Bir Büyük Sır Söyleyeceğim Sana Şiiri - ...

Louis Aragon
3 Ekim 1897 - 24 Aralık 1982
40

ŞİİR


304

TAKİPÇİ

Bir büyük sır söyleyeceğim sana Zaman sensin
Kadındır zaman sevilmek özlemi duyar
Aşıklar eteğinde otursun ister
Bozulacak bir entaridir zaman
Perçemdir sonsuz
Taranmış
Bir aynadır buğulanan buğuları dağılan

Tamamını Oku
  • Saffet Çakır
    Saffet Çakır 02.01.2020 - 09:56

    İnsanlar vardır hani istasyonlarda
    El sallayan tren kalktıktan sonra
    Yani ağırlığıyla göz yaşlarının
    Kolları yana düşer onlara benzerim ben.
    Bir büyük sır söyleyeceğim sana Korkuyorum
    senden
    Korkuyorum ikindilerde seni pencerelere götüren
    şeyden
    Korkuyorum davranışlarından söylenmedik
    sözcüklerden
    Hızlı ve usul geçen zamandan korkuyorum
    senden

    Cevap Yaz
  • Selami Gezik
    Selami Gezik 17.02.2018 - 10:04

    Zamansızlık

    Bir zaman var zaman içinde
    Keşfet,bak tohum içinde
    Başaklara takmışız kafayı
    Dipten habersiz geçiyor zaman

    Dip yapacaksın dip
    Tohumun çatırdayan sesine
    Filizlenip yeşeren büyüsüne
    Kulak ver,dinle
    Bak nasıl da sarar
    Bir sarmaşık gibi kaderini

    Yaşam da zaman da uzun
    Manasını nüfuz edene
    Anlayamamışız gereksizliklerini
    Zamanın zamansızlığında yaşamayı
    Zamanı beklemiş kimimiz
    Yaşını başını saymış kimimiz

    Zaman içinde zaman
    Adı:zamansızlık
    Keşfet,geç kendinden
    Keşfedene aşk olsun o zaman
    Selami Gezik

    Cevap Yaz
  • Onur Bilge
    Onur Bilge 10.04.2017 - 05:25

    BİR BÜYÜK SIR SÖYLEYECEĞİM SANA

    Bir büyük sır söyleyeceğim sana Zaman sensin
    Kadındır zaman sevilmek özlemi duyar
    Aşıklar eteğinde otursun ister
    Bozulacak bir entaridir zaman
    Perçemdir sonsuz
    Taranmış
    Bir aynadır buğulanan buğuları dağılan
    soluklarla
    Zaman sensin uyuyan uyandığım şafakta
    Sensin bıçak gibi geçen boynumu
    Geçmek bilmeyen zamanın işkencesi oy
    Mavi damarlardaki kan gibi durmuş zamanın
    işkencesi oy
    Hep doyumsuz arzudan daha da beterdir bu
    Daha da beterdir bu
    Sen odada yürürken gözlerin susuzluğundan
    Korkarım hep bozulur diye büyü
    Daha da beterdir bu senle yabancılaşmaktan
    Başın
    Kaçak dışarda ve yüreğin başka bir çağda oluşu
    Sözcükler ne ağır Tanrım anlatırken bunları
    Arzunun ötesinde erişilmez yerlerde bugün aşkım
    Sen şakağımda vuran duvar saatisin
    Sen solumazsan eğer ben boğulurum
    Duraksar ve tenime konar adımın
    Bir büyük sır söyleyeceğim sana Dudağımdaki
    Her söz dilenen bir yoksulluktur
    Bir yoksulluktur ellerin için bakışında kararan
    bir şeydir
    Bundandır sana sık sık seni seviyorum demem
    Boynuna takacağın bir tümcenin saydam
    kristalinden yoksunum
    Şu sıradan sözlerimi hor görme Onlar
    sade bir sudur ateşte o sevimsiz gürültüleri
    yapan
    Bir büyük sır söyleceğim sana Beceremem ben
    Sana benzer zamandan sözetmeyi
    Senden sözetmeyi beceremem ben
    İnsanlar vardır hani istasyonlarda
    El sallayan tren kalktıktan sonra
    Yani ağırlığıyla göz yaşlarının
    Kolları yana düşer onlara benzerim ben.
    Bir büyük sır söyleyeceğim sana Korkuyorum
    senden
    Korkuyorum ikindilerde seni pencerelere götüren
    şeyden
    Korkuyorum davranışlarından söylenmedik
    sözcüklerden
    Hızlı ve usul geçen zamandan korkuyorum
    senden
    Bir büyük sır söyleyeceğim sana kapıları ört
    Ölmek sevmekten daha kolaydır
    Bundandır yaşamanın sancılarına yönelmem
    Sevgilim.

    Louis ARAGON


    VARLIĞINLA YAŞIYORUM

    Dantel gibi örülür şiirler. Bir yere ilmek atılarak başlanır, desenlenerek devam edilir ve bir yerde bitirilir. İlmek gizlenir. Hangi taraftan başlandığı, hangi taraftan bitirildiği ilk bakışta belli olmayabilir. İlk ilmeğin veya düğümün hangisi olduğunu anlamak her zaman kolay değildir. Nasıl örüldüğünü anlamak için son ilmeğin bulunması ve açılması gerekir. O açılınca diğerleri kolayca açılmaya, şiir örüldüğü gibi sökülmeye başlar. Artık nasıl örüldüğünü anlamak çok basittir.

    Bu şiirdeki ilk ilmek zamandır. Zamandan bahsederek başlamış şiire… Ben de o ilmeği açarak başlayacağım sökmeye…

    Zaman, kadın gibidir. Fark edilmek, sevilmek, okşanmak, ve her şeyden önce hak ettiği değerin kendisine verilmesini ister.

    En değerli sermayemiz, sonsuzluk içinde bize bahşedilen bir zaman dilimidir. Ömür dediğimiz süre, çağlara bölünmüştür ve sınırlıdır. Çok kıymetli olan zamanın sıradan birileriyle harcanması hiç de akıllıca değildir. Vaktin, ancak en az onun kadar değerli ve önemli olan kişi veya kişilerle geçirilmesi tercih edilir.

    Zaman, elde avuçta durmaz. Sürekli hareket halindedir ve artma ihtimali yoktur. Her an eksilmekte, azalmakta, ecelse aynı tempoda yaklaşmaktadır.

    Bizlere bahşedilen en değerli sermayemiz olan ömrün, dünya meşgalesi içinde kendimizi dahi unutmuş haldeyken nasıl tükenmekte olduğunun farkına bile varmayız. Hayat, yakınımızdan hafif bir rüzgâr gibi sezdirmeden, sessizce geçer gider. Maziye dönüp baktığımızda o güzelim çağlarımızın tüm yaşanmamışlıklarıyla ne kadar geride kaldığını fark eder, derin pişmanlık ve kederle bize teğet geçip giden çağlarımızın ardından bakar kalırız. Hayat iyi veya kötü, bir şekilde devam etmektedir ve özlem duyduğumuz zaman dilimleri artık ulaşamayacağımız, geriye dönüp de değerlendiremeyeceğimiz kadar uzakta kalmıştır.

    Zamandan tutup çekmeye başladım bile. Şiir artık kolayca sökülüyor!

    ”Zaman sensin!” diyor şair. “Zaman, seni yaşama zamanı... Seninle yaşama zamanı... Zaman sensin! Zamanı güzelleştiren, değerli hale getiren…”

    Âşıklar, zamandan bir şey beklerler. Sevgi gibi bir şey… Bir kadınla yaşamak isterler zamanı… Eteklerine oturmak, ellerini tutmak ve gözlerine sevgiyle bakmak…

    “Seni tanımadan önce herkes gibi ben de yaşıyordum ama sıradan ve monoton, kalitesiz bir yaşamdı benimkisi… İçinde sevgi, sevinç, huzur ve mutluluk gibi eşsiz güzelliklerden eser yoktu. Hayatı çiğnemeden yutuyordum. Hiç tadını almadan… Günlük koşuşturma içinde ne kadar susamış olursam olayım, bir bardak suyu kafama diker gibi içiveriyordum zamanı. En nefis içeceklerin bile tadını almadan... Hiçbir şeyin lezzetinin farkına varmadan sadece ihtiyaç gideriyordum.

    Şimdi, hayatımın azalarak iyice değerlendiği bu son zamanlarında suyun bile bir ısısı, bir tadı olduğunu fark ettim ve yavaş yavaş, hissede hissede yudumlar oldum. Diğer içeceklerin de ne kadar lezzetli olduklarını yeni keşfettim.

    Varlığınla güzelleşen ve değer kazanan hayatımı, acıkınca ayaküstü bir şeyler atıştırır gibi değil de denize nazır bir restoranda, çiçeklerle süslenen, leziz yemeklerle donatılan, mumlarla ışıklandırılan mükellef bir sofrada canlı müzik eşliğinde en sevgiliyle sohbet ederek yenen bir akşam yemeği yercesine huzur içinde zevkle yaşamayı öğrendim.

    Beni bana bırakma! Eskisi gibi yalnız kalarak kendimi adımlamaya mecbur olmayayım. Gel, birlikte yudumlayalım, zamanı! Zamanı, farkına vara vara yaşayalım ve her anını değerlendirelim, birlikte. Yakınlığımdan usanıp, birkaç saniyeliğine bile başını çevirip pencereden dışarıya bakmana bile tahammülüm yok!”

    Bir şarkı geldi hatırıma:

    ’Gözlerini gözlerimden ayırma hiç, ne olur!
    Ellerini ellerimden alma sakın ne olur!’

    Zarf gibidir zamam. Açılır, içindekinin okunması için. Haliyle bozulur. Dokunulmazlığı gider. Yaşanır ve mazi olur, günlük sayfaları gibi anılar taşır üzerinde. Sayfa sayfa çevrilir. Sonsuzluğa akar, muntazaman... Sürekli alna düşen perçemi düzeltip durmak yahut onu biteviye taramak gibi… Soluk soluğa yaşanmalı aşk, nefeslerle buğulanan aynalara vururcasınavurmalı nefesler yüzlere…

    “Henüz yaşanmamış olan zaman, el değmemiş bir bütün… Gel, birlikte parçalayıp paylaşalım! Bir kâkülü usanmadan zevkle tarar gibi… Nefeslerle buğulanan ve tekrar eski halini alan aynalar gibi olsun, bakışan yüzlerimiz.

    Zaman, seninle yaşanan zamandır. Seni uyandığımda yanımda görmek kadar güzel bir olay yok! Hayali bile anlatılmaz mutluluk veriyor bana.

    Ben mi zamanı öldürüyorum, zaman mı beni? Aslında sen öldürüyorsun beni! Sen kesiyorsun boynumu ansızın! Giyotin bıçağı gibi geçiyor bir lahzada boynumdan sen yanımdayken zaman! Yaşanmadan geçip giden hayatım gibi... Seni beklerken geçmek bilmeyen zamanlar işkence! Hem de nasıl bir işkence!..

    Arzudan farfklı bir yerde bugün aşkım. İlahi bir aşk gibi… Tenden uzak… Bambaşka… Her zamankinden farklı… İsteklerden arınmış, beklentilerden uzak…

    Vakit sensizse, renksiz ve desensiz… Bekleyişin sıkıntısını bana sor! Bana sor yalnızlığın acısını! Seni beklerken akmaz oluyor zaman. Bir ölünün toplardamarlarında donup kalan mavi kan gibi duruyor, donuyor, kahredici bir hal alıyor! Öyle bir işkence ki! Tutkunun işkencesinden daha beter bir azap! Çin işkencesi!..

    Öyle değerli ki aşkımız, büyük bir itinayla korunmalı! Değil kötü bir söz, bir bakış bile o şiirin bozulması için kâfidir. Bir baş çevirfme... Başka yana dönme... O büyü asla bozulmamalı! Aşkımız hep bu şekilde devam etmeli!

    Beraberken bile gözlerini gözlerimden birkaç saniyeliğine olsun ayırınca, onları bir daha hiç göremeyecekmişim gibi geliyor bana. Sanki bakışların bitecekmiş gibi… Bakışlarındaki sıcaklık… Sevgi, aşk… Sanki sihir bozulacak… Bozulacak da yavanlaşıverecekmiş gibi aramızdaki muhteşem olay… Artık bir anlam ifade etmez hale geliverecekmiş gibi gözlerin… Ayrılıktan daha beter böyle bir düşünce! Hele hele aklından başka birinin geçmesi ihtimali mahvediyor beni! Böyle bir şeye bir anlığına bile tahammül edemem! Bir süreliğine bile benden yüz çevirmene katlanamam! Kalbinden başka bir şey geçirmeni hazmedemem!

    Nasıl anlatsam, bilmem ki! Kolayca ifade etmek mümkün değil ki hislerimi. Aşkın ötesi duygular bunlar! Arzu falan değil… Ondan çok ötelerde, doruklarda hissedilen duygular…

    Sanki sen kalbimde işleyen bir saatsin. Bende, bedenimde, bedenimin her yerinde mütemadiyen atmaktasın… Damar damar yayılmışsın... Bileklerimde, şakaklarımdasın, nabız nabız…

    Bugün yine zaman sensin! Zamanın tamamı senin… Seni yaşıyorum dakika dakika… An be an… Seni içiyorum yudum yudum… Her saniyemde aralıksız, kesintisiz sen… Sürekli aklımda, kalbimdesin!

    Varlığınla yaşıyorum. Nefesinle nefesleniyorum. Sen nefes almayı bıraksan ben soluksuz kalırım, boğulurum!

    Nabzımın her atışında bir adım daha gelirsin bana, ben olursun biraz daha çok…

    Ne yaparım ben sensiz kalırsam? Sensiz, nefessiz… Bir an duraksar, can veririm mutlaka! Can veririm ayaklarının altında! Sebebim olursun!

    Bir sır vereceğim sana. Büyük bir sır… Fakat duygularımı ifade edebilecek kadar zengin değil sözcük hazinem. Desem desem: “Yoksulum!” derim, yokluğundan bahsederken… Ellerim ellerinden yoksunsa, yoksulum. Bu da senin nazarında pek bir şey ifade etmez, biliyorum. “O kadarcık mı?” diye dudak bükebilirsin. Onun için sana ancak: “Seni seviyorum!” diyebiliyorum. Bu sözü sık sık tekrarlayışımın nedeni bu!

    Çok güzel bir sözüm olsaydı keşke! Keşke bu sözden daha güzel bir söz bulabilseydim de onu serpme bir pırlanta kolye gibi boynuna takabilseydim!

    Sözlerim yetersiz… Sözcüklerim kifayetsiz… Bu nedenle aşağılama beni. Yüreğim kor ateş… Ağzımdan dökülenler, kalbimdeki ateşe serpilen ve cızırtılar yapan su damlacıkları gibidir ancak, pırlanta taneleri değil. Onları da demesem yüreğim çatlayacak! Söylediklerimle su serpiliyor yanan kalbime. Birazcık ferahlıyorum.

    Önemli bir sır vermek istiyorum sana ama zamandan söz etmeyi beceremiyorum. Yani sana benzettiğim zamandan… Seni anlatmayı beceremiyorum ben. Sen zaman gibisin, aşk gibisin, anlatılmaz... Ancak yaşanabilirsin.

    Hani birbirlerinden ayrılmak zorunda kalan insanlar vardır ya istasyonlarda… Hani ellerinden bir şey gelmez, çaresizce bakışırlar… Gözlerinden yaşlar boşanır... Sonra tren yavaş yavaş hareket eder de mendiller sallanmaya başlar ya… O mendiller ki gözyaşlarıyla dolmuş, ağırlaşmışlardır. Sonra da kollar çaresizce iki yana düşer ya halsiz… O kollara benzer benim halim…

    O sakladığım sırrı söylemek istiyorum sana ama korkuyorum, nasıl tepki vereceğinden!

