Köyden evimi buraya taşıdıktan sonra epeyce zaman geçmiş çocuklar da epeyce büyümüştü geçen zaman zarfında maden ocağında ve mahallede epey çevre edinmiştik köye bayramdan bayrama ancak gidebiliyor her geçen gün köye olan özlemimiz çoğalıyordu örneğin pazar yaptığımız zaman yaz ve kış meyvelerini parayla bizim istediğimiz gibi değil satıcının insafına kalmış çürüğü ile iyisi ile kaç kg alacaksak alıp eve getiriyor eve gelince pazar tezgahında görüp aldığımız ürün ile aldığımız ürün arasında kalite bakımından arada çok fazla fark olduğunu üzülerek görüyorduk pazarcı esnafı kaşla göz arasında nasıl yapıyorsa çürük çarığı kese kağıdına doldurup veriyordu tâbi iş ahlakı ve imanı sağlam güzel pazar esnafımız da az değildi onlar tane tane ürünü seçer kese kağıdına dolduranlardı.
Köylerde nerdeyse yolda yürürken başımızdan aşağı akacak şekilde bol olan kirazı eriği armutu kel armutu ayva böğürtlen kiren yumurta tereyağı v.s köyde iken değerini bilmediğimiz bir çok şeyin kıymetini ancak burada anlamıştık bir kiraz mevsiminde köye gittiğimde bir insan boyundan biraz uzunca kirazın dallarında o kadar çok kiraz varmış ki ağacında çürüyen yere dökülenden hariç aileme bana ve aileme güzel bir ziyafet vermişti bu durum insana ister istemez duygusal anlar yaşatıyordu, mahalle sınırları içine girdiğimiz andan itibaren dere üzerine kurulmuş incecik ağaçtan yapılmış köprüyü geçtikten sonra etrafımızdaki ağaçların yüksekliği ve arazinin konumu nedeniyle sanki ıssız bir yer hissi veren belkide 50 metrekare lik bir yere vardığımızda oldum olası burası bana gizemli gelirdi dere kenarında kelebekler, kaplumbağa,kurbağa, ateş böceği, teyyare dediğimiz hızlıca çiçeklerin üzerinden süzülüp üzerlerine kısa ziyaret yapıp tekrar uçup giden dört beş cm renkli böcekler, sivrisinekler,sinekler sanki buraya ayrı bir dünya havası veriyor burasının hemen üst tarafında mektebimiz az ötesinde de evimiz vardı ilkokul çağlarında belkide babam ve anamın tarlada en fazla yanlarında bir kişiye ihtiyacı olduğu zaman benim de oyun çağım olmalıki babam ve anam yolun altındaki tarlamızda mandalar ile çift sürerken onların yanına girmeden adeta koşarcasına uzaklaşırken babamın arkamdan çağırdığını duymazlıktan gelip köy meydanında oyun oynamam ile aslında göğsümün ortasına buruk bir kökem çaktığımı ve yıllarca taşıyacağı mı nereden bilirdim ki? Bizim maden ocağından kısa süreliğine geleceğimizi bilen anam köyden bizim yanımıza erzak olarak ne koyulacak ise hepsini hazır etmiş sadece çuvallara koyması kalmıştı fasulye, mısır unu,yumurta, süzme yoğurdu, süt peynir,yağ, süt çiyi pazardan aldıkları yöremize has cevizli helva helvayı saklamak için mısır unu elma armut anam elinin altında ne varsa hepsini unutamayım diye ocaklığın yanıbaşına sıralamış üzerlerini kapatmış hazır etmişti. Doğup büyüdüğüm dağların arasında bu küçük köyde bana hoş geldin denmesine alışamamıştım ben buraya ayittim tarlası, ormanı, samanlığı, harmanı, deresi ile her bir cm karesinde basmadığım yerin olmadığı yerde misafir olmak garibime gidiyordu, izin sürem bitene kadar çoluk çocuk yapabildiğimiz kadar ziyaret yaptık evimize gelip gidenler oldu çocuklar sayatta ki tarım aletlerine bakıp inceliyorlar ne işe yaradığını hayal meyal biliyorlar ama yine de soruyorlar pulluğu, kazmayı sivrici, odun civisini, yivleyi darabayı, badavra tahtasını, herkili, saç ayağını, şişi, yünü, örekeyi ekmek sacını sağda solda ne görürlerse soruyor ne işe yaradıklarını merak ediyorlardı,en çok da dedeleri ve nineleri ile oynamayı özlemişler ama en çokta anamın babamın onlara nasıl baktıklarını bu odanın içindeki kendileri için hayatlarındaki en büyük gururları en büyük yaşam kaynakları Allah'ın ileri yaşlarda herkese nasip etsin diye dualarını şimdi tekrarlar gibi olduklarını duyuyor gibiydim,bir insanın yüzüne hem en büyük mutluluk hem en büyük keder birden nasıl görüntü verirdi yüz gülerken altındaki verdiği hüzün net bir şekilde odanın duvarlarına vuruyor, onları bu matem atmosferinde bırakıp gitmek zorundaydık gittik de akşam olduğunda hem gurbet saydığımız hem sıla saydığımız evimizdeydik, anam babam çok üzülmüştü şimdi de üzüldüklerini biliyordum, şartları zorlasak belki birlikte yaşayabilirdik ama anamın babamın topraktan koparmaya gücümüz yetmeyeceğini biliyorduk artı oturduğumuz ev iki aile için müsait değildi
Yavaş yavaş iş çıkışlarında kahveye gidiyor köylülerimin ve civarında ki köylerin beraber takıldığı kahvehaneye gidiyorduk iş yeri temsilcileri ve sendika yöneticilerinin seçim Zamanı geldikleri için gittiğim her yerde sendika seçimleri konuşuluyor henüz seçimlerin yapılmasına 4-5 ay vardı ama şimdiden şube adayları delege adayları belirlenmeye çalışılıyor daha önceden kemikleşmiş gruplar bir birine seçmenlerini kaptırmamak için şimdiden seçmenlerini kontrol altına tutmaya çalışıyor lardı, kahvehane ve lokonta nerede toplantı müsaitse orada üç beş kişi de olsa dahi konu seçim oluyordu, artık iş çıkışı kahvehaneler lokontalar da daha fazla işçi oluyor daha fazla para kazanıyorlardi , açık hava kahveleri kapalı kahveler tıklım tıklım dolup taşıyor elli iki okey elli bir altmış altı tombala gibi oyunlarda içilen çay ayran kant kuş burnu oralet gibi içeceklerin tüketimi yüzde elli artmış oluyordu işçi ve sendika yöneticileri çoktan seçim atmosferine girmişti tabiki bu atmosfer doğal olarak iş yerlerimize de yansıyor üretim ve iş güvenliğinde de iş disiplinin de aksaklıkları beraberinde getiriyor bu durum üretim düşüşüne ve iş kazalarına sebebiyet veriyordu bu durumdan işçi işveren sendika tarafından herkes rahatsızdı ama adı konulmamış bir kural gibi devam edip gidiyor du zaten iş yaşamında bir çok şey mantıklı değildi olmaması gerekiyor nedense bir işçi kafası ile bile gördüklerin yanlışlıklar yıllarca devam edip gidiyor du kan ter içinde arın ilerlemesi yapılırken bir maden işçisine müdürünün yanına gelip konuşma esnasında işçiye giden müdür mü iyi idi şimdiki mi sorusuna muhatap olan bir işçinin soruyu soranı tanımayan işçinin cevap olarak ben burada sekiz saat kazma kazıyorum giden de gelen ile işim olmaz herkes kendi görevini yapıyor dediğinde müdürün gözleri yaşararak yanından ayrılması . malesef hiç bir şey o saf ve masum işçinin bakış açısından bakılmıyor her kes işini yapmıyor
yaptırmak isteniyor ise de yaptırmaları yordu bulaşıcı bir hastalık gibi her kes birbirinden görerek çalışmamaya meyil ediyordu, keşke bir işim olsun ne olursa olsun çalışırım diyerek harcadığı enerjiyi işe girince bu sefer de iş yerine gelip bir iş yapmıyayım işe gelmeden yevmiye alayım diye girmediği kılık kalmıyor bu tiplere müsemma gösterenlerde her dönemin siyasi
görüşünün adamı oluyor her siyasi partiye üye olup dereyi geçene kadar ayıya dayı dercesine evinde bile bulamayacağı konforda yaşayıp hem hiç bir şey yapmadan ücretini alıyordu bazıları sadece ismini yazdırıp iş yerinin bile görmeden işçinin tüm haklarından yararlanıyor du böyle bir şey ne akla ne ahlaka ne Allah'ın kurallarına uygundu ama malesef duyduklarımız ve gözümüze çarpan bunlardı .
İş güç geçinme derdi çocukların okulları derken ekonomik sıkıntılar araya girince köye gitmeyi ihmal ederken anamın babamın köye gelin çağrılarına kaçamak cevap veriyoruz onlarda ümitlerini kesmiş olacak ki bu çağrılarını zaman içinde seyrek kleştirmeye başladılar arasıra gittiğimizde köyümde evimizin içinde etrafında bağda bahçede tarlada bostanda mezarlık yanında değirmen de fırınlarda yemişlikte gözle gözükür değişiklikler oluyor yavaş yavaş özenle bezenle olması gerektiği gibi bize bırakılan yaşam alanları tahrip oluyor sonun başlangıcının izleri kendini fark ettirmeye biz farkında olalım olmayalım başlamıştı bile. Bu onulmaz bir yaraydı
Sendika seçimlerinin rüzgarı esmeye devam ediyor du bizler işimize gücümüze aile yaşantımıza gezinti yaptığımız yerlere kadar etki yapıyor adeta yeni bir uğraş alanımız olmuştu bu gün bu arada iş yerinde olanlara insan hiç bir zaman olur veremiyor iş adabına yakışmayan şeyler gözümüze çok çarpmaya başlıyordu bir gün iş çıkışı oturduğumuz kahveye gelirken önüme gelen köylüm
ne ayıldım
ne ayılabilirim
ne ayılmak isterim
başım ağır
dizlerim parçalanmış
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta