Her şeyden önce bir yazarın konumlanma süreci, o yazarın yazdıklarından çıkıyor. Yazdıklarından ve bir eylem alanı olarak edebiyatla olan ilişkisinden. Örneğin yönettiği yayınlardan, hazırladığı antoloji, derleme, seçki gibi yapıtlardan çıkıyor.
Acaba deneme yazınımızda bir denemeci nasıl konumlanmaktadır?
Önce kısaca denememize değinmek, belki de konumuzun kapısını açmak için gerekiyor. Tarih olarak çok fazla geriye gitmeden ama denemenin tarihi olarak bizdeki başlangıç noktasına giderek Ataç’tan başlamak istiyorum.
Cumhuriyet sonrasında, Ahmed Hâşim, Yahya Kemal, Yakup Kadri, Falih Rıfkı gibi yazarlar denemenin örneklerini vermişler ancak “Türk deneme yazını” ilk büyük temsilcisine Nurullah Ataç ile kavuşmuştur.
Ataç ile birlikte, Sadri Ertem, Sabahattin Eyuboğlu, Suat Kemal Yetkin, Ahmet Hamdi Tanpınar da denemeler yazmış. Ne var ki denemeyi âdeta bir “disiplin” hâline getiren Ataç’tır. Denemeyi türsel bağımsızlığına, özgünlüğüne kavuşturmuştur. Yani, Ataç denilince akla önce deneme gelir. Deneme denince deAtaç…
Ataç ile birlikte eleştirel deneme de yaygınlaşmaya başlamıştır.
Ataç’tan sonra günümüze kadar hızla gelirsek Sabahattin Eyuboğlu, Vedat Günyol, Melih Cevdet Anday, Salâh Birsel, Nermi Uygur, Memet Fuat, Cemal Süreya, Uğur Kökden, Onat Kutlar, Murat Belge, Enis Batur gibi denemecileri denemede ve başka türlerin kalemşörleri olan Attilâ İlhan, Asım Bezirci, Mehmet H. Doğan, Tahsin Yücel, Ahmet Oktay, Özdemir İnce, Hilmi Yavuz, Doğan Hızlan, Füsun Akatlı, Selim İleri, Mehmet Rifat gibi şair, romancı, öykücü ve eleştirmenlerin de eleştirel denemede önemli örnekler verdiğini görürüz.
Kuşkusuz kısaca değinilmesi gereken bir konu da deneme ile eleştirinin çakışması.
Deneme ister istemez, edebiyat içi konulara yöneldiğinde eleştirinin sınırlarına girer. Benzer şekilde, eleştiri yapıta dönük eleştiri değilse o da genellikle kendini denemenin içinde buluverir.
Bir başka nokta ise, okur ilgisinin azlığı. Bunun kuşkusuz ki başlıca nedenleri arasında edebiyatın ve edebiyatçıların yetersizliği değil, edebiyat dışı nedenlerin bulunmasıdır. Yâni deneme “düşünce jimnastiği” ise bir yanıyla, felsefenin ilgi alanıyla örtüşüyorsa bir yanıyla, o hâlde bizim toplumumuzu, kültürel gelişimimizi düşünürsek, denemeye ilgisizliği çok daha geniş boyutuyla ele almamız hiç de yanlış olmaz. (Selahattin Hilav, denemeyi edebiyatın felsefeyle kesişme noktası olarak tanımlar.)
Sokak dergisinde birkaç yıl kadar önce yazdığım bir yazıda denemeyi 21. yüzyılın türü olarak tanımlamış ve denemeye olan ilginin artacağına dair umudumu dile getirmiştim. Her ne kadar umutsuzluk günlük yaşamdaki en küçük öğelerle yüzüme vuruluyorsa da ben deneme için umudumu yitirmedim.
Yazar A
Şimdi bir denemecimizi ve de kültürkişimizi, edebiyatçımızı örneklemek, onun konumunu belirlemek daha doğrusu onun denemeci olarak yazarlık sürecine deneme açısından bakmak, okumak, anlamlandırmak istiyorum. Yazarımız Türk edebiyatında belirli bir kişiliktir; ancak ben şimdilik A ile tanımlayacağım.
Yazarımızın denemelerinden söz etmek, onun denemelerine bakarak, konumlanması adına bir şeyler söylemek, üretmek istiyorum. Yoksa yazarımız yalnızca deneme yazarı değil, aynı zamanda eleştirmen, editör ve yayıncı olarak da; hazırladığı antolojiler, yardımcı kitaplarla da yâni Ataç’ı anımsayarak söylersek gerçek bir edebiyatkişisi olarak da kültür yaşamımızın, edebiyat dünyamızın son otuz beş-kırk yıllık döneminde etkin olmuş bir yazar.
Özel yaşamına girmek istemiyorum. Ancak yirmili yıllarda doğduğunu, iyi bir edebiyat eğitimi aldığını, yoğun bir edebiyat ortamında büyüdüğünü bir ipucu olarak belirtmeliyim.
Yazarımız deneme ve eleştiriye yönelmeden önce –ki yazarımız için deneme eleştirinin bir üst biçimi olarak tanımlanabilir; yâni eleştiri yazılarının bir kısmını deneme tarzıyla kaleme almış; bir yandan da eleştirel deneme türünün en güzel örneklerini vermiştir– bir öykü kitabı bir de romanı yirmili yaşlarında yayınlanmıştır. Daha sonra oyun yazmış (ama hiç oynamamış) ve tiyatro tarihi hazırlamıştır. Yazarımızın deneme yazarlığına yavaş yavaş geliyoruz, çünkü yazarımız A yalnızca bir türde kalem oynatmamış. Nitekim 1962 tarihinde yazdığı “Günce Üzerine” başlıklı yazısında şöyle diyor:
“Düşüncelerini okurlarına iletmek değil mi önemli olan? Her yol denenmeli, her araç kullanılmalı! Bilinenler yetmezse, yenileri aranmalı! ”
Böylece yazarımız da çeşitli yazı biçimlerini denemiş oluyor. Ama deneme ve eleştirel denemeleriyle, yukarıdaki alıntıda da belirttiği ve altını hep çizdiği düşüncelerini okura iletmeyi bugüne kadar sürdürüyor.
Yazarımızın denemeci olarak konumlanması öykü ve roman denemelerinden sonra oluyor. Genel bir kanı vardır; yâni başka bir türe kaydığınız zaman ilk ürünlerinizde ya da ilk denediklerinizde başarılı olmayışınızdan dolayı bir kaymanın olduğu saptaması yapılır. Bence bu yazarımız için geçerli değil. Çünkü onun için önemli olan düşüncesini söylemektir. Yâni çağdaş insanın tipikliği olması gereken ya da çağdaş yazarın tipikliği olması gereken düşünen insan ama bedensel işlev olarak düşünen değil, düşünce üreten insan. Düşünce jimnastiği yapan insan; ve bir ikinci nokta: yazarımız denemeyi ve de eleştiriyi yaratım türleri gibi değerlendirmektedir. Yâni yapılan iş sanatsal bir yaratımdır.
Yazarımız denemelerine 1950’li yıllarda başlıyor. Bugüne kadar da sürüyor. Bu sürede yazdığı yazılardan oluşan dört deneme kitabı yayınlanıyor. Birinci kitabı 1960’da yayınlanıyor ve 1954–1960 arasını kapsıyor; ikinci deneme kitabı da 1982’de yayınlanıyor ve 1962–1969 arasındaki yazılarını; üçüncü deneme kitabı da 1986’da yayınlanıyor ama yine ilk yıllardaki yâni 1951–1960 arasındaki yazılarını kapsıyor; dördüncü deneme kitabı da 1992 yılında yayınlanıyor ve son dönem 1985–1991 yılları arasında yazdığı denemelerini içeriyor.
Şimdi bu görünüme bakarak yazarımızın denemeciliğini iki ana döneme ayırabiliriz: 1969’a kadar olan dönem ve 1985’ten sonraki ikinci ya da son dönemi. Ayrıca özel olarak biliyoruz ki yazar A’nın 1969–1985 arasındaki yazılarından oluşan henüz yayınlanmış ama basıma hazırlanmış iki kitabı daha var. Ancak biz o yazıları kapsamımızın dışında tutacağız.
Yazar A’nın Birinci Dönemi
Birinci dönemde yazarın daha çok edebiyat içi denemeye yöneldiğini, denemelerinde edebiyat konularını işlediğini görüyoruz. Bu dönemde ürün eleştirisi ve eleştirel denemler ağırlıkta. Sanatçının / yazarın edebiyat ile ilişkisi, kültür ile ilişkisi düşünce ve ideolojilerle ilişkisi üzerinde duruyor. Özellikle de yenilik sorununu irdeliyor; öteki yazarlarla tartışıyor.
