Birmanya, 1917-1922
O esaret ve umutsuzluk yılları sürüp giderken, hiç akla ve hayale gelmeyecek bir zamanda bir umut yelinin birden esmeye başlaması, tanrısal bir olay ya da bir mucizeydi herhalde. Balkandan o zor yıllara, bu hikaye, bu serüven Kosovada başlayıp umudun ve düşlerin bir bir yıkıldığı yerde, Marmaranın.., tarihsel bir kıyı kentinde noktalanır.
Onlar mı, hep kaygan bir zeminde dans ettiler. Hem de yarım yüzyıldan öte. Çileler arasında çok direndiler; ama ne var ki, o yazgısal engel neyse, onu bir türlü aşamadılar. Bu göçmen aile acaba, gerçekle düşü birbirine mi karıştırdı? Yoksa onlar, bir başka Don Kişot muydular?
Ülkesinden ve köyünden binlerce kilometre uzakta olan, haritada bile bulunabilmesi zor bir ülke, Burma' nın (Birmanya) Prisoners of War Camp/Thetmoyo' da soluk alıp verdiği o beş yıllık zaman akışı, bu çalkantılı ve hasretlik dönemi, onun ruhsal ve bedensel yapısını bir hayli sarsmıştı. 1914-1922 yılları arası onun yaşamında derin izler bırakmıştı. Bir gençlik dönemi, çalkantılı yıllarda eriyip gitmişti. Çünkü esaret çok gerilerde kalmıştı. Kampın tel örgüleri, günlük demiryolu çalışmaları, tekdüze bir yaşam. Kampın dışına çıkabilmek mi? iki türlü oluyordu; birisi çalışmak için, ötekisi de ölüm halleri. Buraya kaç bin kişi gelmişlerdi? Yitenler, burada bir mezarlık oluşturmuşlardı.
 
Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil, içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir. Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur. Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında.
Hindistan'da Ganj Nehri'nin kıyısında yakılan yoksul adamın hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de... Newyork'ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de...
Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili, kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı hakikatlere daha yakınızdır, inan...
Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye. Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda, gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri, o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim. Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye...
Aşk çok eski bir şeydir sevgili. Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer. Sevdiğimiz insanların çocuklukları da... Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer. Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider, hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya...




Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta