Bir Kadını Ağlatmak Şiiri - Suat Kayis

Suat Kayis
55

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Bir Kadını Ağlatmak


Bir kadını ağlatmak çok zor olmasa gerek.
Her an,
Her şeye ağlayabilirler:
Mesela bir filme,
Radyoda çalan bir şarkıya,
Hatta kendisine yazılan bir şiire…
Bahanesi varsa eğer ağlamaya.

​Ama......
Bir kadının hıçkırığı,
Hıçkıra hıçkıra ağlatmak,
Yürekten ağlatmak çok zordur.
Eğer bir kadın yürekten ağlıyorsa,
Onu ağlatan,
En zayıf yerinden yakalamıştır.
Ulaşmıştır imkânsız denilen duvara,
Yani yüreğine.
​O yüreğin değerini bilmeyen,
Her defasında gözünü bile kırpmadan batırmıştır iğnelerini.
İşte o zaman değişmeye başlar her şey.

​Bir yumruk düğümlenir boğazına,
Nefesi kesilir.
Yutkunamaz,
Nefes bile alamaz.
Canı çok yanmaya başlar.
Gözleri dolar.
Hemen ağlamamak için,
Elinden geleni yapsa da,
Başlar gözlerinden süzülmeye.
Önce bir iki damla,
Sonra çoğalır istemsizce.....
​Sanmayın gidene ağlar.
Giden yine de gider.

Peki ya giderken,
Kopardığını sormadan alıp gittiğinde?
Peki ya bıraktığı yara?
Asıl odur onu ağlatan,
Perişan eden.
​O yaranın hiç kapanmayacağını bilir;
Kapansa da izinin kalacağını,
Baktıkça onu hatırlayacağını bilir.
Aslında o yüzden,
Hıçkıra hıçkıra ağlar kadın.

​Ağlamak kadınları olgunlaştırırmış.
Her damla daha da kadın yaparmış.
Çünkü akıttığı her gözyaşı,
Hayatına bir çizgi olurmuş.
Biz de fark etmeden akıl yürütüyoruz:
"Ağlamayın, zaten değmezmiş ona!" diye...
Oysa o,
İçindeki zehri kusmaya çalışıyormuş.
Çünkü kadınlar ağlamazlarsa ölürler.
İçindeki acıyı dışarı atmanın tek yolu bu,
O yüzden çokça ağlarlar.

​İlerleyen zaman içinde,
Bir yol bulmaya çalışırlar kendilerine.
Kendileriyle barışık,
Kendisiyle dertleşen,
Etrafına sel verip sır vermeyen,
Ama......
Yapyalnız bir kadın yaratırlar kendilerine.
Ya günahkâr olmamak için,
Ya da o günaha düşmemek için,
Nefislerini köreltirler.
Sadece kendilerini savunmayı öğrenirler.
​Yürekten anlayan kadınları çok göremezsiniz.
Çok vazgeçerler,
Zamanla ağlamaktan da vazgeçmiş olurlar.

​Etrafınızda tek başına,
Hep evlenmekten korkan,
Yeni bir hayat kurmaktan kaçan,
"Varsa iş, yoksa iş" diye yaşayan çok kadın var.
Peki neden?
Cevap basit:
İnançlarını kaybetmişler.
Sevmekten,
Sevilmekten,
Vazgeçmekten...
​Hep kendi doğrularına inanmışlar.
Kim kendilerine zarar verdiyse,
Kabuğuna çekilmişler.
Unuttukları hep yanlış kadınlar,
Hep yanlış erkekler demek.
O zaman neden sevsinler ki?

​Etrafınızda yürekten ağlayan bir kadın varsa,
Bilin ki olgunlaşıyordur,
Ya da olgunlaşmaya başlamıştı.
Sırf bu yüzden,
Aşka olan inancı,
Gün ve gün azalmıştır artık.
Aşkın masallarda olduğuna bile inanmazlar.
Çünkü onlara göre doğru değil.
Çünkü inancı yeterince kırılmıştır.
​Çölde su olsan, "Serap!" deyip gelmezler yanına.

Suat Kayis
Kayıt Tarihi : 10.11.2025 22:32:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Tuna Kafkas
    Tuna Kafkas

    XXX
    kazıdım pençe pençe,
    muhabbetli nazarlarının,
    en nergis/en lilyum/en leylak/en hatmi/en gül/
    en yıldız dokunuşlarını kalbime senin,
    buhara nefesli azizim;
    ki yüzüne değil,
    baktığın yere bakmaktı seçimim…,

    şimdi kandil kandil yansın içimle için,
    içimle için nola da,
    bekâ alemine yola çıkan bir dostun ardından,
    ölümün yolunu gözlemek gibi,
    hayata aykırı kalan,
    temayüllerimle dirileyim…,

    ki,
    öyle görünüyor ki;
    sen de incinebiliyordun demek aşk efendi,
    ve şimdi o mağrur, o asi, o arsız ve
    o pervasız başın önünde,
    yine de sirk kaçkını bir şempanze gibi,
    korkuluklar arkasında sırıtıp durarak,
    hâlâ fiyakandan geçilmiyor ve,
    çalım satabiliyorsun öyle mi,
    öyleyse beter ol, aşk efendi;