    Hani akşamüstleri pencerelere gidiyorsun ya… Bunalıyor musun? Neler düşünüyorsun da bana söylemiyorsun? Aklından geçenleri o kadar merak ediyorum ki! Davranışlarından anlamlar çıkarmaya çalışıyor, sana soramıyorum. Sensizliğin geçmek bilmeyen zamanından da seninleyken uçup giden zamandan da korkuyorum.

    O sırrı şimdi söylemek istiyorum artık. Kapat kapıları! Kimse duymasın!

    Aşk… Aşk o kadar güzel ve o kadar zor ki! Ölmek daha kolay, âşık olmaktan!

    Onun için sancılı bir hayat yaşamaktayım.

    Sancılı bir hayat…

    Sevgili!

    ***
    Onur BİLGE
    ŞİİR FISILTILARI - 0068

    Cevap Yaz
  • İlyas Ateş
    İlyas Ateş 31.05.2016 - 23:36

    kutlarım şairimizi

    Cevap Yaz
  • Hayat Sertaş
    Hayat Sertaş 18.04.2015 - 21:49


    Sürrealist üstad,yine kalemini konuşturmuş.....Le Paysan de Paris,okunmasını önerdiğim bir Aragon klasiğidir benim için....

    Cevap Yaz
  • Emin İşcan
    Emin İşcan 24.06.2013 - 21:45

    Bir şair daha nasıl anlatabilir aşkı... Nasıl anlatabilir düşünceye,duyarlılığa ,hayata ,insana dair derin anlamlı şiirlerden o büyük sırrı..AŞKIN VE YÜKSEK ESTETİĞİN ULU ŞAİRİ LOUİS ARAGON'A BİNLERCE TEŞEKKÜR...SÖYLENMEMİŞ EN GÜZEL SÖZLERİMİZE BİN SELAM....

    Cevap Yaz
  • Ahmet Erkam
    Ahmet Erkam 19.01.2013 - 17:01

    çevirisini pek beğenmedim. şöyle biten bir çevirisi vardı aklımda bu satırları kalmış, o daha güzeldi...
    'sana büyük bir sır vereceğim, kapat kapıları,
    ölmek daha kolaydır sevmekten,
    işte bundandır yaşamaya katlanmam,
    sevgilim...'

    Cevap Yaz
  • Hasan Tan
    Hasan Tan 17.01.2013 - 19:18

    ' bir büyük sır söyleyeceğim sana korkuyorum..'

    Cevap Yaz
  • Neris Bahar
    Neris Bahar 17.01.2013 - 15:17


    - Alıntıdır -



    * Zamanın ilerleyen bir şey olduğu fikri aşkla bağdaşmaz. Yaşamın pek çok yönü bugünden yarına artarak, çoğalarak, ilerleyerek taşınabilir. Atalarımızdan daha bilgili ve tecrübeli olduğumuzu sanabilir; hal böyleyse, torunlarımızın bizden daha bilgili ve tecrübeli olacağını varsayabiliriz. Geçmiş yüzyılların insanlarını telef eden hastalıklar şimdi kitaplarda birer isimden ibaret kaldığına göre, yarın bugünün muammalarına bir çözüm, dertlerine bir deva bulunacağına inanabilir ve zamanla birlikte insanlığın da ilerlediği fikriyle avunabiliriz.


    Ama aşk sözkonusu olduğunda zamanın iktidarı erimeye başlar. Ne atalarımızdan daha iyi, ne de torunlarımızdan daha kötü aşıklar olduğumuzu kabullenebiliriz. Geçmiş-şimdi-gelecek üçlemesinin sıralaması aşka uymaz. İnsan bugün, dündan daha çok şey bildiğini ve yarın daha da çok şey bileceğini varsayabilir; ama aşk böylesi varsayımları kaale almaz.


    Ne gariptir ki, ‘‘Bunca zaman sonra’’, zamandan anladığımız hálá bir kum saatidir. Bize göre zaman akar ve birikir; kontrol edilemez ama ölçülebilir, önüne geçilemez ama bilinebilir. Oysa aşkın zamanı böyle değildir. Aşkın zamanı kum saatinde kararlılıkla büyüyen bir kum tepeceğiyle değil, olsa olsa su ile tarif edilebilir.


