- Şiir; Anlam ve Mâhiyeti
- Şâir; Anlam ve Mâhiyeti
- Câhiliyye Döneminde Şiir ve Şâir
- Kur'an-ı Kerim'de Şiir ve Şâir Kavramı
- Âyetlerin Tefsiri
- Hadis-i Şeriflerde Şiir ve Şâir Kavramı
- Hadislerin Şerhi
- ŞİİR; ANLAM ve MÂHİYETİ
Lügat anlamı;
[1] Duygu, heyecan ve düşünceleri; ölçülü ve uyumlu öğelerle anlatan söz sanatı.
[2] Sezgiyle kavramak, bilmek, tanımak.
[3] Zengin sembollerle, ritimli sözlerle, seslerin uyumlu kullanımıyla ortaya çıkan edebî anlatım biçimi
İbn-i Hâldun, dilcilere dayanan bu tanımların şiirin gerçeğini anlatmadığını öne sürerek daha ayrıntılı bir târif yapar:
[4] Şiir, istiâre ve belli vasıfların temeline dayanan, vezin ve kafiye bakımından birbirine eşit olan parçalara bölünmüş, her parçası kendi başına önündeki ve sonundaki parçalara muhtaç olmadan maksadı anlatan ve kendine mahsus Arap üslûbu üzere terkib edilen belâgatlı sözdür. (Mukaddime)
[5] Arapça’da ŞE-RE harflerinden oluşan bir kökten türemiş olup, bu fiil kökü yalın haliyle 'hissetmek, bilmek' manasına tekabül etmektedir. (Kamus-u Arabî)
Şiirle iştikakı olan 'şuur' kelimesine de sözlükler birinci mana olarak 'bir şeyi anlama, tanıma, kavrama gücü, anlayış ve akıl' gibi anlamlar vermiştir. Her iki kelimeyi Arapça kökeninden de yola çıkarak birlikte anlamlandırmaya çalışacak olursak, ' hissederek bilmek veya bildiğini hissetmek, ya da bildiğini niçin ve nasıl bildiğinin farkında olmak, kısaca bilme hissi (bilinç) ' şeklinde anlamlandırabiliriz.
Istılahî anlamı;
Şiir; Sözün, billûrlaştığı ve kristalize olduğu halidir.
Şiir; Gönlümüzde akan billur ırmaklarının çağıltısıdır.
Şiir; Sanat'ın en hassas dalıdır.
Şiir; Bir şâirin aynasıdır.
Şiir; Gönülde solmayan rengârenk çiçeklerin çevreye saldığı kokudur.
Şiir; Yüreklerin yüreklere, yüreklerin diliyle itirafıdır.
Şiir; Yalnızlıktan paylaşmaya doğru atılan yürek adımlarının bir ifadesidir.
- ŞÂİR; ANLAM ve MAHİYETİ
Lügat anlamı;
[1] Şiir söyleyen veyâ yazan kimse.
[2] Geniş bir hayâli olan, duyarlı, duygulu kimse.
Istılahî anlamı;
Şâir; Bir kelime avcısıdır,
Şâir; Bir toplumda sorunlara ayna tutan kişidir.
Şâir; Yüreğinde hissettiği acıları, akıl tepsisinde yoğurarak topluma sunan kişidir.
Şâir; Her an olağanüstü duyarlı olmayı, kelimelere bu duyarlılığı bütün şiddeti ve elektriği ile yükleyen kişidir.
Şâir; Tâbir-i câiz ise, kelimelerle verkaç yapan ve her an olağanüstü bir betimlemeye bir ibâreye kucak açan kişidir.
- CAHİLİYYE DÖNEMİNDE ŞİİR ve ŞÂİR
İslâm öncesi... ' Mekke Site Devleti'... ve baktığımız zaman en etkili sanâtın şiir sanatı olduğunu görüyoruz. Öyle ki şiir ve şâir hayâtın her alanına girebiliyor, şâirlere çok büyük bir îtibar gösteriliyordu. Hattâ fakir dahi olsalar yine de siyâsî görüşmelere katılan, kabîlesinde büyük bir övünç kaynağı olan, bir kâbilede bulunmadığı zaman utanç ve zelillik duygusu oluşturacak derecede; bir portre olarak karşımıza çıkmaktadır şâirler. Kısaca yaşadıkları toplumda; toplumlarının efendileri desek sanırım yanılmış olmayız.
Şiir cahiliyye döneminde müşriklerin şan ve şereflerini koruyan, mâzide başardıkları büyük işleri unutulmaktan kurtaran, hâtırâlarını canlı tutan ve yayan tek bilgi kaynağıydı. Bu nedenle İbn-i Kemâl gibi bazı bilginler şiiri bir ilim olarak nitelemişlerdir.
Kimi eski yazarlar da, şiirin; Arap toplumu içindeki yer ve önemine değinirken; Arapların bütün bilgilerini içine alan, bunların korunmasını sağlayan, dâima başvurdukları, yararlandıkları eserleri olduğunu söylemişlerdir. Şiirin, Arap toplumu için yerine getirdiği tarihsel ve toplumsal işlev göz önüne alınınca bu değerlendirmelerin abartılı olmadığı görülür.
Şairlerin gücü, yalnız söz sanatındaki ustalıklarından değil, aynı zamanda kâhinlik niteliğini taşımalarından da geliyordu. Arap toplumunda çok eskilerden beri şairlerin kendileriyle ilişki kurduğu, bilgi ve ilham aldığı bir cine sahip olduğuna inanılıyordu. Şairler de bu inancı canlı tutmaya özen gösteriyorlardı. Örneğin 'el-Hatay' cinlerden bir arkadaşı bulunduğunu; 'el-Ferazdak' gerektiği zaman cini ile görüştüğünü, 'Kusayyir' de şiire bir cinin yardımı ile başladığını söylüyordu. Bu inanç hem ilham kaynağını insan üstü sihirli bir âleme bağlayarak şâirde doğa üstü güçler bulunduğu zannını güçlendiriyor hem de bunun sonucu olarak şiirlerinin etki gücünü artırıyor ve ona kâhinlik niteliği kazandırıyordu.
Şiirin ve şâirlerin böylesine önem kazandığı cahiliye toplumunda; onun gelişmesini sağlayan, onu besleyen kimi etkenler, gelenekler oluşmuştu. Belli günlerde kurulan panayırlarda yapılan şiir yarışmaları, bu geleneklerin en önemlisiydi. Ukaz, Zu'lMecaz, Mecannatu's-Sarh, Duvmetu'l-Cendel, Hacar, Suhar gibi panayırlarda yapılan bu yarışmalarda zamanın en büyük şâiri hakemlik eder, şâirler en güzel elbiselerini giyerek donatılmış binek hayvanları üzerinde çevrelerini saran halka şiirlerini okurlar, yarışma sonunda birinci gelen şâir îlan edilirdi.
Kimi şâirler de kabilelerinden ayrılarak kendilerine zengin birer koruyucu bulurlardı. Bu şâirler nüfuz sâhibi hâmilerinin yanında kabilelerinin çıkarlarını korurlardı. Lahmî ve Gassânî melikleri böyle birçok şâire koruyuculuk yaparlardı. Hira ve Lahmî sarayları da şiirin gelişmesinde çok etkili olmuşlardı. Aynı zamanda şâirler; meliklere, krallara ve kabile reislerine medhiyyeler yazar ve bunun karşılığında para alırlardı. Bu ücrete câize denir/di
- KUR'AN-I KERİM'DE ŞİİR ve ŞÂİR KAVRAMI
Kur'ân'da şiir kelimesi 1 kere, şâir kelimesi de 5 kere (birinde çoğul olarak) geçer.
- 'Biz ona (Peygambere) şiir öğretmedik. Bu ona gerekmez zaten. O (Kitap) sadece bir öğüt ve apaçık bir Kur'ân'dır'.
(36/Yâsîn Sûresi-69)
- 'Ve şöyle diyorlardı: 'Mecnun bir şâir yüzünden ilahlarımızı mı terk edeceğiz? Hayır, (o ne şairdi, ne de mecnun) O gerçeği getirmiş ve peygamberleri de doğrulamıştı'
(37/Saffat Sûresi-36-37)
- 'Belki de bir şairdir O. Hadi bir mucize getirsin bize, öncekilere gönderildiği gibi...'
(21/Enbiya Sûresi-5)
- 'Yoksa şöyle mi diyorlar: 'O bir şairdir... '
(52/Tur Sûresi-30)
- 'Bir şairin sözü değildir o. Ne kadar da az inanıyorsunuz?
(69/Hakka Sûresi-41)
- 'Şairlere gelince, onlara da azgınlar uyar. Görmüyor musun onları, (nasıl) her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar? Ve onlar yapmayacakları şeyleri söylerler'
(26/Şuara Sûresi-224-226)
- AYETLERİN TEFSİRİ
Müşriklerin Kur'an ve Peygambere karşı uydurdukları sözler arasında 'O şairdir', 'O kahindir' ithamları da bulunuyordu. Bunları yüzeysel bir şüphenin etkisi ile söylüyorlardı; ki dayanakları, bu sözün yapısı açısından insan sözünden üstün olmasıydı. Sanılarına göre şairin cinlerden bir yol göstericisi olur ve ona üstün sözü o getirirdi. Kahin de onun gibi, cinlerle ilişki kuran kişiydi. Ki onlara gizli olan bilgiyi cinler ulaştırıyorlardı. Bu, Kur'an ve Peygamberliğin yapısı ile şairliğin ve kâhinliğin yapısının çok az irdelenmesi ile ortadan kalkacak bir şüphedir...
Şiirde üstün akılcılığa dayanan, güzel tasvir ve çağrışımlara yer veren melodik dokunuşlar elbette vardır. Fakat o, asla Kur'an'a benzemez, uyumluluk göstermez. Zira aralarında köklü farklılıklar vardır. Kur'an değişmez gerçeklere dayanan, bütünsel bir bakış açısı getiren, Allah'ın Rabb-lığı düşüncesinden doğan, evrene ve hayata hükmeden olağanüstü bir sistem getirmiştir.
Şiir ise coşkun hislerden ve duygusal varyasyonlardan ibarettir. Hayata hiçbir zaman belirli bakış açısı getirmiş değildir. Şiir, kızgınlık, üzüntü, içe kapanıklık sevgi ve nefret gibi psikolojik hallere göre etkilenir ve sonuçta da değişken bakış açılarını dile getirir.
...
'Şuara âyetleri müfessirler tarafından genellikle şairlerin ortak niteliklerini, karakterlerini açıklayan âyetler olarak yorumlanmış ve bu yorum günümüze kadar sürdürülmüştür. Örneğin çağdaş müfessirlerden Mevdudî, 225. âyeti şöyle anlamlandırır: 'Yani, düşünce ve sözlerinde hiçbir model tanımazlar, her vadide başıboş gezinir dururlar. Her yeni dürtü, bunda gerçek payı var mı, yok mu diye düşünmeden kendilerini yeni bir konuda söz söylemeye iter. Bir anlık bir dürtüyle akıllı ve bilgece sözler söylerken, bir başka dürtüyle bu defa kirli ve adi duyguları terennüme başlarlar.
Birinden hoşnut oldukları zaman, hemen onun hakkında abartmalı övgülerde bulunurlar; bir de birine gücendikleri zaman hemen onu da yerin dibine batırırlar. Birinden çıkarları varsa, cimri birini, cömert birine ve korkağı yiğide tercih etmekte bir tereddüt göstermezler. Buna karşılık, memnun olmadıkları kişinin karakterini lekelemede, kendisini ve atalarını alaya almada utanç duymazlar. Bu yüzden, aynı şairin şiirlerinde hem Allah'a ibadeti, hem ateizmi, hem materyalizmi, hem ruhçuluğu, hem ahlakçılığı, hem ahlaksızlığı, hem fısk ve fücuru, hem takvayı, hem ciddiyeti, hem şakayı, hem övgüyü hem hicvi yanyana, bir arada görmek mümkündür' (Mevdudi, Tefhimu'l-Kur'ân, 4- 81)
Şehit Seyyid Kutub'da aynı âyetler için şunları söyler: '...Şairler değişip duran tepki ve duyguların esiridir. Duyguları onlara egemendir. Ve ne olursa olsun onları dile getirmeye iter. Bir an içerisinde bir şeyi kapkara görürken bir başka an içerisinde beyaz görebiliyorlar. Bir bakarsınız hoşnut olmuşlar; bir söz söylerler, kızar öfkelenirler tam aksi bir başka söz söylerler. Diğer taraftan şairler belli bir hal üzere sebat göstermeyen bir mizacın sahibi olan kimselerdir. Bununla birlikte onlar, içinde yaşayıp durdukları vehimlerinden alemler yaratırlar, birtakım fiiller tahayyül ederler ve bu fiillerin bir takım sonuçlarını tasarlarlar. Sonra da bunu bir hakikat, bir gerçek gibi kabul eder, ondan etkilenirler. O bakımdan kendi hayallerinde ona göre yaşantılarını düzenledikleri bir başka vahayı uydurup ortaya koymuşlardır' (Nakleden: Said Havva, el-Esasfi't-Tefsir, 10-345) .
...
Kur'ân, diğer sanat dallarının ilke ve kurallarıyla sanatçılarının karakter özellikleriyle ilgilenmediği gibi, şiir sanatıyla ve şairlerle de ilgilenmemiştir. Yukarıda belirtildiği gibi şiir ve şairler iki nedenle Kur'ân'ın konuları arasına girmiştir. Bunlar da vahyin şiire benzetilmeye çalışılması ve şairlerin Hz. Peygamber'in kişiliğinde İslâm'a saldırmalarıdır. Şuara sûresi âyetlerinin muhatabı İbn Zaberi, Hübeyre, Müsafi ve Ümeyye es-Sakafi gibi saldırgan müşrik şairlerdir. Bu nedenle ilgili âyetler bu bağlamda anlamlandırılmalı, şiire ve şairlere ilişkin teori ve çözümlemelerin kaynak metinleri gibi değerlendirilmemeli; bu âyetlere dayanılarak şiir ve şairler hakkında genel hükümler verilmemelidir.
Kur'ân'ın şairlerden söz eden son âyetleri, aynı adı taşıyan (Şuara) sûrede yer alır: 'Şairlere gelince, onlara da azgınlar uyar. Görmüyor musun onları, (nasıl) her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar? Ve onlar yapmayacakları şeyleri söylerler' (eş-Şuara, 26/224-226) . Sûrenin son âyetinde ise bir kısım şairler bu yargının dışına çıkarılırlar: 'Ancak iman edenler, salih amel işleyenler, Allah'ı çok ananlar ve kendilerine zulmedildikten sonra (rakiplerine) üstün gelmeye çalışanlar böyle değildir. Zulmedenler, yakında nasıl bir inkılâba uğrayıp devrileceklerini bileceklerdir' (26/224 - 227)
Görüldüğü gibi sûrenin son ayetinde Allah celle; 'Ancak iman edenler, salih amel işleyenler, Allah'ı çok ananlar ve kendilerine zulmedildikten sonra (rakiplerine) üstün gelmeye çalışanlar böyle değildir. Zulmedenler, yakında nasıl bir inkılâbla devrileceklerini bileceklerdir' (26/ 227) buyurarak bir kısım şairleri müstesna tutmuş ve İslam'a göre şiir yazmanın caiz olduğunu belirtmiştir.
Fahruddin Er-Râzi ise bu konuda şu açıklamaları yapmıştır;
Makbul Şairler
Cenâb-ı Hak daha sonra, Hz. Peygamber ile şâirler arasındaki farkı anlatmak için, şâirlerin bu kötü özelliklerini sayınca, şu dört vasfı taşıyan şâirleri, bunlardan istisna etmiştir:
1) 'İman, bu 'iman edenler müstesna' cümlesi ile anlatılmıştır.
2) Amel-i sâlih. Bu da ayette 'sâlih amelde bulunanlar' cümlesi ile anlatılmıştır.
3) Bunların şiirlerinin, tevhid, nübüvvet ve insanları hakka davet hususlarında olması... Bu da, 'Allah'ı çok zikrederler' cümlesi ile anlatılmıştır.
4) Kendilerini hicvedenlere karşılık vermeleri durumu dışında, hiç kimseyi hicvetmemeleri... Bu da, 'zulme uğratıldıktan sonra öçlerini alanlar böyle değildir' cümlesi ile anlatılmıştır. Çünkü Cenâb-ı Hak, 'Allah, çirkin sözün alenen söylenmesini sevmez, zulme uğrayanlardan olursa bu müstesna'. (Nisa, 148) buyurmuştur. Hem sonra bu hususta şart olan, tecavüzü haddi aşmayı bırakmaktır. Çünkü Cenâb-ı Allah, 'Kim size karşı haddi aşarsa, siz de tıpkı onların haddi aşmaları kadar ona karşı koyun. '(Bakara, 194) buyurmuştur.
Ayetteki, bu istisna ile, Abdullah b. Ravaha, Hassan b. Sâblt, Ka'b b. Malik, Ka'b b. Züheyr gibi şairlerin kastedildiği ileri sürülmüştür. Çünkü bunlar şiirleriyle Kureyş müşriklerini hicvediyorlardı. Ka'b b. Mâlik (r.a) 'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: 'Hz. Peygamber (a.s) bana, 'Kureyş'i hicvedin. Canım, elinde olan Allah'a yemin ederim ki, sizin onlara bu hicviniz, ok yağdırmadan daha çetindir.' Yine, Hz. Peygamber (a.s) , Hassan b. Sâblt (r.a) 'e hep, 'Söyle, Ruhu'l-Kudüs de seninledir' derdi.
- HADİS-İ ŞERİFLERDE ŞİİR ve ŞÂİR KAVRAMI
- 'Şiir söz gibidir, güzeli güzel, çirkini de çirkindir.'
(İbn Ömer radıyallahu anh/Taberânî)
- 'Şüphesiz, şiirde hikmet vardır.'
(Ubeyy radıyallahu anh/Buhârî)
- 'Şüphesiz, bazı konuşmalarda büyü gücü vardır, bazı şiirlerde de faydalı anlamlar mevcuttur. '
(İbn Abbas radıyallahu anh/Ebû Dâvud)
- 'Birinizin içine, onu bozacak irin dolması, şiir dolmasından daha iyidir.'
(Ebû Hureyre radıyallahu anh/Buhârî)
- Peygamber (a.s) şair Hassan bin Sabit için, mescidde özel bir kürsü yerleştirdi. Üzerine çıkıp oturur ve Peygamber (a.s) ı savunacak şiirler söylerdi. Allah Resûlü (s.a.v) de şöyle derdi; 'Allah, Hassanı, Allah Resûlünü savunduğu sürece, melekle destekler.'
(Aişe radıyallahu anha/Buhârî)
- 'Peygamber (s.a.v) Kurayza günü Hassana şöyle dedi; 'Müşrikleri hicvet, şüphesiz Cebrail seninledir! '
(Berâ radıyallahu anh. Buhârî.)
- 'Belki yüz kereden fazla Peygamber(a.s) ın yanında oturdum. Sahabileri şiirler okur, islâm öncesi dönemin işlerinden sözedip konuşurlardı. O, susardı, bazen de gülümserdi.
(Câbir radıyallahu anh/Tirmizî)
- 'Aişeye, 'Allah Resûlü (a.s) şiir okur muydu.? ' diye sordular. 'İbn Revahanın şiirini okuyup, şöyle derdi;
Azığını vermediğin kimseler sana haber getirir.'
(Aişe radıyallahu anha/Tirmizî)
- 'Peygamber (a.s) ın yanındaydım. Ona, Süveydin şiirini okudum:
'Haremde de akşamlasan ölüme güvenme.
Çünkü ölüm, herkesin başına gelecektir.
Yolunda düzgün yürü ki, umduğunu bulasın.
Her dost, dostundan bir gün mutlaka ayrılacaktır.
Her azık, saklasan da bir gün mutlaka bitecektir.
İyi ve kötü yanyana beraberdirler.
Her biri, gelirken sana yepyeni gelecektir.'
Bunun üzerine Peygamber (a.s) şöyle buyurdu: 'Bu adam bana kavuşsaydı, mutlaka müslüman olurdu.'
(İbn Müslim radıyallahu anh/Taberânî)
- 'Accâc, Ebû Hureyre'ye, Şiir konusunda ne dersin? ' diye sordu.
'İki hayal gelip hastayı hicvetti.
Selmanın hayali, Teksumânın hayali.
Kesilmesinden korktuğu baldırını,
Etlenmesinden çekindiği topuğunu,
Sana göstermek istedi de kalktı.'
Ebû Hureyre şu cevabı verdi; 'Biz bunu, Peygamber (a.s) ın zamanında söylerdik ve O bizi ayıplamazdı.'
