Dökülen yaprakların gölgesinde
Hazan mevsiminin hazin bir gecesi
Yağmış yağmur, çakmış şimşek
Çığlık çığlığa ruhumda pranga
Erkek evlat özlemlerine son verip beylerin
Bir gelmişim dünyaya, pir gelmişim
Herkesin vehminde bir nazar korkusu
Beşiğim tavanda, gözlerden ırak
Tutulmuşum el üstünde
El bebek gül bebek…
Bir nimet deryasında bulmuşum kendimi
Kuş sütünden bir sofra ki, tamtakır,
babadan kalma servet
Seyreyleyip yenmeyen Halil sofrasına nispet…
Meğer dört yaşıma kadarmış bu saltanatım
Gülmeyi bilmeden geçti hayatım! ...
Ne tutunduğum annemin etamin eteği
Ne avucunda elimin kaybolduğu baba yarısı adam
Tökezlediğim uzun köy avlusunda kanayan dizlerim
Konan göçtü, göçenden haber yok
Geçmişten kalan derin sızılar, silinmez izler!
On yaşımda çocukluğumu kısa pantolonumla mezara gömüp,
Yetişkin entarisiyle sokağa saldıkları gün
Tebessümü “laubalilik”,
Asık suratlı olmayı “olgunluk” diye öğrettiler
Oysa ki;
Çocukluğu olmayanın tebessümü de olmazmış,
Bilemediler
Ne doyasıya gülmeyi ne de ağlamayı beceremeden
Kıran düşmüş gülüşlerimle,
Erkenden büyüttü dertler beni!
Şimdi mazim geldi gözlerimin önüne.
Hep karanlık, hep uçurum, hep tezat! ! !
Gençlikte yaşam denilen illet uzunca bir keşmekeş
Derinde debelendi ömür denen avuntum
Yüreğimde yanardağ, Kulaklarımda ateş
Hüzün çökmesin diye gönlüne sevdiklerimin
Ne infazlar erteledim bağrıma taş basarak
Ateşten bir gömlekti,
Avuçlarımdan kayıp giden gençliğim!
Gidenin ardından bir sorumluluk ki,
Omuzlarımda bir dünya sanki
Yetmez gibi onca yıllarımı çalan
Birde sevda saplandı gençliğimin sol yanından
Bir tarafım har, bir tarafım hasret
Omuzlarımda ağır bir yük
Taşı taşıyabilirsen…
Yaşanan her anın hatırasında
Mecrasından çekilen akarsu misali
Kanım çekiliyor damarlarımdan! ! !
Çırpındıkça battığım battıkça çırpındığım
şu ömür denen iki ucu moklu değnek
güzergâhsız rotasız tek yönlü muamma yol
Bindiğim gemsiz atların özgürlüğünde yiten
Geriye dönüp bakacak uktelik yüzüm olmadan
Ne çocukluğumdan bir dal ne gençlikten bir tutam
Meğer;
Bir gün daha borçlanmışım şu vefasız hayata…
Hayat boşa telaş imiş, her şey nafile
Ne düşmana değermiş, ne dosta bile…
Şimdilerde asırlık çınar gibi devriliyor üzerime
Yarım asırlık ömrüm
Kaşıkla doldurayım heybeyi derken
Heyhat!
Bir bakmışım,
Ne İsa’ya yaranmışım, ne Musa’ya…
Kepçeyle boşalmış geçmiş ömrüm!
Bilseydim dost görünenler yılan olacak eğer
Verir miydim hiç değmeze bunca değer…
Bir ömür ki,
Bir gün değil, her gün ölüm acısı
Her anından kör kurşun teğet geçer
Bir ömür ki, kalleşçe sırtımdan saplı hançer!
Artık kıymet bilmeze nasır bağlamış yüreğim
Biraz özlem, çokça keder sarmalamış her yanımı
Şimdi gurbet ellerin silik sayfalarında
Esamesi okunmayan 'Şükrü'dür, benim adım ! ! !
Kayıt Tarihi : 14.9.2015 15:10:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

HÜLYA NESİBE İNAN
İşte acının ve hüznün büyüttüğü yürek sesinin şiiriydi okuduğum ,Hayat ne kadar hüzünle acılarıyla yorsada mutlak ve mutlak içinde tutunacağımız ve yeniden umutla sarılacağımız bir şeyleri saklar...
Hayatımız ve hayat hikayelerimizde yaşanmışlık vardır acısıyla tatlısıyla ..
uyandıysak bir güne daha yeni bir hikaye yazılacaktır ..Kaleminiz susmasın..Nice güzel hikayelere diyorum..
Saygılar
TÜM YORUMLAR (9)