    Ama buradaki su, ne öyle nazlı nazlı akıp giden ve ikinci kez girildiğinde artık aynı olmayan bir nehir; ne kendi dingin evreninde olgunlaşarak huzura eren bir göl; ne de bir an önce kıyıya varmak, hedefine ulaşmak için dalgalanan azimli ve azametli bir okyanustur.


    Aşık zamanı, ha düştü ha düşecek bir su damlasının iğreti duruşu, anlık oluşudur. Su damlası belki düşer, belki de öylece kalır. Mesele bu değildir.


    Mesele, düşse de düşmese de, ha-düştü-ha-düşecek olmasıdır. Aşk bu yüzden tekin olamaz. Ve tıpkı delilik gibi, o da yaptıklarından ve yapacaklarından sorumlu tutulamaz.


    Aşk öncesiz ve sonrasızdır. Dünsüz ve yarınsızdır. Aşık olduğumuz insanın ne eski aşklarının, ne de sabık aşıklarının varlığına tahammül edebiliriz. Eğer aşıksak, geçmişten zerre kadar hazzetmez, selef istemeyiz. Geleceğe gelince, aslında o da hiç gelmesin isteriz.


    Aşık olduğumuz insanın bizden sonra yaşayabileceği aşkları düşünmek bile istemez, hayali aşıklarıyla cenk ederiz. Eğer aşıksak, gelecekten zerre kadar hazzetmez, halef istemeyiz. Demek ki aşk tam da ‘‘şimdi’’ye, şu ana aittir. ‘‘Hep vardım’’ diyemez; ‘‘Hep var olacağım’’ diyemeyeceği gibi.


    Böyle tumturaklı konuşursa şayet, özünü inkár, ruhunu tard eder. O noktadan itibaren de artık kendisi değil, başka bir şeydir. Evlilik ya da ilişki olabilir; sevgi ya da arkadaşlık. Ama aşk değildir artık. Zamanın ilerleyen bir şey olduğu fikri aşkla bağdaşmaz. Bizden sonra gelenler bizim aşklarımızla ilgilenmeyecekler.


    Yapabilecekleri en temel hata, zamansal bir kıyaslamaya başvurarak, kendi aşklarının, geçmiş zamanların aşklarından, yani bizim şimdi yaşadığımız aşklardan daha üstün, daha derin ya da tam tersine, daha sığ, daha uçucu olduğunu sanmak olacak.


    Ama zaten onlar da bu tür kıyaslamalarla fazla oyalanmayacaklar. Muhtemelen, kendi zamanlarının aşklarıyla ve kendi aşklarının zamanıyla didişmekten, ne geçmiş ne de gelecek aşklar üzerine kafa yormaya pek zaman bulamayacaklar. *


    Elif Şafak

    Cevap Yaz
  • Naime Erlaçin
    Naime Erlaçin 17.01.2013 - 13:57

    Louis Aragon’un hayatındaki en önemli kadın olan Elsa’ya – ki eşidir – yazılmış şiirlerden biridir bu.

    Elsa Triolet ise değerli bir yazar olup Gorki tarafından yazmaya yönlendirilmiş ve ileriki yıllarda (1944’te) Goncourt edebiyat ödülünü kazanmıştır.

    Aragon’un “mutlu aşk yoktur” dizesinden hareketle, sanıldığı gibi bu ikilinin aşkı hiç de mutsuz değildir. Aksine uzun yıllar süren mutlu bir evlilik geçirmişlerdir. Elsa mutlak aşkı simgeleyen beyaz atlı prensini Aragon’da, Aragon ise hayatının anlamını Elsa’da bulmuştur.

    Örneğin “Elsa’nın Gözleri” şiirinde bu aşkın güçlü bir ifadesine tanık oluruz:

    'Öyle derin ki gözlerin içmeye eğildim de /
    Bütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm.
    Orada bütün ümitsizlikleri bekleyen ölüm /
    Öyle derin ki her şeyi unuttum içlerinde…'

    (L. Aragon – Çeviri: Orhan Veli Kanık)

    Günün şiirine gelince, daha nitelikli bir çeviriyi hak ediyor gibi geldi bana…

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 67 tane yorum bulunmakta