(Accâc radıyallahu anh/Bezzâr)
- HADİSLERİN ŞERHİ
Genel olarak bakmamız gerekirse, yukarıdaki hadislerin şerhinden; - iyi şiirin câiz; kötü şiirin ise câiz olmadığı - anlamı çıkmaktadır. Burada ki kötü şiirden kasıt; insanları kötülüğe, fahşâya/fuhuşa, içkiye, fücura, şirke kısacası günaha sürükleyen her şiir kötü şiir olarak adlandırılır.
Hadislerden iki tanesini özellikle açıklamak gerekirse, bunlardan birincisi;
- 'Peygamber (s.a.v) Kurayza günü Hassan bin Sabit'e şöyle dedi; 'Müşrikleri hicvet, şüphesiz Cebrail seninledir! '
(Berâ radıyallahu anh. Buhârî.)
Bu hadis-i şerif'de şiirin medyatik ve silahi bir önemi olduğunu anlıyoruz. Yani şiirle İslam'a ve müslümanlara yardım eden, İslam'ın adını kirletme çabası içinde olanları şiirle hicveden şairin de övüldüğünü ve buna teşvik edildiğini görüyoruz. Ve hadisin son kısmında 'şüphesiz Cebrail seninledir' denmesi de müslüman bir şairin İslam adına yazdığı şiirler için (Nasrullah) yani Allah'ın yardımıyla yardım göreceğinin açık belirtisidir.
Şiirler, eski devirlerde, bugünlerin medyası konumundadır. Kamuoyu oluşturmada, topluma moral aşılamada önemli yeri olan şiirlerin okunması, özellikle cihad ve tebliğ amaçlı hikmetli mısrâların dillendirilmesi için mescidlerin kullanıldığını, bu uygulamanın Hz. Peygamber tarafından başlatıldığını ifade edebiliriz. Müslüman şâirlerin en azından moral yönüyle desteklenmesi, onun da dâvâyı ve dâvâ adamlarını desteklemesi konusu için mescidleden yararlanılmıştır. Rasûl-i Ekrem'in, şâir Hassan bin Sâbit için mescidde özel olarak bir şiir kürsüsü ihdas etmesi, konuya verilen önemi gösterdiği gibi, câminin bu fonksiyonu açısından da mühimdir. Müslümanların müslümanca sanat faâliyetlerini icrâ edebileceği, özellikle tebliğe yönelik sanat ve güzellikler sergilenip sunulabileceği yer olarak mescid kullanılmıştır, kullanılabilir.
İkinci önemli hadis ise;
- 'Bir kimsenin karnının irinle dolması, şiirle dolmasından hayırlıdır'
Hz Peygamber'in bu sözünü nakledip şiiri çöpe atan bir süpürücüye; dini, fıtratın sesi olarak algılayan Hz. Aişe'nin mukabelesi çok şiddetli olmuş ve ' Ne alakası var, onu Rasulullah putları öven cahiliyye şiiri ve şairi için söyledi' demiştir.
..//.
En iyisini Allah bilir.
Ve’l Hamdu Lillâhi Rabbi’l Âlemîn.
__________________________________________________________
KAYNAKÇA ve İKTİBASLAR
1- El-Esas fi't-Tefsir/ Said HAVVA
2- Elmalı'lı Tefsiri/ Muhammed Hamdi YAZIR
3- Fizilal-il Kuran/ Şehit Prof Dr. Seyyit KUTUB
4- Tefhimul Kur-an/ Seyyid Ebu-l A'la MEVDUDİ
5- Ruhul Furkan / Mahmut USTAOSMANOĞLU
6- Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb / Fahruddin Er-RÂZİ
7- Risale-i Nur / Bediüzzaman Said NURSİ
8- Kütüb-i Sitte
9- Şamil İslam Ansiklopedisi/ HEYET
10- Mukaddime/ İbn-i HALDUN
11- Kamus-u Arabî/ Türkî el-MEVARİD
12- Büyük Türkçe Sözlük/ Mehmet DOĞAN
13- Şiir ve Edebiyata Köklü Bir Bakış - Araştırma Yazısı / Ahmet IŞIKLAR
14- Kur'an Kavramları / Ahmed Kalkan
Kayıt Tarihi : 16.9.2005 16:12:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Çok istifade ettim.
Teşekkürler.
Selamlar
Emeğine teşekkürler Semih.
TÜM YORUMLAR (7)