    yalnızca yerdeki gönlü çorakları değil,
    semavattaki maşukları bile,
    gıptaya mecbur eden,
    siy/ah ve okyanus mavisi anların,
    gelişi/güzel sohbetlerinde,
    gönül hüzmelerine karışırken lisanımız,
    halimize bak ki,
    gecenin lacivert tufanında kaybolur olduk…,

    ele avuca sığmıyordu zaman,
    mekân haylazdı ve üzgünüm
    çok üzgünüm diyerek çalamam
    kapını da bir daha, ama bilirsin;
    şiirler yazabildiği vakte dektir
    ömrü aşkın…,

    ki bugün nasılsın bilmiyorum,
    belki hastasın, belki;
    şehre bakan arka bahçede yine,
    o turuncu güle
    ikindi suyu veriyorsundur,
    ve belki günlerden hafta sonudur,
    çarşamba gibi görünse de yine,

    saçları kızıl, bir çilli çocuk,
    hayran kalıyor tebessümüne kim bilir,
    ve kucaklayıp sarılıyorsun ona belki,
    dildâr ve iffetli komşun da tül ardından,
    seni seyrediyordur belki, bilmiyorum;
    ama hayatta oluşuna müteşekkirim,

    bir cacık olmasa da ilk dönemece dek,
    kalp duvarlarımız yıkılmadan geçtik
    aşkın ilk veda kapısından biz…,
    sen kurban derisinden bir seccadede,
    ben namaz tahtasında bir derviştim,
    ve medine gülü çayı dolu bir kadehi yudumlarken,
    sen; sonsuzluğa ç/ağlayan bir ırmaktın,
    kaparken muhabbete gözlerimi ben,
    kara üzüm şırasını dileyen bir sermesttim…,

    ve yürüdüm takalar boyu,
    içine balıkların takıldığı,
    ağ ağ örülmüş kıyıların içinden geçtim;
    çırpın, çırpın çırpınarak...,
    ki takvimleri didik didik eden martıyım,
    çözdüm düğümlerini gemicilerin,

    ve yürek ne zaman,
    ibrikten,
    bal şerbetli kahve köpüğünü,
    damla damla, yavaş yavaş
    usul usul,
    süzüm süzüm süzülerek içse…,
    hayat;
    yüksekten engine inmek gibi,
    aklını yitirmiş bir şelale olup köpüre köpüre
    ve deli kudretli bir devinimle akarak,
    iç telaştan azade itminana kavuşup,
    temkin sahibi ve ağırbaşlı bir vakarla,
    sekinet buluyor…,

    /ah kaçırma gözlerini benden
    bal köpüğü; sohbetini tattım bir defa
    ve kalbimde bir dolunay bakışıyla,
    yüzünün mehtabına giden yakamozun yolunda,
    iki turkuaz porselen kırdım…,

    bu karanlık okyanus
    nihayet gözlerini açtı,
    /ah ayın on dördüm,
    affet…,
    açlıkla terbiye oluyorum,
    ayyaş bir nefes gibi kokarak,
    sensizim,
    ve öyle görünüyor ki özlemiş olmalıyım…,
    bunca değersizlik hisli ve,
    kırık dökük sızım sızım,
    iç çekmelerimden belli,

    bu, /yeniden kavuşmaya itikadı bozuk dünyanın,
    sevda manastırında,
    yokluğunun kırbaçladığı bir besteyle,
    içime uşşâk makamında düşen şarkısın sen,
    neden anlamıyorsun…,

    ve ömrümü bilmem kaça bölen,
    zamanın ben merkezlilik kılıcının,
    keskin yanıyla tenime battığı yerde;
    gözleri dolu dolu derelerin,
    eğrile doğrula sapmalarıyla dolan bir gölün kıyısında,
    medeniyet tasavvuru demli bir yudum bir çay bile,
    içilemez ve zehir oldu haberin var mı,
    mülevves ortadoğulu kucaklaşmasından…,
    ve başlatma şimdi ümmet olma bilincinin,
    ızdırabından,
    böyle zırvalık sancılı kasıkların yapacağı doğumdan,
    nilüfer gözlü,
    ve asr/ı saadet bereketli bir kız evladın,
    dünyaya gelişini beklemek;
    başını suya eğip, içine akan
    ve cebinde sakladığı kıpırtısız susuşu
    sessizce derine bırakan...,
    cuma selamlığı beynamazlarının,
    mürted haline bakmadan,
    kadim kelama gösterdiği ihtirama benzer
    /ah…,

    fakirane diyorum ki;
    bir gül dalıyla nakışlayıp aşkı…,
    yedi cüceli masalın,
    içine düşen kalbimizi,
    kalabalık bir meydana,
    yağmur dualarıyla serelim,
    artık bahtına
    ve müktesebatına ne yağarsa…,

    ki gâh çenemi gâh alnımı dayadığım,
    kalp atışlarımın arasından yol açtım,
    dikenli ve yeşil bir köprüyle rabıtana,
    /ah elbistanın iftiharı,
    evet biliyorum,
    yaşam kızgın bir tavuskuşu aramızda,
    tüylerindeki gökkuşağını başımıza kakan,

    ve öyleyse sizlerde duyun ulan,
    müstafiyim artık bu,
    hayata pantolonun paçasından bakan magandaların,
    ve akşam sofrasına bir arada oturamayan
    aileliği kütükte kalmışların ve
    aşkını vatanı bilmeyen,
    gözdelik ve ikbal peşindeki
    dilberlerin davasından,
    ah;

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)