Dönem Türk tarihi ve Türk kültür tarihi için de ilginç bir dönem. Edebiyatımızda yeni akımlar var. Edebiyat tarihlerinde sıkça karşılaşıldığı gibi eski-yeni çatışması; gelenekçilik-yenicilik tartışmaları var. Yazar 1958’de yazdığı bir yazıda –ilk kitabında da yer alıyor– bu konuda şöyle diyor:
“Yeniliğin yaratıcılık yolundaki yapıcı etkisinden hiçbir zaman şüphe etmedim.
“Sanat alanında her yenilik bir umuttur. Ama kendisinden öncekilere ekleniyorsa, onları genişletiyorsa, ileri doğru çekiyorsa, sanatı daha bir güçlendiriyorsa başarıya erer. Yoksa bir yasağa karşı bin yasakla gelen yenilikler sanatın gidişini çelmelemekten başka bir işe yaramaz.”
Yazarımız bu ilk dönemde daha çok tartışmacı ve yapıta dönük. Ancak düşünceye, yaratıma, yaratıcılığa olan saygıyı her seferinde yeniliyor ve altını çiziyor. Ancak estetik olarak uzlaşmaz. Yaratıcılığa, beğenisi dışında da olsa hoşgörüyle, iyi niyetle ve olumlamayla yaklaşıyorsa da bayağıya karşı estetik anlamda uzlaşmaz. Yine aynı dönemde ve aynı kitapta yer alan 1959 tarihli yazısında da şu betimlemeyi yapıyor:
“Özlenen, beklenen sanatçı çeşidine ‘düşünce’ye saygı beslemesini öğrenmeden kavuşabileceğimizi hiç sanmıyorum.”
Yine bu dönemde edebiyat içi eğitimi de hiç savsaklamıyor ve yeni tartışmalar açıyor, gündeme yeni konular getiriyor. Batı edebiyatını, özellikle de Anglo-sakson edebiyat ürünlerini yakından izliyor. Bilgisi bu konuda epeyce geniş. Nitekim bir yandan da İngiliz ve Amerikan edebiyatının seçkin örneklerini çevirdiğini, dünya edebiyatının seçkin örneklerini de çevirttiğini belirtmeliyim.
Yeni konular, dil, eleştiri, toplumcu sanat, sanatçı ile halk/toplum ilişkisi, tek çeşit sanata karşı tavır alış, önemli yabancı yazarların üzerine denemeler ve ağırlıklı olarak şiir.
Şiirimiz üzerine tartışmalar, şiir estetiği üzerine yazılar, şiir kitaplarının eleştirisi ağırlıklı bir biçimde yer alıyor. O yıllarda yaptığı bir saptama ise şu:
“Türk edebiyatının en büyük eksiği, bence, eleştirmenlerdir. Sanatçıları onların değerlendirmesi, anlayışsız, bilgisiz, rahatına düşkün okurları onların uyarması gerekir. Hem de yalnız dergilerde değil, gazetelerde de yazmalıdır. Ataç yaptı bunu.”
Evet yazarımızın birinci döneminin bir başka özelliği de, dönemin edebiyat otoritesi Ataç ile olan tartışmaları, karşılıklı yazışmaları. Yâni yazarımızın Ataç’a kafa tutması ama değerbilerek, Ataç’ın düşüncesine saygı duyarak. Ataç ile tartışmak sanırım o yıllar için güç bir iş. Hele genç yazarlar için. Ataç da yazarımız için şöyle diyor:
“Beğeniyorum … yazılarını, nerde bulursam okuyorum. İyi yazıyor. Bir konuyu ele aldı mı, onun üzerinde düşünüyor, özünü kavramaya çalışıyor, işi edebiyatçılığa vurmaya kalkışmıyor, parlak lakırdılara gitmiyor.”
Yazarımız da Ataç’ın ölümünün ardından şu satırları kaleme almış:
“… Ne yapacağız? Ne olacak şimdi? Gibi bir korkuya kapılmıştım. Oysa Nurullah Ataç da bir yazardı, bir sanatçıydı eninde sonunda. Ne onunla başlamıştı edebiyat, ne de onunla sona ererdi. Ama, nedense, bir korktum işte. Anlaşılan, bir dayanakmış benim gözümde Nurullah Ataç, yeniliğin, ileri doğru atılışın bir korkusuymuş.
“Çoğu düşüncelerimiz uymazdı. Yazılarımızda ne zaman birbirimizin adını andıysak çatıştık. Son yazılarında bana da ‘Bay’ demeye başlamıştı, ama iğneleme, yerme, batırma yoluna sapmadı hiç. Sapsaydı azalır mıydı ona karşı saygım, sevgim? Hiç sanmam. Sanatla bir ilgisi olmayan kızgınlıklar, anlaşmazlıklar yüzünden, sırasını bulup yerin dibine soktuğu kimseler çoktu. Darıldılar mı? Kendisinden gençler bile, yaramaz çocuk gibi tutarlardı onu. Büyümedi, yaşlanmadı, çatık kaşlı görünmedi hiç. Homurdanır kızar, söylenir, kavga eder, ama çocuksu havasını yitirmezdi.”
Yazar A da sert ama saygılı bir tartışmacı. Bunu birinci döneminin baskın özelliği olarak görüyoruz.
Yazar A’nın İkinci Dönemi
Yazarımız A’nın ikinci dönemi yâni bizim kapsamını çizdiğimiz ikinci dönemi 1985–1991 arasındaki yazılarından oluşan dördüncü kitabı ile son yıllarda yazdığı ve yazmakta olduğu yazıları.
Bu dönem, toplum tarihimizin baskıcı yasakçı ve değer yitiminin hızlandığı bir dönem. Yazarımız bu süreçte etik sorunlara yöneliyor. Yapıta dönük değerlendirmeden uzaklaşarak, iyice düşünce üreten, kendi kendine tartışarak, geleneksel çizgide uzanan denemeciliğin ortasında yer alıyor ve onu geliştiriyor. Bir ikinci özelliği sürekli yazması. Yazmaya ara vermiyor. Bir bakıma düşünmeye, toplum üzerine düşünmeye, tabiî ki edebiyat üzerine de düşünmeye ara vermiyor. Bir başka özellik, belki çok öznel bir değerlendirme olacak, önceki tartışmaların düzeysizliğinden sıkılarak yapıta dönük eleştiriden uzaklaşarak denemeye yöneliyor. Dördüncü kitabını oluşturan yazılar daha çok toplumsal ve etik sorunlara ilişkin denemeler. Nitekim “Sunu”sunda şöyle diyor:
“… Çoğu birbirine bağlı olan, birbirinin içinden çıkan bu denemeler, bir anlama çabasına, bir yeniden değerlendirme uğraşını sürdürürken, toplumu, insanı, inançları irdelerken, alttan alta ya da açık açık, hep şu kaygıyı taşıdılar: bunca kargaşa içinde sanatın yeri nedir? Siyasanın, güdümüne girmeyince sanat, kimilerinin son yıllarda savundukları gibi, görevsizleşir mi?
“Toplumsal yaşamda sanatın hem çok seçkin bir yeri, hem de siyasal etkinlikleri aşan vazgeçilmez bir önemi olduğu kanısındayım. İnsanın, toplumun, inançların belirlenmesinde sanatsal etkinliklerin önemi yadsınamaz. Sanat bu öneminden soyutlandığı oranda toplumsal yaşamdaki seçkin yerinden de uzaklaşır, sıradan bir eğlencelik durumuna düşer.
“Sanatı etkisizleştirmek, yalnız sanata değil, insana, dolayısıyla topluma da yapılabilecek en büyük kötülüktür.”
Bu dönemin en belirgin özelliği bir “toplumsal ilişkiler yumağı” oluşturmak gibi görünmektir. Şunu da demek istiyorum: Yazılan denemeleri tek tek incelediğimizde yazarımız, insanlara uygar yaşamanın yollarını öneriyor. Yol ve yöntem gösterme.
Değer yitiminin hızlandığı, edebiyata/kültüre ilgisizliğin hat safhaya yükseldiği bir dönemde yazar, okuru uyarmaktadır. Ancak, bu uyarma kaba bir biçimde şekillenmemiş; tersine estetik bir tavır vardır. Yâni sanat ile toplum, edebiyat ile toplum ilişkisinin üzerine gidilerek, insanları sanata ve edebiyata; kültüre, okumaya, bir sanat yapıtından zevk almaya yöneltme vardır. Sanat yapıtı ile, edebiyat yapıtı ile, insanı bizim insanımızı tanıştırma vardır.
