Hayatımı eskiten düşler, çoğunda gidenlerin ardından kendi kendime mırıldandığım zamanların etkisiydi…
Anıların içinde birbirine zıt düşüncelerle zorlamasına nefes almalarımdı asıl öfkelenmelerimde içimden fırlayan düş yorgunluğuydu çoğu zaman bezginlik zamanları yaratan…
Öfke ve ardından doluşan bedensel ve ruhsal bozukluklarla kendimi bu günlere taşırken, artık yorgun düşüncelerin yarattığı bedensel yorgunluk idi çoğu zaman umutsuzluğa düşüp bezginlik hisleri yoğunluğuydu art arda gelen ruhsal sarsıntılar…
Belki de bunların en yoğun etkisi bezginlikti… Çok şeyin önemini yitirdiği garip bir sahipsizlik duygusunun sebep olduğu vazgeçişler…
Nelerden ve niçinlerle unutma hislerime kapılmamın sebebi, hâlâ ruhsal yapımı sarsan ki bunların sebep olduğu vazgeçişler…
Zorlamasına olsa dahi gülümsemeye çalıştığım zamanlardan öfke uzantısının duygusuydu ki çok şeyden artık kopup, yaşama çabasında idim…
Bugün hatta şu an, uzaklara çıkma isteğim ve gitme amacı ile konakladığım bu otelin serinletilmiş odasında kendimde ve yaşamımda aradığım eksikliklerle huzursuz zamanlar yaratıyorum kendime…
Sevmek ve sevilmek arasındaki doyumsuz bağların içinde vazgeçişler ile dağınık düşler kurarken, mutluluğun kaybolduğu zamanları tekrar yaşama korkusu ile kendi içimde yarattığım tedirginliklerle uğraşta olmam, sahiplenmeye çalıştığım mutluluk hislerini hırpalıyor şüphesiz…
Anılara ve kaybettiklerime dönmek istemiyorum…
Çok mutlu ve huzursuz olduğum zamanların özleminde özlemin de nefes almak tekrarı olmayan yaşamın kabul görmediği düşünce turunda huzursuz anlar yaşamak istemiyorum…
Anı yaşayıp, anlarla boşluk doldurmaya çalışma niyetim de yok…
Deniz üstü köpüklerin yolculuğuna dalan gözlerimin aradığı neydi ki dağılmış düşlerle sürükleniyor yaşamım…
Çınar ağaçları ile gölgelenmiş oturduğum masanın üstüne dirseklerimi dayayıp, iki avucumun arasına aldığım yüzümden, kalemi alıp yazmaya başlayış garip bir hız kazanmıştı…
Kurgusuz cümlelerle, rastgele yazmaya çalıştığım düşüncelerimde gizemli bir yalnızlık hissi uyanmıştı…
Kendime düşünüp, hızlı yazabilmeyi seviyorum, böylece kurgusuz ve gizli düşlerin yarattığı konulardan uzak yaşıyorum…
Belki de yaşamımda gereksiz çok şey vardı benim önemsediğim…
Belki de değeri olmayan birçok şeyi önemsedim...
Çırılçıplak bir gece, her şeyin olması gereken şekli ile dingin. Ve dar nefeslerde, sadece ben gözlerimi kapatma umudunda…
Belki de birçok kişi uykusuz ve zamanın saniyeleri ile uğraşta…
Derler ya yalnızların rüyası delik deşik çatısı yağmur suyu geçirgenliğinde bir düş çıkmazında…
Karanlığın içindeki sessizlik uğultuya bir dönüşüp, bir kayboluyor…
Öfkenin limiti uzadıkça, can sıkıcı bir safhaya ulaşıyor…
Düşündüklerime benden başka suçlu yok. Hepsinin kökeninde benim uykusuzluğumun mahmurluğu yatıyor…
Gecenin soluksuz bir zamanı ki gırtlağıma yığılan ağlama düşkünlüğü belki de çaresizliğim sebepsiz ağlamalara…
Unutulmuş neler yok ki düş yorgunluğuma sebep olacak? Ama umarsız düşlerle savaş halindeyim…
Mesela kendime bir ödülüm olsun istiyorum, bu gece sıcak bir salep veya külahı ile dondurma…
Ve dondurmacı sokağına bir göz atıp, salepte son kararı dememek…
Ardından aklıma düşen hüzün ile konuşmakla geçen zaman donduruluş derken boş işler bunlar deyip basıyorum asfaltın ısınmış zeminine…
İçimdeki sese uymak çoğu zaman huzur veriyor bana, otelin lobisine sığınıp, son okumakta olduğum kitabın sonlarındaki heyecanı özlüyorum…
Gidenlerle kalanlar arasındaki karmaşa düşüncelerine takılıyor dalgınlık yaratan düşler…
Her ikisinde de sebep veya sebepsizlikler karmaşası içinde kendi iç düşlerim ile çatışıyor düşüncelerim. Garip bir tarafsızlıkla bu çatışmanın içinde kalmak istiyorum ama gereksiz öfkelenmeler çıkıyor benliğimdeki anıların hesaplanması ile…
Yalnızlık ve sahipsizlik hisleri ucu açık haksızlıklarla gelen hak etmedim ki sorusu…
Hak etmedim ardında olunca soru bırakması ile çözülemez düş yığınına dönüşüyor…
Ve en garibi kendi kendime konuşmalarımla tüm bedenim sarsılıyor…
Hak etmedim ki neyi ve zamansızlık kavramı içinde neleri hak etmedim?
