Bir Ölüyle Konuşmak Bunlar

Mustafa Yılmaz 4
765

ŞİİR


17

TAKİPÇİ

Bir Ölüyle Konuşmak Bunlar

Oturmuş kalem elimde sana bunları neden anlatıyorum?
Dar zamanlar yaşıyorum…
Hata üstüne hatalar yapıyorum. En büyük hatam, seni vazgeçilmez sanmam oldu her hâlde…
Nefes almalarımdan, seni düşündüğüm her anı yazma çabam niyeydi?
Neden hep düşüncelerimi seninle ilişkili kılıyorum? Neden hep sanki geçmişe hayranmışım gibi biteviye seni anlatıyorum?
Aslında her anlatışım senin güzelliklerinle dolu, yaşamımın kesitlerini döküyorum cümlelerle gözümün önüne… Her cümlem senden bir parçamı alıp koparıyor kağıtların üstüne…

Bu kadar vazgeçilmez olduğunu düşüncemden uzaklaştırdıkça hayattan koptuğumu sanıyordum…
Yanılmışım…
Her cümlem, senin o kadar vazgeçilmez olduğunu kanıtlıyordu bana…
Bu yanılgıların içinde dolandıkça her an, her an zamanı hayatımdan kopuyordum…
Beni, en iyi sen bilirdin, en iyi sen anlarsın…
Her cümlem hep, hep seni anlatırken, çoğu zaman ben bile kendime aciz kaldım…
Her şeyin seninle başlayıp seninle biterken, bundan en büyük zevki sen alırdın…
Sevmek böyle gâvuruna bir his… Bir taraf kıvranırken diğer taraf sevildiğini sanıp haz duyar…
Bunu ben yaşar ve kıvranırken numarasız çalan cep telefonun mor ışığının yanıp sönmesi içimde sensindir hissini uyandırırken, aldığın haz, benim endişem ve acı başlangıcım olurdu…

Artık önemsemiyorum desem yine hata mı ediyorum?
Darmadağın olmuş düşüncelerim, darmadağın yaşamlara atarken beni, yine hatalarda mıyım?

Korkunç bir düşünce seli oldun bende…
Artık varlığınla yokluğun bile acı veriyor bana…
Söylenmemiş ne kadar cümle ve düşüncem var bilmiyorum ama hâlâ vazgeçilmezim değilsin, sadece şaşkınlığımın, acılarımın nefrete dönüşmesi beni kirletiyor…

Çok sevdiğim, uğruna hayatım feda dediğime, şimdi nefret ve kine dönüşen hislerim, için üzülüyorum, kin ve nefret benim içimde hiç oluşmamıştı, ne kadar yabanıl bir düşünce bu, inanılmaz bir güç veriyor bana, cümlelerimin sertleşmesine nasıl engel oluyorum şaşıyorum hâlâ…
En iyisini sen bilirsin benim yumuşak karnımın, merhamet olduğunu… En iyi sen bilirsin bu kısmımdan vurulabileceğimi, en iyi sen bilirsin ağlamalarınla nasıl perişan olup, gözümün hiç bir şey görmediğini, en iyi sen bilirsin göz yaşların ile her şeyi feda edebileceğimi, en iyi sen bilirsin, senin için hayatı terk edebileceğimi…
Olmadı, yanıldım veya buna sen izin vermedin ve yüzüstü bırakıp yalnızlığa atarken beni, hangi hesaplarına ve hangi amaçlarına kurban edildim…

İşte sorun bu soruda, sebebini bilmediğin bir olgu için savaş vermek kendinle…

Ne görülmez savaş sebepleri varmış ve ne amaçsız savaşlar olurmuş…
Ben kendimle kim için, ne için, kimler için savaş veriyorum?
Bu darbelerin şiddeti ne, bu darbelerin silahı ne, neyle karşı koyar bedenim?

Yüreğim amaçsız uğraşlarla eskiyor…

Ben senin ne isimsiz kahramanın, ne de gizli macerandım…
Ne de kaybedilmişliklerini geri getiren zaman doldurucundum…

Boşluk doldurmak için görmüşsen beni bil ki boşluğun büyümüş hâlde ta diplerdesin hâlâ, sığınaklar dağıldı, yaşayabileceğin şehirler daraldı…
Atlayacağın boşluklar çoğaldı…
Acımasız yaşayacağın zamanlar çoğaldı…
Ve yalnızlığa terk ettiğin beni sanırken, yalnızlıkların içinde bir kurban oldun… Bunu sen de biliyorsun, en az sen de hissediyorsun benim gibi…
Hadi birileri beni mecbur etsin şehirleri dağıtmaya,
hadi artık birileri beni mecbur etsin ateşe atlamaya,
hadi artık birileri tekrar sevmeye çalış desin,
hadi artık onun için bedenimi feda ederim, dedirtsin bana…

Hadi artık sevmenin bedeli vardır yaşa desinler bu bedelle bana…
Ve hayatın kalan kısmını seni severek dar yaşa desinler bana…
Hadi düşünme onu,
hadi düşün yine de olur desinler,
sadece bir nefret doğar içimden ve bu nefret imgelere sığmaz ve bu nefret beni çok aşar…
Sen benim hatamdın, seninle yaşadığım her şey hataydı…

Ama yaşadık, belki de pişman değilim, beklisi de fazla…
Sadece sen benim gizli bir sızımsın artık, özlediğim, nefret ettiğim, kusmalarıma sebep olan, gülmelerimin başı olan, gene de sevdiğim, ama uğruna ölemeyeceğim, ters bir girdapsın sen…

Seni unutabilmem için dua ediyorum, belki sen de benim için dua ediyorsundur…
Unutmadım iki dudağımın arasından çıkacak kelimeleri beklediğini, sevgi nankörleri sevmez derken bile utandığımı hisset… Dediğin gibi… Ne zaman seni düşündüğümü hissedersen ben de o hislerin içinde olurum, ama artık güzel günler çok uzakta kaldı, en az sıkıntılı günleri yaşamak için uğraş veriyorum…
Bu sana ne ilk ne de son sözlerim olacak belki de ama yavaş yavaş uzun yılları alsa da bitirmeye çalışıyorum seni bende… Ama bitmiyorsun be gülüm…

Gözlerim büyümüş, içine kan bürümüş dalgın bakışlarla, yorum gücünü kaybetmiş, bir beynim var ve artık seni özlemiyorum…
Rahat bırak artık sensizlikte kıvranan ruhumu…
Sensizliğimi koz olarak kullanıp, beni deşmekten vazgeç, artık…
Hangi gelecek yıldır ki bilmiyorum senden kurtuluş anımı…
Geçmişin bütün arsızlığı ruhumun üzerinde…
Artık ağır geliyorsun bana…
Etrafıma bakıyorum…
Kalabalıklarıma…
Yalnızlığıma…
Sessizliğime…
Sensizliğime…
Seni çok seviyorum diyenleri duyar gibi oluyorum…
Uğruna ölebilecek, uzvunu benim için verebilecek, uğruna ölürüm diyebilecek ve
kalabalıklığımın arasındaki kendi sesimi dinliyorum,
uzaklara bakıyorum,
uzaklardaki sessizliği dinliyorum,
dalıp dalıp boşluktaki kendimi görüyorum,
bulutların şekillerinden,
birkaç tanıdık yüz çıkarabilmek istiyorum…

Beyhude bir bakış,
her şey yoğun karanlık,
bir parkta serçelere simit kırıp, kırıntılar yapıyorum,
kumrular, kediler, köpekler üşüşüyor etrafıma,
garip bir sessizlik ve
korku yığılıyor etrafıma, bakışlarla,
acıkmış kuşlar,
acıkmış canlar,
ben, belki de sen…
beyhude bir yalnızlık düşüncesi bu…

Ellerim titriyor, içimin ürpertisini ellerimde görüyorum, sanki irinler avuçlarımda, sanki kan pıhtıları, sanki telâş birikintileri…
Tren sesi, uçak uğultusu doluşuyor, rüzgâr, sesini yararak kulaklarıma doluyor…
Denizin dalgası karaya sert vuruyor, martı süzülüyor, aniden dalıyor köpüklü suya, avını, karnını doyurmak için avını arıyor…
Yalnızlığın avcısı var mı?
Rüzgarın kesiği,
bulutun akı,
vapurun o özleten, deniz özleten sesi, kelebeğin kanat sesi duyulur mu, benim sessiz inlemelerim duyulur mu?
İçim acıyor, sol yanım sıkışıyor, midemden acı sesi çıkıyor sanki,
acının sesi var mı, yok, sadece yüzde buruşukluk, içim parçalanıyor…

Veda ediyorum bu şehre, kumrulara martılara, serçelere, hoş her yerde var bunlardan ama gideceği yerde benim acımın buruşukluğu olmayacak… İnlemelerim artacak belki de ama tanıdığım kumrular görmeyecek düştüğümü, yığıldığımı…

Sessizce kaybolacağım, bir kuru dal çıtırtısından sonraki kurumuş yaprağın düşüşündeki sessizlik, gibi…

Mezarlık rüzgârlarını hisseder gibiyim, yanık odun kokusu burnumu deliyor…

Vazgeçtiğim her şey gözlerimin önünde, sanki son bir elveda el sallayışımı bekliyor bu kent bu duvarlar…
Bu sessizlik daraltıyor beni…
Ellerimi arkamdan bağlıyorum, efemsi yürüyorum, şöyle omuzlarımı yan yan öne atarak, karnımı içime çekiyorum, nefesimi son kezmiş gibi boşaltıp, yeniden yavaş nefeslere dönüyorum…

Ayaklarımı ayakkabılarım sıkıyor, hiç olmazdı böyle bir şey, onlarda beni taşımaktan vazgeçti galiba…
Etrafım boşaldı, kimsesizlerin gölgelerine bastığı gibi ürkek adımlıyorum bu yolları, sanki son kez…
Ne yaparsın be can, düştük işte, yanımızda da kimse kalmamış…
Herkesler bir yolda… Hayatın yolunda…

Kimi, zeytin toplamada, kimi tatlıcıda, kimi boş bir limanda, kimi basmış hayatın gaz pedalına, kimi kahredip kaderine diz çökmüş bir taşa, kimi ağlamalarını gizlemek için kaçmış ıssız bir köşeye, kimi de almış eline kalemi, gidenin ardından dur gitme derken basmış kalemi deftere, kimi de kendi kendine küsmüş, almış eline bir kitap, satırlarında kendini arar olmuş…

Kimi bir resmin karşısında durmuş, gözlerine bakıyor resmin, ona benziyor diye, kimi bir tren düdük sesi ile eşlik ediyor raylara, kimi bir otobüsün lastik kokuları arasından kaybetmiş kendini haykırıyor gökyüzüne doğru…
Kimisi de bir liman arıyor sığınmak için ama nafile limanda lodos var, işte böyle herkesler bir yerlerde, bir şeylerin özlemi içinde el sallıyor geçen hayatın ıssız seslerine…
Ya ben, ben mi, bir boşlukta, hayattan bihaber. Bir kaçışta, şehri terk ediş telâşında, elinde bir fotoğraf makinesi, dünyayı arşınlamaya gidiyorum her niyeyse, ama kaçıyorum ya bu yetecek bana, en azından nankör bakışlardan uzak kalacağım ama ya sevenlerim, ya neredesin, nerelerdesin diyenlerim, işte tam bu noktada ağlayısım geliyor, tam da ağlamanın ortasında donasım geliyor, hayata ne cevap vereceğim, peynir ekmek değil ki razı olayım güleyim, kahrediyorum be can, kendime kahrediyorum, benim için ağlayanlar mahvediyor beni, utancım arşa çıktı sanki, bir de senin kaçışına kızmıştık, ne iyi etmişsin de yok olmuşsun be, ne bu çekilmez düşünceler, bir kahır kırbacı ile kırbaçlıyorum kendimi, hani o, bizim öykümüzü, bir dosta verdim, hani o çocuk özlemini anlatan kadının, işte ondan kurtuldum be can… Hayat kahır be gülüm kahır, kokun beş para be gülüm…
Acılar caba bu dünyada meraklısına benden hediye be gülüm, kaç kişiyi berbat ettik boşuna… Boşu boşuna…

Korkuyorum kendi boyutumdan, korkuyorum kaybetmekten, kazanmaktan, korkuyorum kaybettiklerimi tekrar kaybetmekten, kendi boyutumda dönüp duruyorum, ne ters bir çıkmaz bu böyle her an her daim korku içinde yaşamak, kendi gölgeme basma korkusu bu. Güvercinler, kumrular etrafımda bir parkın bankı yaş, demir sertliğinde, içim yokluklarla parça parça, bu bir çıkmaz düşünceleri, bu bir kayboluşa uzanmak, her şeyden beteri sessizlik, kendi sesim mecalsiz.

Ve çığırtkan bir istek bu tutun beni demeye giden… Ellerim boş, kafam boşluk kesintisinde, haykırmak imkânsız, sadece düşünce seli be can… Bir enkaz içim toz pas, hayatı belki zorlamak bu boşu boşuna… Boyut değiştirme isteği bu imkânsızlıklarla uğraşmak, sanki tam ortası bu bulut altı yaşamın…
Nereye baksam sen, kime baksam sen, sanki sorular soruyor, ne yapıyorsun buralarda diye, sen yağmuru bu. Cevap yoksunu oldum ki dilim lal…

Düştük be gülüm…
Etrafımıda da kimse yok kendimizi şair sanıp,
yalnız öleceksin ki ölümü ölürken anlayacaksın…

Diyorum…
Yalnız öleceksin gideceğin yerde yalnız gideceksin ki bir kişilik acı çekeceksin…

Bir de
Kaybettiklerin için son bir kez daha son bir acı çekeceksin…

Suya basacaksın, ki paçalarının ıslandığını göreceksin, bu acıyı da yalnız yaşayacaksın…

Düştük ve suya tek başımıza bastık be gülüm…
Acıyı da tek başımıza yaşayarak gidiyorum be gülüm… Gidiyorum bu nasıl acıdır be gülüm?
Nasıl acıdır bu yaşam,
ne kökü var,
ne filizi…

Can,
yanıyor be gülüm can…
Belirsizlik bütün zamanlarımı açlıkla dolduruyor…

Kaybolmuş güneş ışıklarının ardında hayretli bakışlarla ne bekliyorum, sabahların pencere aralığından girecek ışık demetine kadar?