Başlangıcından beri var olan –ki son döneminde iyice yoğunlaştığı– “düşünce özgürlüğü”nün savunusu (hiç savsaklamaz) … Nitekim bir yazısının başına günümüzden yaklaşık üç yüzyıl kadar önce yaşayan Hollandalı filozof Sipinoza’nın şu cümlesini koyar: “Özgür bir devlette herkes istediğini düşünür ve düşündüğünü söyler.”
Bir başka yazısında da özgürlük konusunu şöyle betimler:
“Bir ülkede ‘düşünce suçlarının ortadan kaldırılması için’ bir savaşım veriliyorsa, o ülke uygar ülkeler arasında anılamaz. Çağdaş uygarlık denince akla gelen belirgin özellik insanların gereksinimlerinin karşılanması, özgürlüklerinin başkalarının özgürlüklerini engellemeyecek sınırlara kadar genişletilmiş olmasıdır.”
Yazarımız şu son on-on beş yıllık toplumsal tarihimizde makyavelist bir anlayışın egemen olduğunu vurgulayarak 1990’da yazdığı bir yazısında bunu da şöyle belirtiyor:
“Makyavelizm günümüzde hiçbir engel tanımadan derin yatağında gürül gürül akıp gidiyor. Bu suda yıkananlar ise, her gün, değişik kılıklar, değişik yüzlerle, kentte, kırda, her köşe başından, her ağacın arkasından karşımıza çıkıveriyorlar.”
Düşünce Özgürlğü, Düşünceye Saygı
Bir bakıma yazar A, günümüzün aydınlarına, politikacılarına, toplumbilimcilere, okurlara, dolayısıyla toplumun bireyi olma durumunda olan insanlara bir bakıma bir toplum modeli öneriyor. Yazılarındaki ortaya attığı sorular ve yanıtlarıyla, nasıl olunmaması gerektiğinin altını çizerek, bizi bilge bir kişilikle nasıl olunmasına doğru tartışarak denemenin tadına vardırarak götürüyor.
Bu noktada bir şeyi önemle belirtmeliyim. Yazarımızın dili arı ve özellikle Türkçe sözcükler kullanıyor; Türkçe’yi yâni kendi ana dilinin en güzel ve işlevsel kullanımına hem dilbilgisi açısından hem de biçem açısından yöneliyor. (Nermi Uygur’un “Arıtıcılar” denemesini çağrıştırıyor.)
Denemeci yazar A’nın, tüm bu kırk yıllık deneme ve yazı serüveninde bir okuma edimi; bir yanıyla toplumu, öteki yanıyla da edebiyatı, kültürü ve sanatı okuma yâni anlamlandırma edimi içinde olduğunu görüyoruz. Yaşamımızı oluşturan her türlü öğeyi bir gösterge avcısı gibi –ki yazarımızı Mehmet Rifat Homo Semioticus adlı yapıtında böyle tanımlamıştı; yâni dünyayı anlamlandıran insan, bir homosemioticus– okuduğunu ve anlamlandırdığını görüyoruz.
Yazar A’yı betimlerken şöyle sonuçlandırabiliriz: Yazarımız her zaman düşünceye saygıdan yana ve hoşgörü sahibi. Çağının insanı olmayı ve nasıl olması gerekirliği üzerinde de önerileni hep ileri süregeliyor. Gençleri yüreklendiriyor. Gençlere etik değerlere sahip çıkmasını öneriyor; onları şiire ve edebiyata yönlendiriyor, ürünlerini beğeni hoşgörüsüyle değerlendiriyor.
Yazarımızın ilk dönem yazılarında metinleri okuma ve anlamlandırma çoğunlukta, ikinci döneminde ise toplumsal ilişkileri okuma ve anlamlandırma daha ağır basıyor. Denemelerinde anaeksen düşünceye saygı, hoşgörü iken; derleme, antoloji gibi yapıtlarıyla eleştiri yazılarında ise anaeksen yaratıcılığa saygı ve estetikten ödün vermeme olduğu görülüyor.
Evet, belki de hepinizin hemen bildiği, tanıdığı yazar A’mız Memet Fuat’ın ta kendisi. Ben Memet Fuat denemeciliği üzerinde denemesel olarak bir okuma, anlamlandırma yapmaya çalıştım ve gördüm ki, “ Çağımızın Montaigne”i yanı başımızda.
1992
[Ankara Fransız Kültür Merkezi’nde yapılan konuşma; daha sonra Gösteri dergisinde yayınlandı (1993): buraya alanırken birkaç yazımsal değişiklik yapıldı.]
Atilla BirkiyeKayıt Tarihi : 19.4.2016 11:05:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!