Bu düşünceler ardından yüzlerce soru ve cevapsızlık yönlenmesine düşüyor insan…
Gerilmiş iki lastiği tutar gibi kararsızlık içindeyim…
Hak etmek, neyi ve kimi sorusu ile bir zamanlar yaşanmışlığımın içindeydi “sen beni hak etmelisin” cümlesinin ardından gelen binlerce yaşam sorusu ile karşılaşmıştım…
Sonu kişiye göre değişen bu cümleden oldum olası nefret ettim.
Hak etmek cümlesinin kaç anlamı neye göreydi ki hâlâ cevabını bulamadığım bu hareketle kendimle çelişki içinde yaşadım yıllar yılı…
Neyi ve ne kadar vermem gerekiyordu bu cümlenin içinde çevresel dönerken?
Yıllara rağmen hâlâ cevapsız kalan bir cümleydi…
Ve hiçbir zaman anlam kazanmadı bende…
Hep düşündüm hak etmenin bedeli neyle ölçülürdü ve birim değeri neydi hak edilmenin?
İçimden gelen seslerle, sen düşüncelerinin özlemini hissettikçe, yükseklerden düşme korkum olmasaydı, o sevgili düşleri ile uçmak isterdim...
Benim için adın ya hasrettir ya da acı…
Olmayasıya düşler kurarken, kendimden vazgeçtiğim günler sıralandı art arda.
Ya özlemden düşler kurardım ya da gurbetten medet umardım.
Sen düşleri arka arkaya düşerse gözlerimden, bir türlü vazgeçemedim bu sevdadan... Günlere geceleri ekledim yumamadığım gözlerimle, ardı arkası olmayan korkulardı baş edemediğim hayatta. Sonrası unutmayı denedim olmadı, sadece bu çile sonrası yaşamdaki tutunağıma sığındım, o da vicdanım idi ne sana kıyabildim ne de kendi düşlerime kıyarak unutmada başarılı olamadım...
Çok zor nefes almalardı bunlar olmayasıya yollara düşmekti bunlar, en korktuğum sondu sen düşleri kurmaktan vazgeçmekten…
Sadece bana hediye ettiğin özlemi sana terk ettim… Bir girdap bu, durmayasıya bakakaldığım geçmişin siperlerinden, yarısı ben bir diğer yarısı da acıların kıvrımlarında yine bir ben. Böylece bir bütün oldum yaşamaya derken, kıvrılıp kaldım kaderime…
Bir bilinmezlik bu ve de kararsızlık bu acı demetinden vaz geçip uzaklara düş kurmak…
Sen sevgili, tüm kurgularımla var olmaya çalışırken, ben, eminim sen unutmuşluğun girdabında dönmektesin….
Yaşantımda var olmuş bazı akşam üstlerini özlüyorum…
Çoğunda yeniden doğmuş yaşantılarla içimdeki yeniden doğmuş yaşantılarla içimdeki yenilenme coşkuları yaratan, oldukça kendime güven duygusu veren, sanki müjdeci zamanlardı birçoğu…
Aynı yılların bir başka akşam üzerlerinde ise yaşamım boyu unutamayacağım göz yaşlarımı bu dönemlerde düşündükçe, sanki yüreğimden birçok duygum sökülüyor…
Ve bu duyguların bu günlere bu günlere göre yarattığı pişmanlıklardır ki çoğu zaman nefes almaktan vaz geçtiğim anlar düşer eskimiş hayatımdaki zorlanan yüreğime…
İçimden kopan ve bilmediğim defalar her an tekrar ettiğim tüm yaşanmışlıkların bir kısmını içine alan “neden” yaşandı ki derken, yaşamın pişmanlıklarını yaşamak
bugüne göre pek de hoş olamıyor…
Nedenlerine baktığım tek ortaya dökülen sebep, inanmışlık ve güven…
Güven duygusunun bu günlere göre etkenliği tartışılamaz…
Yaşamıma bugüne göre etkenliği bariz şekilde beliren güven duygusunun yaşanmamış saydığım yıllarıma sebep oluşu, olmazsa olmazım olan bir insanın yaşamımın bu günkü dönemlere dahi sarkan düş varlığı ile savruluşumun etkili olduğu doyumsuz sevgi duygularımdı…
Yaşam kırıklıkların birbiri ile toplanmasıydı ki iç huzurumun kayboluş sebebi…
Ve her düşün bedene düşmüş tesiri vardı ve bu yük yıllara dahi uzansa, sonucu değişmiyordu, bedenim, bunu belki de ömür sonuna kadar taşıyacaktı…
Gerçek, sevdim ve yanıltıldım, yaşanan onca anıların artık önemini yitirmiş olması da bu cümlelerin gerçekten uzak görüntüsünü çıkarıyordu…
Bugüne yaşanmış gibi duran tüm anılar, belki de uzun soluklu bir düş serisi idi…
Bunun yanında sevmenin gerçek duyguları yapılandırdığı ve duygu ile hissetme” bedensel yapılandırmalarını oluşturuyordu…
Geceleri sana bırakışımın kaçıncısı bu geceki ayın denize düşüşü?
Kaç öksüz gece yarısında özlem ardına düşüşüm?
Kaç kez doğdu güneş, öksüzleşmiş bakışlarımla, yosun tutmuş kayalıklarda seni düşlerken, içimden fırlayan hasretin?
Karanlığın içindeki sessizlik uğultuya bir dönüşüp, bir kayboluyor…
Öfkenin limiti uzadıkça, can sıkıcı bir safhaya ulaşıyor…
Düşündüklerime benden başka suçlu yok. Hepsinin kökeninde benim uykusuzluğumun mahmurluğu yatıyor…
Acılar ölçüsüz olur derdim bir zamanlar…
Şimdilerde ise gelgeçe hiç benzemiyor
Geceleri sana bırakışımın kaçıncısı bu geceki ayın denize düşüşü?
Kaç öksüz gece yarısında özlem ardına düşüşüm?
Kaç kez doğdu Güneş, öksüzleşmiş bakışlarımla, yosun tutmuş kayalıklarda seni düşlerken, içimden fırlayan hasretin yırtılmışçasına bedenimin çöküşüne dönüşüyor,
nerelerdesin demek isterdim?
20—06—2018
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 20.6.2018 22:46:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Anılara ve kaybettiklerime dönmek istemiyorum… Çok mutlu ve huzursuz olduğum zamanların özleminde özlemin de nefes almak tekrarı olmayan yaşamın kabul görmediği düşünce turunda huzursuz anlar yaşamak istemiyorum… Anı yaşayıp, anlarla boşluk doldurmaya çalışma niyetim de yok… Deniz üstü köpüklerin yolculuğuna dalan gözlerimin aradığı neydi ki dağılmış düşlerle sürükleniyor yaşamım… Çınar ağaçları ile gölgelenmiş oturduğum masanın üstüne dirseklerimi dayayıp, iki avucumun arasına aldığım yüzümden, kalemi alıp yazmaya başlayış garip bir hız kazanmıştı… Kurgusuz cümlelerle, rasgele yazmaya çalıştığım düşüncelerimde gizemli bir yalnızlık hissi uyanmıştı… Kendime düşünüp, hızlı yazabilmeyi seviyorum, böylece kurgusuz ve gizli düşlerin yarattığı konulardan uzak yaşıyorum… Belki de yaşamımda gereksiz çok şey vardı benim önemsediğim…
![Mustafa Yılmaz 4](https://www.antoloji.com/i/siir/2018/06/20/benim-icin-adin-ya-hasrettir-ya-da-aci.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!