Hayvanlara “gerekenden fazla” ilgi gösteren insanların; sömürüye dayalı emperyalist sistemin, pazar ekonomisinin, çıkarların, savaşların, ölümlerin ve diğer (insan kaynaklı) acıların türdeşlerine dayattığı olumsuzluklar karşısında aynı duyarlılığı göstermediklerini ve bu anlamda bir nevi çifte standardı sergilediklerini anlatmaya/ vurgulamaya çalıştığınız yazınızı maalesef üzüntüyle okudum.
Ve yazınızın sonuna geldiğimde ise, ne kadar hazin bir ülkede yaşıyor olmanın acısını bir kez daha yüreğimde hissettim.
Köprü üzerinde gördüğünüz, dans etmeye zorlanan zavallı ayıya ve buna benzer diğer “dansçı ayı” olaylarına “devlet el koydu.”
Ve köprü üzerinde dans etmeye zorlanan ayı diğer kardeşleriyle birlikte (söylediğiniz gibi) “Karacabey”e kampa gönderildiler eleştirdiğiniz “uygar” insanlar tarafından.
Koparıldıkları doğal yaşama yeniden adapte olabilmeleri için rehabilite edildiler.
Ve rehabilitasyon sonunda, Karacabey’de misafir edilen “Dansçı ayı ve kardeşleri” özgürlüklerini yaşayabilecekleri doğal ortamlarına salıverildiler.
Ve (bazı) uygar insanlar, yüzlerindeki “uygar”lık maskesini çıkarıp “çağdaşlık” maskesini takınarak “dansçı ayıları” üç yüz milyon türk lirası mukabilinde, götleri-göbekleri ve cüzdanları şişkin züppelerin “öldürme içgüdülerinin tatminine” altın tabaklarda sundular.
/ K ö p r ü d e _ g ö r d ü ğ ü n ü z _ d a n s ç ı _ a y ı _ a r t ı k _ y o k! ../
Üç yüz milyon liraya öldürülüp, postları doldurulup ya da yüzülüp; şık giysili nanemollaların, şık kravatlı/ giysiler içindeki “çağdaş” insanların gustoları için (onların) gösterişli salonlarının bir köşesini ve abartılı avcılık hikâyelerini süslediler.
Ya da; altın dişli iğrenç ağızlı türedi zenginlerin (kırmızı Fransız şarabı misali içtikleri/ adeta içine dansçı ayının kanını doldurdukları kristal kadehleri kaldırdıkları) şömine önlerini postlarıyla süslediler...
/ K ö p r ü d e _ g ö r d ü ğ ü n ü z _ d a n s ç ı _ a y ı _ a r t ı k _ y o k! ../
O ve kardeşleri, birkaç çocuğun yaşlılıklarına taşıyacağı anılarında ve meraklı turistlerin çektikleri fotoğrafların sararan kâğıtlarında kaldılar.
Balina Aydın’a temel hak ve özgürlük tanınması için Gerze sahillerine gemiler çıkaran, yunuslar kıskanmasın diye “Yunus haftaları” düzenleyen “çağdaş” insanlar sevgi selinde boğdukları Balina Aydın’ın akrabalarını (bedavaya) zıpkınladılar, kurşunladılar.
Aydın’ın aynı suları paylaştığı büyük-küçük tüm komşularının (diğer balıkların/ su canlılarının) yuvalarını cehenneme çevirdiler, (trollerle, dinamitlerle, gırgırlarla ve suya elektrik vermek suretiyle) köklerini kuruttular, yaşama alanlarını savaş alanlarına çevirdiler. { Çağdaş İnsanlar...}
/..ve “uygar” insanlar yaşamın içinden bir şeylerin kayıp gittiğini gördüler.../
“Çözümde rol almayanlar, problemin bir parçası olurlar..” şiarı ile çağdaş dünyanın uygarlık dışı görüntülerine müdahale ettiler.
Bu; sizin işaret ettiğiniz gibi, bir davranış bozukluğu değildir.
Bu, sistemin kendi bozukluğudur.
Ekonomik, sosyal, yapısal gelişmeler kadar, devlet “beyinsel” olarak da gelişmelidir.
Aksi halde “gelişmiş, demokrasisi kurumsallaşmış bir ülke” olmaktan çok uzak olunur.
Ama; maalesef bu ülke (Tekirdağ, Kırklareli gibi bir iki vilayeti saymazsak) coğrafik yapısına çok uygun bir biçimde davranıyor.
Adeta bir Asya ülkesi gibi davranıyor.
Avrupalıların da söylediği gibi “Türkiye bir Avrupa ülkesi değil, Asya ülkesidir” yaklaşımını doğru çıkarıyor.
Bütün bunlar şövenist bir altyapının, insanmerkezci tutumu sebebiyle oluyor.
Sistem düzelmeksizin bozuluyor ve güçsüzü/ zayıfı öğütüp duruyor.
Devlet hukuk sistemi ve yasalarla çalıştırılır.
(Hoş, bir arşist değilim ve hiçbir yasaya da sempatiyle bakmıyorum ama mevcut durum üzerinden tahlil yapma gibi bir zorunluluğum da var şu anda... Yoksa/ aksi halde yazılarımı okuyanlar “bunun götü açıkta kalmış” diyebilirler benim için...)
Bu anlamda duygusal davranma şansınız yok. (Bir savaşta bile...)
Demokratik hukuk kuralları bunu emrediyor; ve ben olması gereken bir şeyden söz ediyorum.
1-) Kurban bayramlarında, hayvanların canı üzerine pazarlık edilirken ve pazarlık boyunca toka yaparak/ sıkı sıkıya kavradıkları ellerini bir aşağı-bir yukarı, karşısındaki adamın kolunu omuzundan çıkarırcasına bütün güçleriyle sallayan insanların ruhsuz/ ifadesiz yüzleri = geçtiğimiz yıllarda ortaya çıkan, Samsun’daki “amele çocuk pazarı”ndaki iyimser bir tevekkül ile alıcılarını bekleyen oğlan çocuklarının insanın içini acıtan manzaraları;
2-) Otoyollarda 50–100 metrede bir arabalarla, kamyonlarla ezilerek öldürülen hayvanların adeta et yığını/ kıyma haline gelen vücutları = her gün ortalama otuz insanın trafik kazalarında telef olmaları, yaralanmaları, sakat kalmaları;
3-) Hastalanan, yaralanan veya uyuz olup tüyleri dökülen sağlığını kaybetmiş sokak hayvanlarını insanların taşlayarak, kovarak uzaklaştırmaları ve onlara yardım etmeyerek adeta ölüme terk etmeleri = kamu hastanelerinde kapı önlerinde sürünen, sedye üstlerinde gelmeyen doktoru beklerken geberip giden insanlar ve onların arkasından acı içinde ağlaşanların ağıtları;
4-) Miyavlayan kedileri, havlayan köpekleri (kediler miyavlayarak, köpekler havlayarak konuşurlar) “rahatsız oluyoruz” gerekçesi ile şikâyet eden, belediyelere jurnalleyen insanlar ve onların başvurularını değerlendirerek sahipsizleri itlaf eden, sahiplileri yaşadıkları evlerden sokaklara atan yaptırım mekanizmaları = düşünce ve konuşma (düşünceyi ifade etme) özgürlükleri ihlal edilen, konuştukları/ yazdıkları nedeniyle cezalandırılan, zındanlara atılan, yakılan şairleri, ozanları, yazarları ve aydınları;
5-) Yaşama hakkının bütünlüğüne duyarlılık göstererek, evlerindeki yiyecekleri paylaştıkları sokak hayvanlarını günün birinde yerlerinde göremeyen insanların gittikçe büyüyen umutsuzlukları = ve bu ülkede gözaltında kaybolan insanların ardından nafile bir bekleyişi sürdüren anaları, kadınları;
6-) Belediyelerin kâh zehirleyerek, kâh kurşunlayarak öldürdüğü, sebepsiz yere katlettiği zavallı/ gariban sokak hayvanları = bu ülkede sürgit yaşanan yargısız infazları;
/ s i z e _ b i r _ ş e y _ a n l a t m ı y o r _ m u? ../
Bütün bunlar bir şeyler anlatmıyor mu, bir şeyler ifade etmiyor mu?
Bu bir zihniyet meselesidir...
Sokaktaki hayvana nasıl davranıyorsa devlet mekanizmasını çalıştıran egemen güç; vatandaşına da aynen öyle davranıyor...
Bu bir zihniyet meselesidir...
Bunun insanı, hayvanı yok...
Bizi idare edenler aramızda bir fark görmüyorlar; gasteci abi; siz bunun farkında değil misiniz?
Bu bir zihniyet meselesidir...
Ve hayvan öldürme ile insan öldürme arasında yalnızca bir adımlık mesafe vardır...
Bugün rahatlıkla hayvan öldürebilen, yarın gözünü kırpmadan insan da öldürebilir...
İki kere iki dört! ..
/ B u _ b i r _ z i h n i y e t _ m e s e l e s i d i r! ../
Hayır meleği ile şer meleğini aynı kaslar içinde değerlendiren bir yapı ve bu yapı içinde yer alan çağdaş insanlar kendilerinin diğer canlılardan daha üstün olduklarını sanıyorlar ve böyle düşünüyorlar...
“ Peki, bu yetkiyi nereden alıyorlar? ..”
İnsanların dışındaki tüm hayvanların ve onları barındıran doğanın bu kadar ikincil bir konu olarak değerlendirilmesi, hızla yok edilmesi, katledilmesi ne kadar doğru olabilir? ..
Ve bütün bu olumsuzluklara “dur” denmesi için (sembolik girişimler de olsa) refleks gösteren uygar insanların eleştirildiği bir dünyada (bir anlamda değersizlikler dünyası haline getirilen gezegende) sizin/ sizler gibilerin ya da savunduğunuz o çağdaş insanların yaşama şansı ne kadar olabilir? ..
Asıl problemler; bu sevgisizlik ortamını ve onu yaratan şiddet atmosferini sorgulamamanız.
Başınızı İkitelli’de yaşadığınız o sırça köşklerden çıkarıp, yaşamın asıl ritminin attığı sokaklara uzatmamanız.
Kendi yaşamınızın dışında, değişik kalıp ve biçimlerde başka yaşamların da olduğunun farkına varmamanız.
Ve asıl önemlisi; şekillerin, görüntülerin değil meselenin özünü yakalamak, yoğunluğunu kavramak olduğu doğrusunda/ doğrultusunda değerlendirmeler ve tespitler yapmamanızdan kaynaklanıyor! ..
/ M e k a n i z m a _ t e r s _ i ş l i y o r _ y a n i! ../
Yani bu bir sistem sorunudur...
Yani bu bir zihniyet sorunudur...
“ Daha ne diyeyim? ..”
..hiçbir şey dememeli...
Lütfen merceklerinizi, şöyle; projektörlerinizi buralara tutun biraz.
“Gözucuyla (1) ” bakmayınca, sistemi ve onu çalıştıran zihniyetin özündeki sakatlığı göreceksiniz o zaman! ..
Yaşamı göreceksiniz...
Ve o yaşamı ilmek ilmek ören ölümü...
Ve orada dansçı ayıların hüzünlü boncuklar ile bakan içi doldurulmuş postlarını göreceksiniz.
Balina Aydın’ın zıpkınlanmış vücudunu göreceksiniz.
Ve müstehzi, mürai, sinekkaydı tıraşlı suratlarıyla onların katili “çağdaş” insanları göreceksiniz o zaman...
Hayat adil değildir...
Evet...
Hayatın adil olup olmaması, sizlerin onu nasıl algıladığınıza bağlıdır.
“Provokatif” olarak değerlendirdiğim yazınız ile adeta sıkı bir psikolojik atak başlatıyor ve bizler gibi “uygar”ca düşünen insanlar ile bizler gibi olmayan/ kibirlerinden dübürleri gözükmeyen “çağdaş” insanlar grubu arasına sıkı bir düşmanlık tohumu ekiyorsunuz.
Böylesine fiktif, böylesine varsayımsal yaklaşımlar ile ve bilerek/ kasıtlı olarak yaptığınız değerlendirme yanlışları ile (zaten bir çoğu cahil-cühela olan) vatandaşların/ okuyucuların duygularını gıdıklayıp böylece onları sömürüyorsunuz.
Ve bütün bunları (ratinginizin yükselmesinin yanısıra) altında kendi imzanızın olmasını istediğiniz bir yapay gündemi oluşturmak için yapıyorsunuz.
{Ama; gasteci abi, böyle yapmakla hayvanlara zarar veriyorsunuz... Yani, sözüm meclisten dışarı ama abi; bence bokunuzla oynuyorsunuz...}
İnsanların, diğer hayvanlar ve doğa içindeki tüm dinamiklerle etkileşim içinde olduğunu ve bunun bir fantezi değil, yaşamın gerekliliği olduğunu ispatlayan bilimsel verilere göre düşünen, yapılanan ve bu anlamda canlı ayırımı yapmadan “sakatlıkların” üzerine gitmeye çalışan farkındalık bilincini yakalamış, uygar, iyi niyetli ve samimi insanları eleştirmeniz ne kadar doğrudur? ..
Bu konuda anlattıklarınız ve yazdıklarınız, ben ve benim gibi düşünen insanların nezdinde bir “çağdaş masal”dır sadece...
Maalesef ki, dinleyicisi de olan boktan bir masaldır...
Beyninizin ne kadar itici geliştiğinin farkında mısınız? ..
Ne kadar vahşi bir yörüngede olduğunuzun ve ne kadar vahşi bir (düşünsel) yapıya sahip olduğunuzun farkında mısınız? ..
/ E l b e t t e _ f a r k ı n d a s ı n ı z? ../
Bu nedenle, size G.B. Shaw’nun “İnsanları tanıdıkça hayvanları çok seviyorum.” sözünü hatırlatmayacağım.
Sadece insanları tanımaya çalışmanızı öneriyorum size.
Onları tanımaya çalışın...
Ama “Gözucuyla” değil; gözünüzü dört açarak.
O zaman göreceksiniz ki; köprü üzerinde gördüğünüz dans etmeye zorlanan dansçı ayının karşılığı, zorla dilendirilen çocuklardır, köprüaltı çocuklarıdır, bankamatik çocuklarıdır...
Her zaman yaptığım şeyi bu yazıda da yapıyorum ve son sözü adamıma; G.B. Shaw’ya bırakıyorum...
“ Her halk layık olduğunca ve layık olduğu politikacılarla yönetilir...”
Not: (1) “Gözucuyla” Rauf Tamer’in Sabah Gazetesinde yazı yazdığı köşesinin adıdır.
.........................................................................................................................................
01.Mayıs.1998
Deniz Köşkleri / İstanbul
(“Yarınları Tüketmek Dünden” isimli kitaptan / Örtülü Yayınları–1999)
*******************************************************************************
--------------------
Bu şiirin hikayesi:
Bu yazıyı Sabah Gazetesi yazarlarından Rauf Tamer’in “Gözucuyla” adlı köşesinde yazdığı bir yazı üzerine yazdım...
Ve yazdığım bu yazıyı da, daktilodan çıkarır çıkarmaz kendisine faks yoluyla ilettim...
Ben annemden birçok şey öğrendim...
Bunlardan biri de; düşmanıma bile mert olmak...
Yani bu yazıdan ve diğer yazdığım yazılardan muhataplarının kesinlikle haberleri oldu...
Kimseyi arkasından vurmadım yani...
Nitekim şimdi de burada (gördüğünüz gibi) internet ortamında tüm dünyaya açıyorum yazılarımı...
Korkum yok yani kimseden...
Bu yazdığım yazılar yaklaşık on sene evvel kaleme aldığım yazılardır...
1999 yılında, söz konusu eleştirel yazılarımı bir araya getirip bir kitapta topladım...
Adı geçen (muhatap) elemanlara (kendilerine fena halde giydirdiğim için) bu kitaplardan da yolladım...
(Gardlarını alsınlar diye...)
İçlerinden bir-ikisi hariç (Örn. Ahmet Kaya) ses çıkaran olmadı...
Neyse...
Önemli değil...
Şimdi yukarıdaki yazıyı okuduğunuzda benim neden dellendiğimi, neden kafamın tasının attığını/ kaşımın-gözümün döndüğünü ve yazıda ne demek istediğimi tam olarak kavrayamamış olabilirsiniz...
Bu sorunu aşabilmek için, sizlere bir altyapı olabilmesi adına / Rauf Tamer’in bu yazıyı yazmama sebep olan yazısını “Resimli Şiirler” bölümünde yayımladım...
Dilerseniz önce o yazıyı okuyun, sonra da bu yazıyı okursunuz...
Neyse...
Siz ne yapacağınızı bilirsiniz...
Kayıt Tarihi : 7.6.2007 23:21:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!