Feodal değerlerle kapitalizm gibi, muhafazakar da, ucubeler de çok iyi anlaşabiliyorlar. Liberalizm anlayışı için 12.nci yüzyıla dönülüyor, humanizm ise o arada, bu köşede sıkışmış olarak yaşıyor. Elit bir tabaka kayboldu sanki. Türkiye bu acı ve sıkıntıyı, evrende de olduğu gibi, hızlı bir dönüşüm süreci yaşıyor olarak aldı. Birkaç nesilden sonra ancak bir eğitim bilinci, sağlık bilinci, hukuk üstünlüğü, adil paylaşım bilinci vs. yerleşebilecekti, sarsılmayacak ulus egemenliği için. İslam-Ahlak ilişkisi, Batılı-Hristiyanlık-Katolik-Protestan-Ortodoks-Rum ilişkisi de böyle ve hep yanlışların kaynağıdır bu şekilde bir ifadelerle alınması. Ticari ilişkiler güden bir İslam penceresi açan göstermelikler ahlak ilişkisini ezer! Nitekim öyle de oluyor Türkiye’de de.
Modern teknolojiyi, misyonerlik etkinlikleri gibi bir uygulama olarak, devredenler modern hayatımızı da örüyorlar, devralınan bir modern yaşam ile bu teknolojiyi ödetiyor olduğuyla da ilişki deniliyor buna göre bile. Oysa yaşamı doğal çevresinde, doğal coğrafyasında bir alışkanlık olabilmesine gerekli anlayış, diyalog süreci göze alınarak değilde, görsel bir kuşanma ile gruplaşma, kıyafetlenme, dayatmacılık oluyor sefilce.
Özel-kamusal-sosyal-toplumsal-bireysel-ekonomiksel karmaşa ile tiyatro gibi bir göstermelik yaşamı süslenmek ve asıl olan baş eğdirmek gibi sistemde yormak isteniyor Türkiye. Elbette, yorulacak da gerektirdiği süreç içinde. Türban yasağı örneğin, sadece biçimsel bir yasaktır. İman her yere karışmaz, sokulmaz. Her konu tartışılabilir, felsefe, teknoloji, kimya, fizik, ev, su vs. ama iman bilgisi kurgulamaya hep ve yine El İnsaf! denilir ve denilmelidir. Temel eğitimin uzun yıllara dağıtılmasına ihtiyaç duyuran bu durum, Türk toplumunda vicdan kavramı, yani değerlerimizle örgüleyen eylemlerimizin farkına da varma yetisi ile de belki sadece eylemlerimizin ardında hep değerler bütünlüğüdür. Dindarlık-pragmatizm ilişkisi araştırmaları, 12.nci yüzyılı hatırlama gibi örneğin, bu amaca insan araç edilmemeli ve El İnsaf dedirtendir yine. Laiklik ise, alanları çok iyi ayırabilmektir.
Modern öncesi-modernite-postmodern diye aydınlanmacı değerler anlamda örneğin, uluslar arası açıdan da bakılır, her bir insan önemi amaç olacak, asla araç kılınmayacak. Ben, düşünme yetisi korunacak amaç değeriyle Düşünür demeyi tercih ediyorum, Fransız bir terim olan Felsefeyi sadece, terimlerin kavram anlamını ve anlayışı inceleyen, hatta kavram işçisidir diye bir nüansta ayırıyorum. Düşünür ve felsefeci diye ‘iki ayrı ve bir bütün’ olan öğrenim dalı olarak biraz daha çalışılmasının faydalı olacağı düşüncesindeyim. Felsefeciler burada kavram anlayışının kısa yoldan, zaman harcatmadan, en önemlisi de zaman kaybını önleyen faydalanmayı sağlayabilirler ve faydalanma öğretisini anlayış öğrenebiliriz.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta