Kızılca Kıyılar
Gökyüzü ateşini yakmış, kızılca,
Kırmızı bir sır gibi süzülüyor zamanın üstüne.
Gelincikler açıyor içinde sen,
Ve içimde fırtınalar dans ediyor,
Kıyısız bir okyanusta yalnızca senin adını fısıldayan.
Esen rüzgar,
Kıyıları hırçınca döven dalgalar,
Benim adımlarımı hatırlıyor mu bilinmez;
Sol yanım paramparça,
İçinde yalnızca sen ve senin gölgen.
O gittiğim kumsal,
Ay ışığıyla süzülen rüzgarın fısıltısı,
Paylaştığım sırdaşımdı hep,
Kıyılara vuran dalgalar,
Ve gecenin sessizliğinde titreşen yıldızlar.
Şimdi ne değişti, bilmiyorum.
Martılar susmuş,
Dalgalar küsmüş,
Rüzgar konuşmuyor benimle.
Her adım bir yankı,
Her gölge bir hatıra,
Ve içimdeki sessizlik bir tapınak.
Ben gün batımlarını severdim;
Sinesinde barındırırdı beni,
Yalnızlığımı, aklımı, başımı,
Ve en çok da seni…
Gözlerimde kalan ışık,
Bir zamanlar senin varlığının yankısı.
Kızılca gökyüzü altında,
İçimde hâlâ senin sessizliğin var;
Kumsallar boş, rüzgar suskun,
Ama ben hâlâ seni arıyorum
Dalgaların arasında,
Her esen rüzgarın uğultusunda,
Her kırık martı çığlığında…
Ve belki bir gün,
Kıyılara dönerken adımlarım,
Sen gelirsin yine,
Gelinciklerin arasından,
Rüzgarın ve dalgaların şarkısıyla,
Ve içimdeki kıyametler diner.
O zaman gökyüzü,
Artık sadece kızılca değil;
Sana açılan bir kapı,
İçimdeki fırtınaların sessizliği,
Ve ruhumuzun birlikte yürüdüğü sonsuz kıyı.
Özgen Öz
Kayıt Tarihi : 1.10.2022 21:42:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Evrenin sınırında, zamanın ve mekanın ötesinde bir kıyı vardı; adı yalnızca rüzgar ve dalgalar tarafından bilinir, martılar ve gelincikler dışında kimseler fark edemezdi. Orada yaşayan bir ruh vardı, adı bilinmezdi; çünkü o, isimlerden çok hislerle var olurdu. Her gün kızıl gökyüzüyle uyanır, güneşin denize dokunuşunda içindeki aşkın ve acının aynı anda yükseldiğini hissederdi. Bir gün, kıyıda bir gölge belirdi; gözleri sabah ışığının berraklığıyla doluydu, gülüşü rüzgar kadar özgürdü. Ruh, onun yanında kendini tamamlanmış hissetti; kelimeler gerekmezdi, çünkü iki ruh arasında sessizlik bile bir şarkı olurdu. Gelinciklerin açtığı kırlar, rüzgarın fısıltısı ve denizin uğultusu onların sırdaşıydı. Her bakış, her nefes, kıyılara yazılan bir tılsım gibi… Ama evrenin yasaları değişkendi. Kimi yolculuklar birlikte tamamlanamazdı. Bir gün, martılar susmuş, dalgalar küsmüş, rüzgar konuşmaz hâle gelmişti. Kıyı artık eski sırdaşı değil, yalnızlığın ve hatıraların sessiz bekçisiydi. Ruh, gün batımlarına bakarken, kaybolan sevgiyi aradı; dalgaların uğultusunda, rüzgarın fısıltısında, kırık martı çığlıklarında… Zaman geçtikçe, ruh fark etti ki gerçek bağ, yalnızca fiziksel dünyayla sınırlı değildi. Ruhu, evrenin gizli yollarında yolculuğa çıktı; yıldız tozlarından, gölgelerden ve ışık sızıntılarından geçerek, kaybolmuş sevgisini aradı. Kızılca gökyüzü altında, içindeki kıyametler ve kırık parçalar bile onu durduramadı; çünkü ruh, aşkın gerçek doğasının sabır ve özlem olduğunu biliyordu. Ve bir gün, kadim bir büyü gibi, ruh o kıyıya geri döndü. Gelinciklerin arasından bir ışık yükseldi; rüzgar ve dalgalar, artık suskun değil, birlikte yürüdükleri yolun melodisini çalıyordu. İçindeki fırtınalar sessizleşmiş, yalnızlık artık bir öğretmen hâline gelmişti. Kıyılar, sadece hatıraların değil, yeniden doğan bir sevginin mekânı olmuştu. Ruh, o anda anladı: her kıyamet, bir yeniden doğuştur; her fırtına, içsel bir uyanıştır. Ve her kızıl gökyüzü, aşkın ve özlemin bir yankısıdır. Böylece Kızılca Kıyılar, sadece bir kıyı değil, ruhların buluştuğu, zamansız ve mekânsız bir mabede dönüşmüş oldu. Hikayede biraz uzunca oldu.
Kaleminize sağlık.
Nice şiirlere.
Esen kalın.
Duygusunu hissettiren bir şiir...
Tebriklerimi bıraktım...
TÜM YORUMLAR (2)