
Biri ya da diğeri hiç fark etmez.
Siz bir ölümlüsünüz ve en orijinal final sahnesini sizin oyunculuk gücünüz dolduracaktır.
En güzel ölüm sizin ölümünüz olacak.
Kim bilir belki de en berbat ölüm düşecek sizin payınıza.
Yaşamak düşünmekten evladır.
Yaşamak düşünmekten daha az acı vericidir.
Ve yine yaşamak ne hazindir ki düşünmekten önce gelir.
Anlatılamayan şeylerin izahıdır yaşamak.
Sözün acziyetine karşı yaşamın gücüdür insanı acılara dirençli kılan.
Aslında herşeydir ölüm.
Varlıktır, yokluktur.
Ölümün zihnimizde beliren bir karşılığı yoktur.
Her şeye rağmen hayat devam ediyor sözü sözlerin en korkuncudur.
Başka hayatlar uçup giderken inançlarının; cennetine, cehennemine, boşluğuna, karanlığına kendi hayatımızdır devam eden.
Çocuklarınızın saçlarına şefkatle ve hamiyetle dokunan ellerin sahibinin gözlerindeki elem yansımasını düşünün bir.
Hala kabul etmiyor musunuz ölümün her gün kapınızı çalan can sıkıcı bir ahbabınıza benzediğini?
Bir gün pılısını pırtısını toplayıp evinize yerleşir korkusuyla iyi davranmadığınız, yok saydığınız, gülüp geçtiğiniz yılışık bir dosta benzediğini?
Renkleri bırakarak gideceğiz arkamızda.
En çok sevdiğimiz açık maviyi gökyüzünde öylece asılı bırakacak ve gideceğiz. Suyundan kana kana içtiğimiz pınarı yalayan rüzgar, biz hala hayattaymışız gibi, hissettirmeden yokluğumuzu esip duracak tüm vefasızlığıyla memleketimizin dağlarında.
Yokluğumuzun kederi hiç yansımayacak kuşların cıvıltılarına.
Somon balığının hikayesini dinleyin bir yerlerden.
Başa dönün ve çoğalın ey ölümlüler.
Kurgunuza sadık kalın.
Sözlerinize.
Ki akıntılar size vız gelsin.
Sular tersine aksın.
Ölüm size hoş gelsin.

Ercan Demirci
Kayıt Tarihi : 2.3.2017 16:46:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Ercan Demirci