Gerçeğin Demine Hu!
Bir düşünür der ki, ‘’Yazmak, iki kere düşünmek eylemidir’’. Uzun zamandır tüm yaşamımda bunu yapmaya çalışıyorum ben de; dönüp dolaşıp düşünerek, kendimi eleştirerek ve bunu ‘’ha tamam şimdi daha iyi ifade ettim! ’’ noktasına gelene değin. Üstelik olur da ilerideki aşamalarda dönüp bakacağım zihinsel bir tarih kaydı da düşmüş oluyor insan!
Okuduğunuz şu satırların, anlatmakta ne denli başarılı olunacağına dair bir kestirim iddiası taşımadığını açıkça söylemeliyim. Yalnızca ne olmaması gerektiği konusunda çok net olduğumu biliyorum: Asla kırmamak, asla yargılamamak! Yalnızca şu satırların sahibinin kendini ifade çabası olarak görülmeli olası sınır ihlallerine karşın!
Evet, ‘’Büyük İnsanlık’’ adına uygarlık denen sınıflı toplumla birlikte devasa bir canlı organizma kimliğine bürünmüş, kişisel ‘’gerçekliğinin’’ yaldızlarla sarmalanmış yanılsamalı görünümü, bu büyük kuşatmanın harmanında savrulan kabuklara dönüşmüştür. Yani her kişisellik görünümlü olgunun göbek adını koyan tarih ebenin kendisidir. Ama devinimi sağlayan çelişki(paradoks değil!) ise duyumsadığımız, okuduğumuz, tanığı olduğumuz ‘’birey olma halinin (zannının) de bizzat kendisi sayılmalıdır. Özetle ‘’insanoğlu hem bir sınıflı toplum yaratığı, hem de toplum yaratandır! İnsanlık tarihinde denizde yağ damlası kadar yer işgal eden küçücük bir olayın, ya da bir toplumsal alt-üst oluşun belleklerimizde nasıl etki bir uyuyan dev olduğunu hepimiz biliriz. Nice ‘’sağlıklı’’, ‘’karakterli’’, insanlık için kilometre taşı olmuş ‘’bireyin’’ varlığını besleyen tehlike potansiyelini anlamanın bile çok uzağına düşeriz genellikle.
Evet ben senin içindeki çağlayanın sesiyim! Ayrı-gayrımız yok aslında! İşte öylesine rahatım seninle konuşurken! Küsmeyiz kırılırız, yüreğimiz yanar bağırırız canhıraş! Ama bu bütün taraflar için bir imdat çağrısıdır! O yüzden boşa denmemiştir ‘’İnsan insanın kurdudur’’ diye! Özellikle de birbirlerinin duygularına yakın olan olanlar aslında ciğerlerini okurlar birbirilerinin; ruhsal bir ümmi değilse tabi! Akıl, zeka ve deneyim; duyumsanan anlarla, yüzleşilen korkularla, yapılmış içsel muhasebelerle, savuşturulmuş veya kurbanı olunmuş saldırıların derin izleri ile artık sözsüz de olsa yepyeni bir dilin konuşanı haline gelirler. Fısıltıları bile ele verir onları!
Hele yaşın demlendiği, sükunetin baş sıraya yerleştiği, gözün daha yaşlı, gönlün daha kolay titreşir bir hal aldığı olgunlukta deneyimlenen bir ‘’muhteşem bir şarap’’ sabrıdır, kendinden kendi olmaya. Yol daha aşina, dağın ardını gören göz daha keskin, kulaklar daha diktir eğer ‘’boşa çiğnenmemişse bu yalan dünya’’! Meram anlatma sıkıntısı çekme durumunda bu birikim kendiliğinden devreye girer, ileti mutlaka aktarılır! Kim bilir, bunun en naif yolu bir ‘’Horozlu ayna’’ armağanıdır muhataba: Baksın ve görsün diye! Dedik ya, bir yaşam mahiri, bir sevgi ustası, belki de bir ‘’insan tamircisine’’ çıkacaktır adınız! Olsun ne gam! Ya o terazi sizin sıkletinizle denk ise ‘’Evrensel ve Bütüncül Sevgi yolculuğuna’’ yer ayırtabileceğiniz gibi; Aşkın marazi yanıyla inmeli hale gelip, ergenlik numaralarının abonesi olmanız, kendinizi mağdur, karşı tarafı fail sayan bir fatalizme kurban olmanız da çok olasıdır!
Oysa sizden istenen ‘’Bende olman’’ değil, ‘’Bende kalmandır! ’’ Ömrümüz hep komşulukla, deneyim, duyumsama alışverişi ile devinmiyor mu? En derinimizde duyumsadığımız, en hakiki anımız değil mi kişiliğimizi belirleyen? Üstü kat be kat örtülmüş korkularımız, yanlış-doğru ayırmadan hepsini kaydeden bilinçaltının müteahhitliğince kotarılmış kaçak yapılar değil mi, ilk sarsıntıda yerle bir olmaya mahkum? Gelişkin kapitalist ülkelerdeki gibi herkesin bir Psikolojik danışmanı ne yazık ki yok bu kadim coğrafyanın. ‘’doğa boşluk kaldırmaz’’ deyip yerine hemen muhabbeti, yarenliği, dert ve yara ortaklığını ikame ediveriyoruz maşallah! İyi de ediyoruz.
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta