“Ben daha henüz bacak kadar bir çocuk iken,
Yaşanan sıkıntılardı belimizi büken.”
moncer
17.06.2018
Babalar Gününde Çocukluğumdan Bir Kısa Hikaye
Sene 1970 ve ben İnegöl’ün Karalar Köyü’nde ilkokuldan mezun oldum.
Aslında Sulu Köy (resmî adı Süle Köyü, şimdilerde Süle Mahallesi) doğumluyum. İlkokula da doğduğum köyde başladım. Birinci sınıfı köyümde okudum.
Bize köyde arabacılar denir. Köyde her hanenin bir lakabı vardır. Örneğin babamı, diğer Mehmetlerden ayırmak için arabacılan Mehmet denirdi (sonradan hoca Mehmet oldu).
Rahmetli Mustafa dedem (ben onun adını taşıyorum) genç yaşta vefat ettiğinde (37 yaşında), geride bir eş ve üç çocuk bırakmış. Çocukların en büyüğü babam (14-15 yaşlarında). Onun küçüğü halam ve en küçükleri de amcam. Bir de babaannemin annesi (Emine ninem) ile dedemin annesi (Halime ninem) var evde. Onlar da genç yaşlarında dul kalmışlar, bir daha da evlenmemişler. Halime ninem de biz henüz doğmadan önce ölmüş. Emine ninem yaklaşık 100 yaşına kadar yaşadı ve torunlarının torunlarını gördü yaşarken.
O yılların zor şartlarında babam ve annesi, altı kişilik aileyi geçindirmek için çiftçilik yapıyorlar (köyde Reşide isminde iki kişi var. Biri babaannem, diğeri de annem. Gelin kaynana ikisinin de adı Reşide. Bu ismi şimdi amcamın torunu taşıyor.).
Birkaç yıl sonra, çok küçük yaşta, annem aileye gelin geliyor. Bir süre sonra halam evden gelin olup gidiyor.
Aradan yıllar geçiyor ve ablam, bir yıl sonra ikinci ablam, büyük ablamdan üç yıl sonra da ben, dünyaya geliyoruz peş peşe.
Beş yaşımdayken eve ikinci gelin geliyor. Amcamın düğününde ben de sünnet oluyorum.
Babam daha önceleri de köyün dışında çalışmaya gidiyor. Örneğin, rahmetli Gencili Yaşar usta (Yaşar amca) bir ev inşaatında çalışmak üzere babamı Ankara Yenimahalle’ye götürüyor. İki ay kadar Ankara’da çalışıyorlar. Tabi şimdiki gibi ne telefon var ne de telgraf. Belki çalıştıkları adresleri bile bilinmiyor köyde. Babam iş bitip köye döndüğünde, henüz bir yaşına bile gelmemiş olan kızının (benim büyüğüm ablamın küçüğü) hastalanıp öldüğünü öğreniyor. Bir baba için ne acı bir olay! Bir yıl sonra da ben dünyaya geliyorum.
Arabacılan Mehmet (babam), ben ilkokul birinci sınıfta okurken İnegöl’e çalışmaya gidiyor. Çeyiz sandığı yapan bir atölyede (çeyiz sandıkçılığı o dönemlerde güzel ve özel bir meslek) çalışırken Kırcalı Camisinin odasında kalıyor ve müezzinden de (rahmetli Fethi hoca. Dönemin ünlü hocalarından İstanbul Nuruosmaniye Kur’an Kursu hocası Hasan Akkuş’un talebesi. Rahmetlinin kıraati çok düzgündü) kuran ve din dersleri alıyor.
O yaz babam, aylardan Temmuz, Bursa’nın Uludağ yolu üzerindeki Çongara (Yiğitali) köyüne fahri imam oluyor (resmî görevli değil, ücretini köylülerin aralarında topladıkları ayni ve/veya nakdi yardımla ödedikleri bir görevlendirme şekli). Bizi de alıp götürmek için köye geliyor.
Eşyalarımız Cerrah Köyüne kadar öküz arabasıyla, Cerrah’tan İnegöl’e kadar yolcu minibüsünün port bagajında, İnegöl’den Bursa’ya kadar otobüsün bagajında, Bursa’dan Çongara köyüne kadar da iki at arabasıyla taşınmıştı. At arabalarından birine biz binmiştik, diğerine de eşyalarımız.
Ben ilkokul ikinci sınıfa Çongara köyünde gidecektim, ancak babamın ilk imamlığı sadece iki ay kadar sürdü. Rahmetli tez canlıydı. Biri birşey dedi mi içine sindiremezdi belli ki. Sabredemez orayı terk ederdi. Bu yüzden görevleri de hep kısa sürdü. İki yıldan daha fazla bir köyde imam olarak kaldı mı ben hatırlamıyorum. Dünyayı terk edişi de çok hızlı oldu. Köyde bir ilkbahar sabahı, sobada yakmak için odun ve çalı çırpı almaya avluya iniyor. Avluda düşüp hayatını kaybediyor.
Çongara’dan sonra köye dönmeyi de gururuna yedirememiş olmalı ki İnegöl’de Kırcalı mahallesinde iki küçük odalı (iki göz) ev tuttu.
Ben Sinanbey ilkokulunda ikinci sınıfa başladım. Sınıflar üst kattaydı ve iç avludan ahşap merdivenden çıkılıyordu gacır gucur.
Bizim İnegöl yaşantımız da fazla uzun sürmedi. Bir yarı yıl İnegöl’de okula gittim ya da gitmedim biz yeniden köye, ancak bu sefer ayrı bir eve (halen ayakta olan baba ocağı) taşındık. İlkokul ikinin kalan kısmını da köyümüzde tamamladım.
Babam yazın, yürüme mesafesinde, yakın bir komşu köye (Alayna) 35 kile ekine (bir kile iki teneke, ekin=buğday) yine imam durdu. Annem ve ablam köyde kalıp işleniyorlar, babamla ben de Alayna’da kalıyoruz. Babam imamlık yapıyor, beni de köyün çocuklarıyla yazın Kur’an okutuyor. Bazen babamla ben de sabah namazından sonra köye çalışmaya geliyoruz, akşam ezanına doğru da dönüyoruz. Alayna Sulu Köy arası git-gel yaya olarak yaklaşık iki saat. Köy yerlerinde yazın herkes işte tarlada ya da bahçede olduğu için öğlen ve ikindin vakitlerinde cami cemaati olmuyor.
Kışın köyde bağ bahçe işleri bitince annem ve ablam da yanımıza geldi. Ben ilkokul üçe gidiyorum. Alayna’da da bir yıl kalabildik ve tekrar köyümüze döndük.
İlkokul dördüncü sınıfa bu sefer köyde başladım. Bir ve ikinci sınıfı köyde okurken, tek odada beş sınıf bir arada ve tek öğretmen vardı. Döndüğümde ise bir, iki ve üç bir odada; dört ve beş diğer odada olmak üzere iki odalı bir okul ve karı-koca iki öğretmen vardı. Yeni bir okul yapılmamış, ancak dört ve beşler için okula bir oda ilave yapılmıştı.
Sulu Köy’de, ilkokul dördüncü sınıfın yarısına kadar okuyabildim. Bu sefer babam daha uzak bir köy olan Karalar Köyü’ne 60 kile ekine imam durdu. Biz de Karalar’a taşındık. İşte 1970 yılında ben bu köyde İlkokuldan mezun oldum.
İlkokuldan sonra iki sınava girdim. Bunlar devlet parasız yatılı ve yatılı öğretmen okulu sınavlarıydı. Öyle hatırlıyorum. O zamanlar da sınavları kazanabilmek için güçlü torpil bulmak gerekiyordu diyerek kimseye haksızlık etmek istemem. Kazanamadım. Babam beni okutmak istiyordu eminim, ancak imkanı yoktu.
Köyün yaşlıları babama, “çocuğu okutup da ne yapacaksın, ver bir berberin yanına çırak, meslek öğrensin” diyorlardı. Hoş bir zenaatkarın yanına çırak verse bile ya ailecek İnegöl’e taşınacağız ya da bir akrabanın yanında kalacaktım ki yanında kalabileceğim yakın bir akrabamız da yoktu o dönem İnegöl’de.
Babam onları dinlemedi, belki de şartlar elvermedi. Ancak, yine birilerinin tavsiyesiyle beni Bursa’ya İsmail Hakkı Kur’an Kursu’na götürdü. Öyle her geleni almıyorlar içeri. Hocalar toplandı ve beni sınava tabi tutacaklar. Hocalardan biri “oku bakalım bir yatsı ezanı” dedi. Başladım okumaya. Daha ezanın yarısına gelmeden “tamam yeter” dedi. Bize, “siz dışarda bekleyin” dediler. Aralarında değerlendirme yaptıktan sonra babamı çağırıp “sesi zayıf burada okuyamaz” demişler. Bir ümit daha söndü.
O yaz babam Aşağıballık köyüne imam durdu. Okullar açıldı ve imkansızlık. Ben orta okula başlayamadım. Bir yılım boş geçti.
Babam ve tabiki annem beni okutmak için büyük gayret gösterdiler.
Bundan sonraki okul hayatımı, babam ve annemin beni okutma gayretlerini kısa kısa hikaye etmiştim. Yeri geldiğinde belki yine, bu sefer başka bir açıdan anlatırım.
Bir baba olarak, babalar gününde babamı rahmetle, minnetle anarken, hayatımızdan kısa bir kesiti de aktarmaya çalıştım.
Bu vesileyle öncelikle kendileri de baba olan ilk iki oğlumun babalar gününü kutluyorum. Sonra da sayfamda yer alan tüm babaların babalar gününü kutluyorum.
Kayıt Tarihi : 18.6.2018 21:48:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Mustafa Öncer](https://www.antoloji.com/i/siir/2018/06/18/bir-kisa-hikaye.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!