Bu belirsizlikle kimlere kucak açayım, kimlere avuç?

Darlık bu tek başına sıkıntıları göğüslemek, demek…
Ve…
Yalvartmak belki de kendini kendine… Bu da gücüme gidiyor…

Bu seni, bir de bu dünyanın kahrından bıkıp, toprakla barışık hâle geldim…
Bir nokta koymak lâzım, ya senli düşünceye ve sıkıntılara, ya da toprakla barışıklığa…
Artık hayatı zorlamak lâzım galiba…
Bir taraftan hasret kırbaçları vurur gibi sırtıma, bir taraftan nefretle, öfke, ikisi arasında kalmış bir beden ki sesim tıkanıyor…

Sövmek, saymak, öfkelenmek bitti…
Bu ipin sonu geldi, gerdiğin ip koptu…
Yalnız bıraktığın yürek terk ediyor bedenini, gözlerin kararması, yaşlanması, ıslanması, beyhude.
Hayattan alınacak bir şey kalmadı, artık, hesaplaşma son safhasına dönüştü, son hırıltılar bunlar, bizim dediğimiz her şey benim oldu, ben oldum, artık ben kaldı… Belki de uzun zamandır ilk defa ben kaldım biz bitti…
Havasız yaşanmaz be garibim, yaşanmaz… Kaç nefes hediye ettiysen aldın… İşte, ne varsa senin oldu…

Bakışlarım değişmiş umurunda mı,
İki kaburgasının arasından vurulunca çok canı yanarmış insanın, umurunda mı,
yalnızlık taban diplerini yürüyüşlerde yarıklarla kanatırmış,
bir el verilip çekilince donarmış insan, önce avuçları, sonra yüreği, umurunda mı,
en güçlü pehlivan da sendeler yenilirmiş, umurunda mı,
göz yaşları aka aka bitermiş, umurunda mı, terlermiş, insanlar, yalnızlık sıkıntılarıyla, umurunda mı,
terkler varmış, giden de, kalan da ağlarmış, umurunda mı?

Ben ha varmışım, ha zindandaymışım, umurunda mı?
Ben de umursamıyorum artık seni, varlığını, unutmaya çalışarak…

El tutuşanların çoğu gidermiş, kalansa beklermiş, gidenlerin çoğu da geri gelmek istermiş, ama beklenmeyeceğini de bilirmiş…

Bense ne giden olabildim, ne de bekleyen, bunu bari bil…

Artık özlem de, beklemek de, öfke de bitti, sadece toprağı özler olduk…

Ne yaptık, ne ettik, bir sevgili kalamadık be… Garibim…

Bir ölüyle konuşmak bunlar…
Ölüye sırları anlatmak, biraz dert atmak, biraz da dertlenmek…
Değişecek hiçbir şey yok, artık bütün sokaklar karanlık, bütün yollar balçık çamur…
Batmışık bir kere, debelenmek boşuna… Sadece ötelerden gelen sesi beklemek belki de ruhu darlıktan atacak… Belki bütün müzikler durdu, belki de bütün yumruklar geçmişe karşı sıkılmış kaldı…
Belki bir meltem çıkar, akşamın birinde ve dağılır bütün karartılar…

Üstünlüktü belki de kavgasını verdiğimiz, birinin diğerine, diğerinin birine üstünlüğü…
Öncelik bu üstünlük savaşındaydı, sonucu olmayan bir kavgaydı bu…

Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 10.10.2010 23:09:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Sevim Aslanalp
    Sevim Aslanalp

    güzeldi.....tebrikler....teşekkürler.....

    Cevap Yaz
  • Karçiçeği Nazar
    Karçiçeği Nazar

    Sövmek, saymak, öfkelenmek bitti…
    Bu ipin sonu geldi, gerdiğin ip koptu…
    Yalnız bıraktığın yürek terk ediyor bedenini, gözlerin kararması, yaşlanması, ıslanması, beyhude.
    Hayattan alınacak bir şey kalmadı, artık, hesaplaşma son safhasına dönüştü, son hırıltılar bunlar, bizim dediğimiz her şey benim oldu, ben oldum, artık ben kaldı… Belki de uzun zamandır ilk defa ben kaldım biz bitti…
    Havasız yaşanmaz be garibim, yaşanmaz… Kaç nefes hediye ettiysen aldın… İşte, ne varsa senin oldu…


    işte ne varsa senin oldu banamı kalan yada boş ver bilme en iyisi.......


    mükemmeldi üstadım mükemmeldi.....

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (2)

Mustafa Yılmaz 4