Dün gece hayatımın en karanlık dehlizlerine girip çıktı ruhum. Ellerimden kayan kum taneleri, Deniz’in kumsallarımı dövüşü, ve yakamozun geceme kattığı renk, hep aynı oranda parçalamaktaydı düşüncelerimi... Girilmemesi gereken yada giripte dönülemeyen yollarda kaldı geçmişim. Vazgeçemediğim bir yaşam biçimini benimsedim. Dönemedim ve sonunda dönülmezim, vazgeçemediğim oldu günlerim.
İşte yine bir veda vakti geldi çattı. Tarih tekerrürden ibaretti. Ve yine yineledi. Yine ayrılık, yine acı, yine kahır, yine yürek yangınları… Ve yine kağıt kalem ve ben… Her zaman hazin sonu bekleyen bir akbaba gibi üşüştüm acılarımın ve çürüyen ruhumun üzerine. Yaşadıklarıma anlamlı, anlamsız isimler vermekten ve her öldürdüğüm cümlelerime şekil vermekten dilimde yaralar bitti. Kahredişler, isyanlar, eylemler, yürüyüşler hep mutlu günlerin özleminin kamçılamalarıydı. Oysa şimdi elleri sopalı düşüncelerim, şehir meydanlarında ruhumu dövmekte yine. Kızılcık şerbeti içmişim gibi kan tükürdüm, küfürler savurdum kadere. Yasak olan ama yaşanması gerekenleri yaşayamamaktı beni kahreden. Ve bu yüzden hep bir asi çocuk oldu ruhum. Saldırgan, bilge, duygusal, bir o kadar da gaddar. Tüm olumlu olumsuz duyguları barındırdı kendinde… Ve böylece olgunlaştı an ve an. Kırıldıkça, terk edildikçe, acı çektikçe günden güne olgunlaştı. Acıymış ruhu besleyen, büyüten. Anladım geçte olsa…
İmkansızlıklar hep cezbetti beni. Erişilmezlikler, ulaşılamazlıklar aklımı başımdan aldı. Hani bir şarkı vardır “Kovaladıkça kaçan ateş böceği misin? ” İşte öyle bir şey bu bendeki. Ben kovaladıkça kaçtı tüm sevdalar. Yada benim içimde bulunduğum çıkmazlar kaçırdı bir bir etrafımdaki sevdaları. Yada artık siz ne derseniz deyin. Benim dilim dönmedi daha fazla. Malum öldürdüm ben de varolan cümleleri. Dilim yaralar içerisinde…
Git diyememe ile kal diyememe arasında kaldım günlerce. Ne gel diyebildim. Ne de git diyebildim. Ben sadece vermiş olduğum sevginin kabulünü istedim. Zaman zaman görmek ve zaman zaman dokunabilmek istedim adadığım sevginin sahibine… Deniz’e baktım. Alabildiğine derin, alabildiğine dalgalıydı. Sanki bana kızmış, isyan etmekteydi. Oysa ben boğulmak istedim onda. Ama beni kabul etmedi. Almadı içine. Kıyılara vurdu beni. Gemilerle yarışıp yenilen yunusların bunu gurur yapıp kendilerini sahillere vurdukları gibi bende kendimi vurmak istedim çöllere. Ama olmadı. Şimdi nerde bulacağım Karadeniz de ben Deniz’in olmadığı bir çöl… İmkansızlıklar hep beni cezbetmiştir ya kahretsin yine tuttu damarım…
İnsanlar hayal kurmayı severler. Güzel günlerin planları kafalarında bitirirler. Ben hayal kurmam demeyin. Hayal kurmam diyen insan yoktur. Diyenin de zaten insanlığından şüphe ederim ya neyse… Sonra bu hayallerini gerçekleştirmek adına adımlar atar. Önce küçük korkak adımlarla koyulursun işe… Ve daha sonra cesaretini toplar ve koşar adımlarla ilerlersin. Ancak bir şeyi unutmuştur. Biraz yürümeyi… Ve sonra tökezler, düşer bir zaman sonra. İşte hayal kırıkları bu zamanlar belirir anlayamazsın. Gerçekleşemeyen hayallerin, düştüğünde kırılan kalbinin kırıkları dolar avuçların. Kanarsın. Ne kadar acı verdiğini anladığında kaçarsın her şeyden. Susarsın. Sonra ağlarsın. Mücadeleye başlarsın. Yeniden koyulursun hayalini gerçekleştirmeye ve yine sonuca bir an önce varmak için yine ve yeniden koşmak istersin. Tekrar düşersin… Sonra bir bakarsın ki hep aynı noktada tökezleyip düşüyorsundur. Bir engel vardır orada.. Koşarken görmezsin. Ve gördüğünde ise işte o an yıkılırsın. Hayallerinde yer verdiğin insan, engel olmaktadır. Ve kendinde meydana gelen hasarı tamir etmek adına yapılacak bir şey kalmamıştır. Yıkıntılar içerisinde nefes alamazsın. Kalbine saplanan tarifsiz acıyı dindirmek için yapmayacağın yaşamlara vurursun dağılmış bedenini. Tat almaz olur dilin. Gözlerin görmez olur… Gökkuşağının renklerini görmek bile keyiflendirmez seni. Kırılmışsındır artık. Tarifsiz bir acıdır işte hayal kırıklıkları….
Devam etmek isterdim ya bu yazıya ancak yare erken ayrıldı aramızdan yarım kaldı bu yüzden. Ben, yazım ve hayaller yarım kaldı.. Bu seferde bitmesin yazı, hayaller bitmesin. Ben bittim gerisi zaten hikaye…
Derken birden yeniden filizlendi, yeşerdi gizli bahçem. Yeniden duruldu Deniz’im. Yaşam yeniden gelmişti günüme, bahar çiçekleri ile sarıvermişti bedenimi.. Şarkılar daha bir anlamlı geliyorlardı artık. Güneşin doğuşu ve batışı, yakamoz ve ay… Hiç bu kadar güzel görünmemişlerdi gözüme. Sana dediğim gibi ve gitmek olmak istediğimiz yerdeydi bugün bedenim. Başlayıp biten başlayan ve yine biten aşkı selamlıyorum. Arkama aldığım orman ve yüzümü döndüğüm Deniz’e bakıyordum. Yol kenarından topladığım çakıl taşlarımı da yanımda getirmiştim. Bir parçamı koparıp bağladım çakıl taşına savurdum Deniz’in göz bebeğine, bir parçamı daha koparıp sardım çakıl taşına fırlattım Deniz’in yüreğine… Eteklerimde biriken yaprakları savurur gibi parçaladım ve savurdum ruhumu da… Yarım kalmalara alışkındır bedenim. Geçmişin hep yaralarını taşımıştır gururla ve terk edilişlerin en vahşilerine rağmen ayakta kalmayı başarmanın verdiği cesaretle dimdik duruyor. Ama içim öyle mi? Virane, boş şehirler gibi… Rutubet gibi kemirmekte ruhumu acı. İçten içe çöküyorum ama gören olmadı hiç…ve olmayacak da ne kadar acı…
Bitmiş olan bir yazıya başladım yeniden kalmış olduğum yerden. Aslında neresinde kaldığımı bilmiyorum. Başımıydı sonumuydu? Başında mıydım yoksa henüz başlamamış mıydım yazıya hatırlayamıyorum. O kadar kargaşaya neden oldum ki yaşamında ve yaşamımda kim olduğumu, nerde olduğumu unutturdu hüzün.. Ne ilginç bir şeydi bu.. Ne başındaydık ne sonunda. Ortası desen hiç değil. Adı bile konulmamıştı daha.. Adını bile bilmediğim bir rüzgarın ardından koşuyordum. Uçurtmamı da alsın uçursun, serinletsin istedim gözlerimden öperek içimi…
Ne ilk ne de sondu bu yaşanmışlık. Bir gün yine yaşayacağım biliyorum. Biliyorum bir gün yine yazacağım bir yolcunun peşine bir ağıt misali. Yine dağlanacak yüreğim, yine parçalara ayırıp savuracağım Deniz”e ruhumu… ve sonunda bir anka kuşu gibi küllerimden yeniden tüm saflığımla doğacağım. Katıksız, yalansız, durusuz yine yüreğimi açacağım yine yaralanıp kanayacağım… Bu böyle gitmez çalmalıyım kaderimi, gençliğimi Tanrı’dan ve kendi ellerimle yazmalıyım alın yazımı… Hak etmediğim olgularla hep yüz yüze gelmenin pahası ağır geliyor artık yüreğime… Toprak çekiyor daha fazla günden güne. Birgün uyusam diyorum. Yapamadığımı, başaramadığımı artık başarsam diyorum. Hep giden bir başkası, değer verdiğim, sevdiğim olmasa… Bu sefer ben gitsem tüm cesaretimi toplayıp bu öldürgen hayattan… Kimse dur demeyecek biliyorum. Çünkü ben kimseyi durduramadım. Gitme kal diyemedim. Bir istasyon oluvermiştim. Artık ben istasyon olmak istemiyorum. Bir uğrak sığıntı liman olmak istemiyorum. Artık olmak istemiyorum… Varlığım kendime de bu dünyaya da başka yüreklere de fazla… Evet kabullenmeliyim fazlalığım, faraziyim ben…
Susmalıyım artık biliyorum haddimi aştığımı… Susmalıyım ve koparmalıyım dilimi en vahşi tavrımla… Lal olmak belki de iyidir bir yerde. Zaten söylemek istenilenler hiç dile gelmedi bu bende…
Çarşamba,
Alperen KARADAĞ
Kayıt Tarihi : 3.6.2007 16:36:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Alperen Karadağ](https://www.antoloji.com/i/siir/2007/06/03/bir-anka-kusuyum-biliyorum-yeniden-dogacagim-kullerimde.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!