Balığın Deyişleri-10 Bab Tekmil-i Birden-

Ali Emrah Şahin
136

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Balığın Deyişleri-10 Bab Tekmil-i Birden-

i. Balığın deyişleri

Derin uykularda uyurken bulmuştum en derin koylarda seni,
Sanki mercan gibisin ama hafiften bir balığa benzetiyorum o narin vücudunu,
Soyunmuş ve aynanın karşısına geçmiş gülüyor bebek biraz yaramazlık yapıyor çünkü
Oyuncak ile seviniyor, ruhu dinginleşiyor o an ve ben bir kayığa biniyorum o en derin koydan,
Gidiyorum şimdiye kadar ulaşamadığım sevgiliye.

Bir meltem savuruyor kıvırcık saçlarımı, mavi gözlerimdeki yaşlar artık yok oluyor,
Dağların yamaçlarından geçerken görünüyor dağlar ejderhası,
Kavuşturmamak için bülbülü tutsak etmiş mağarasında,
Gül kan akıtıyor yapraklarına, kan akıtıyor toprağına,
Duvarlar yankılanıyor bülbülün feryadıyla,
Sanki bir cumba burası, bütün çiçekler yan yana oturmuş,
Her birinde bir gitar, aşkın en anlamlı şarkısını çalıyor.
Ama ne çare! Bülbüle benzemez bu şarkılar,
Yedi gök yarılsa benzemez yine bu fısıltılar.

Koydaki adam tuttuğu balıkları pişirmeye hazırlanmış,
Mangal yürekli arkadaşlarını çağırıyor o ucu bucağı görünmeyen ada sofrasına,
Ne çare bülbül halen hapis, gül bekler onun yolunu peygamber sabrıyla.

İnci tanesi saklıyor balıkların pulları, pişirdikçe dağılıyor damaklarda,
Dağılıyor da ayrı bir lezzet veriyor benliklere,
Tapu memuru misali keşfe çıkıyor en şizofren anımda ufacık beynim,
Belki de büyüktür ama aşkla dolduğundan üleşmekte az kalıyor diğer yıldızlara,
Samanyolu çağırıyor ateşi, yak diyor yıldızlarımı,
Çarp diyor meteorlarla şu vahşi dünyanın kraterlerine,
Papatyalara dokunma ve mahpus bülbüle,
Biri sevgiliye buket olacak diğeri kavuşacak gülüne.

ii. Süleyman’ın lisanı

Destan olur benim feryatlarım en çaresiz anlarımda tüm canlılara,
Secdem yine aynı kıbleye olur yüz çevirmem ben o mübarek yapıya,
Sen de çevirme o güzel yüzünü, sakınma benden, saklama alacakaranlıklarda kalmış sazlıklar gibi,
Göreyim en istediğim zamanda kalbinin en ince ayrıntısını,
Helak olmadan kavuşayım, gün göreyim seninle,
Yol gideyim el ele…

Bilirdi peygamber Süleyman bütün mahlûkatın dilini,
Konuşurdu çekinmeden zaten görevi bu idi,
Ben konuşurum senin gözlerinle,
Ellerinle…
Ama sanki bir duman savruluyor dudaklarından.
Kızıl goncaya benzemiyor ben neye benzersem sen o oluyorsun,
Ben çoban olursam sen de koyun oluyorsun,
Sen kraliçe oluyorsan ben de prensin oluyorum.
Bütün mühürler bende, Süleyman mührü sanki ismi azamın.
Kılıç tutan ellerin karanlığı yarıyor yükseliyor bir hışımla gökyüzüne
El sallıyor en uzak galaksiden Âdemoğlu Habil’e.
Ya maktul oluruz artık ya katil oluruz bu düzende,
Ben gönüllerin katili oldum, sen merhem olsan bu yaralara,
İlham verse gözlerin, sanki bir kordon boyunda yürüyormuş gibi, sanki ilham verse.

iii. Ali’nin kudreti

İlham verse sözlerin, duvarlara assam çerçeveler içinde,
Bir resim de saat çerçevesine taksam ne zaman baksam seni hatırlarım.
Mühür basarım açılmamış kalplere, en son ben bağlarım o deryayı.
Fırtınalar tutuyor diye bağırıyor kayıkçı, hani nerede rüzgâra dur diyen İsa?
Göl üzerinde yürür de insanlık şaşa kalırdı…
Hani nerede Ali? Zülfikar’ı ile korku salardı aşkı bilmeyenlere,
Ali’dir ilmin kapısı, şehir için önce ona başvurulur,
Aş verir yoksula, gözetir fukara gönülleri
Merhamet eder en kâfir insana,
Aşk saçar gözleri, Allah diye diye can verir,
Bülbül yine feryat eder, gülümü soldurmayın ey destanlar aşkına,
Kale kapısını zorluyor bir bomba,
Siperdeki nefer önden atılıyor o gülle yağan mevzilere,
Bir elinde bayrak sırtındaki çantada sevdiceğinin mektubu,
Ne bayrağa zarar gelsin ne de o esrarlı mektuba,
Belki balıktaki gibi dökülür üzerinden inci taneleri.
Ispanak yiyen Temel Reis her zaman kurtarıyor Safinaz’ını,
Ben kurtaracak mıyım anlamadığım anlamlardan en anlamlı anlamı?
Çizgiler çizecek miyim ellerimle dudaklarının üstüne,
Ellerim kenetlenecek mi bir baştan bir başa o narin beline?
Yoksa kan mı dökeceğim gül gibi, beyazken kırmızı olacak yapraklarım,
Dalımdan düşüp de yere döküleceğim, sen görmeyip basıp geçeceksin sanki.

iv. Anadolu koyağı

Ah Ankara! Aşkların umarsız merkezi,
Sakarya’daki delisi, Kocatepe’deki velisi ile bekliyor sevgi kelimelerini fısıldayanları,
Batıya kayınca giriyoruz barlar sokağına, Porsuk’un kenarında bir amca oturur bal mumu heykelden,
Bakan güler de güler, amca fısıldar içinden “demek bu dünya ehli böyle…”
Geçeriz kayıklarla buradan demiryoluna,
Raylara para döşeyen çocuklar bir düdük sesiyle irkilir,
Gelen mavi trendir yol alır son durağı olan İzmir’e,
Zeytinliklerin içinden ağır aksak ilerler,
Sanki kavuşmayı değil de ayrılığı özendirir,
Hızı ne olursa olsun istasyonda bekleyen gül aynıdır,
Kıpkırmızı!
Bülbülü yoksa kanatır kendini, döker yapraklarını.

v. Dicle ve Fırat kan akıtıyor, akıtıyor durmadan.

Rüzgâr durmuştur, tüten sigaramın dumanıdır en sıcak Ege gecesinde,
Feryat eder bir oyuncak kumanda, tuşlarım zedelendi yavaş basın diye.
Fırat suyunda binlerce ceset, kan doldurmuş bütün nehri,
Ya Dicle’ye, Dicle’ye ne demeli? Binlerce kesilmiş baş.
Binlerce yurtsuz kalmış, eş, dost, arkadaş.
“Hey” dedi kayıkçı haydi gün ışıyacak,
Aşk adası bizi bekliyor, belki bir Survivor yaşayacağız en uzak köşede,
Varsın çatıları aksın biz sıcak günlerde ordayız,
Bizim meyvemiz sevgi, yemeğimiz hoşgörü olsun,
Ne zaman kapı önüne çıksak buluruz o tatlı ikramı,
Bal gibi gelir ağızlara, tadı sanki hiç unutulmaz bir meyveyi andırır,
Dalından koparılmış gül, yine bülbülüne bağırır:

vi. Gül’ün haykırışı

Beni anla bülbül,
Anlat beni ey çileli bülbül,
Haykırıyorum dünyaya en mecaz kelimelerle,
Gözyaşlarım inci tanesi gibi dökülür gözlerimden,
Bir Ali gelir kılıcıyla, siler gözlerin yaşını,
Şehir şehir gezer de bulunmaz bir çare,
Bir sefil Emrah var idi,
Erittiği kar idi,
Yandığı yer kor idi,
Şahinler görür bizi gökten,
Çırpınır kanatları aşk aşk diye haykırır,
Yine garip Emrah oradan oraya savrulur.
Kâh Mecnun olur çölde Leyla’sını arar,
Kâh Ferhat olur dağları deler de kaçar.
Kâh Süleyman olur, anlar mahlûkatın dilinden,
Bir tek Emrah anlaşılmaz, en anlamlı zamanda.

vii. Esinleme

Alırım sazı elime,
Kırarım tellerini,
Vermem ben seni ele,
Aç bana kollarını.

Bir yol var uzakta,
İnsanlar var orada,
Aşk durmaz mağarada,
Arar uzak dağlarını.

Dalga olur kükrerim,
Sel olur yıkar geçerim,
Garip Emrah dert çekmez,
Verir yâre dertlerini…

ix. Zaman durmuş

Zaman durmuş bir gizemli el tarafından,
Sanki ruha darbe yapılıyor,
Bir esin geliyor ellerime,
Yaz diyor en açık ifadelerle…
Ya da sus diyor en sessizlikte.

Sen…
Ses….
Duyar mısın?
Kapalı kapılar ardında kimler söylemek istiyor,
En tarifsiz duyguları?
İşte ben söyleyeceğim.
Geliyor esin kaynağı…
Susuyorum…
Dinle en kuytuluklarda söyleyeceğim o bitmez tükenmez besteyi…

x. Son

Son durak: Ayrılık vakti geldi.
Raylar geri istiyor biz yolcuları taşıyan o koca katarı.
Duyuyor musun sesleri?
Ayrılığın değil,
Sevginin sesini?

16 Temmuz 2010
21.45
Uşak/Güllü Kasabası

Ali Emrah Şahin
Kayıt Tarihi : 17.7.2010 14:35:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Ali Emrah Şahin