Gökyüzü, solgun bir mendil gibi
yorgunluğunu sarkıtıyor dağların ucuna.
Sessizlik, ince ince yayılıyor
kurumuş otların arasından obanın yüreğine.
Yosun tutmuş taşlar,
günün ağırlığını sırtında taşıyor.
Koyun sürüsü dönüyor yavaş yavaş ağıla,
her adımda tozla yoğrulmuş bir günün yankısı.
Çıngırak sesleri,
zamanın nabzını vuruyor akşamın göğsüne.
Ufukta al bir kızıllık var,
sanki güneş, yanık bir destanının sonlarında,
elindeki mendille uğurluyor sonsuzluğu.
Rüzgâr, yamaçlardan sızıyor içeri,
bir ninenin gözyaşlarını
yün iplikle sarar gibi,
yavaş yavaş dokunuyor.
Sis, obayı sarıyor usulca,
bembeyaz bir kefen gibi,
bir vedayı örtercesine,
bir yorgunluğu dinlendirircesine...
Bir kuş,
kanat çırpışlarıyla
göğe hüzünlü bir hikâye yazıyor.
Gece hükmediyor,
Dağların sırtı suskun,
bir mezar taşı gibi dimdik,
bir dua gibi eğilmiş.
Neden bilmem,
dağların gölgesi bile konuşmuyor,
bu akşam benimle.
Toprak,
günün alnındaki teri
ana eliyle siliyor gibi.
Gölgeler,
kararmış yorganlar gibi seriliyor toprağa.
Çobanın kavalı susmuş,
ne bir türkü sızıyor rüzgâra,
ne bir ağıt düşüyor geceye.
Virane bir evin penceresinden ışık sızıyor
Bir tas sıcak süt buğuluyor,
Bir parça yufka örtülüyor bezle.
Ve bir çift çocuk gözü,
meraklı ve özlem dolu,
dağların ardına bakarak
bir masalın başlamasını bekliyor.
Bu akşam,
hiçbir masal anlatılmıyor.
bir sır saklıyor gece,
Ve bu sırrı dağların kalbine gömüyor.
S.GÖL
Kayıt Tarihi : 8.7.2025 07:16:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!