'Gel, bak', diyor. Uzanıyorum yanına. Buz gibi bir griye boyanmış çelik kapının altındaki mazgalın ardında parlayan ışığa bakıyoruz. Yerlerde uçuk mavi seramik karolar ve griye boyanmış bir duvar görüyorum ben. Bir de gölgeler.
'Dikkatli bak', diyor, 'işte gökdelen. Yanındaki sokaktan girdin miydi bizim ev. Ben şuradaki vapurun içindeyim. Gündüz okuyamadığım gazetemi açmış okuyorum. Elimde taze demli bir bardak çay. Sigaramı sıkıştırmışım dudaklarımın arasına. Güneş körfezin tam orta yerinde denize gömüldü gömülecek. Arada başımı gazetemden kaldırıp onu seyrediyorum. Tam da imbat vakti. Başımın üstünde dolanıp duruyor yumuşak, serin.
Sigaram bitti, çayım da. Çayın yenisini söylüyorum garsona. Gözüme küçük bir kız çocuğu çarpıyor. Saçları iki yandan kurdelalı. Görüyor musun, yüzündeki çilleri? Pembe bir elbise giydirmiş annesi. Ufaklık da titiz hani, hanım hanımcık oturmuş bankın üstüne. Nasıl da ödü kopuyor elbisesi kirlenecek de annesinden azar işitecek diye... Annesi de yorgun. Belli ki iş dönüşü kreşten almış onu. Kızın gözlerinde bütün gün oyunlar oynamanın keyfi ve yorgunluğu. Uyudu uyuyacak. Ama ya elbisesi kirlenirse? Görüyor musun yanımda iki kocaman paketi, gözlerim küçük kızın gözlerinde okşuyorum o paketleri. İki bebek var o paketlerin içinde.
İkinci çayım da geldi. Ama daha içemeden yanaştı vapur iskeleye. İniyorum. Bak, annesi neredeyse sürükleye sürükleye nasıl da götürüyor küçük kızı eve? Ne yapsın kadın? Onun da canı çıkmış bütün gün.
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim
Çok güzeldi çok...Emeklerinize sağlık.
Bu şiir ile ilgili 1 tane yorum bulunmakta