Bir bahçe olmalı şu dünya
Bahçe olmalı yeşilliğe uzanmış
Yeşile doysun bütün toprak.
Diz boyu olsun çimenleri
Çocuklar koşsun düşe kalka
Çalı çırpı,
.......çakır dikenleri bile olsun.
..
İnanmak, okun kalbe saplanmasıyladır.Aklımızın herhangi bir inancı onaması, inanmak için kâfi değildir. Bir başka elin devreye girmesi ve sizi kendine ait kılması gerekir.Gidip görmeyi çok istediğiniz bir yeri düşünün ve cebinizde beş kuruş yok. Tüm gayretlerinizle bilet parasını bütün etseniz dahi, o yere gitmeniz size bağlı bir şey değildir.Bileti kesen, sizi bir vesaitin içine koyan, gideceğiniz yere sağ salim varmanızı sağlayan bir başka eldir. Evet, Allâh dilediğine inandırır!
Hal böyleyken, bileti kesilen ve gideceği yere varan kardeşlerimiz de, karşılaştıkları bahçenin güzelliğiyle mi ilgili bilemem, çok geçmeden bir kibir başlıyor. Bazılarında, bu güzel bahçeyi herkesle bir an evvel paylaşmak istediğinden oluyor bu.
Bir takımlarında ise, bu bahçeden gayrı bir yer olmadığı, olmaması
gerektiği duygusu, birdenbire totemist bir düşünceye dönüşüveri-
yor. Peşi sıra, '' bahçenin sözcülüğü'', '' bahçenin sahipliği'' gibi,
durumdan olmadık vazifeler çıkarmaya başlıyorlar. Öyle ki, sürekli olarak bir bahçede olduğunu savlayan bu insanlara baktığınızda,
bir bahçede olduklarını düşünmeniz neredeyse imkânsız!
..
dünya sessiz bir oyun bahçesi
içinde yaramaz çocukları barındıran,
seslerin,hiçlikler içinde kaybolduğu
ufak bir bahçe..
her çocuğun hayalini kurduğu
orda yaşamak istediği bir bahçe.
..
Anneleri hiç üzme-onu kalbinde yaşat
Sıkıntıdan kurtulsun-huzur bulsun o surat
Karşısına geçersen-hemen öp ellerini
Mutluluğa soksunlar-hem seni hem de beni
Anne sözü dinleyen-aşar gider çağları
Onlar huzura sokar-bahçe ile bağları
Hürmet ve saygı ile-atılın kollarına
..
Ilık, güzel bir Eylül gününün akşam üzerinde, sevdiğimiz dostlarla, güzel bir yolculuk ile Sapanca’ya geldik. Yemyeşil, kocaman, meyve ağaçları ile dolu enfes bir bahçenin içinde güzel, şirin ve estetik bir ev... Bir çiftlik gibi... Bahçeyi gördüğünüz an, bir huzur doluyor içinize. Tertemiz, bakımlı ve göz okşayıcı.
Siyah mersedes araba, bahçe kapısından içeri süzüldüğü an, onlarca kaz, ördek, tavuk, horoz ve tavus kuşları bütün güçleriyle kapıya doğru koştu. Onları çok seven sahiplerine bir an önce ulaşmak için, adeta birbiriyle yarışır gibi koşuyorlardı. Zümrüt gibi yeşil bahçede, çoğunluğu beyaz, rengârenk bir görsel şölen... Öylesine hoş bir manzara ki, hayranlıkla izledim.
Ahmet Bey ve eşi Güngör Hanım, varlıklarının yanı sıra, gönülleri de zengin insanlar... Neş’eli, alçak gönüllü, dost canlısı... Bahçe içindeki güzel ve zarif evlerine vardığımız zaman, bahçedeki sevimli kazlar, ördekler, tavuklar etrafımızda cirit atmaya, çeşitli sesler çıkararak, sanki ’ Hoş geldiniz, iyi ki geldiniz’ diye tezahürat yapmaya başladılar. Öylesine mutluluk veren bir tablo idi ki, bir an çocukluğuma döndüm. Rahmetli babamın bahçede, kendi elleriyle yaptığı kümesteki gıdaklayan tavukların yumurtalarını aldığım günler geldi aklıma...
Ahmet Bey, gülerek, onlara yem atabileceğimi söyledi.Sevinçle yem dolu maşrapayı aldım. O neş’eli ve aç gözlü kalabalığa, avuç avuç atmaya başladım. Müthiş bir kapışma başladı. Değişik bir cins olan upuzun boyunlu kazlar ve diğer kazlar, attığım yemlerin içinden mısır tanelerini öyle bir ustalıkla seçip alıyorlardı ki, tavuklar masum masum buğdayları yemekle yetiniyorlardı.
..
Beyaz kerpiçten bir ev, yeşil bir bahçe,
Ağaçlarda, kuşlarda esrarlı lehçe.
Yerlerde boyun eğmiş mor menekşeler,
Edâlı sümbüllerde güle işveler.
Dallarda iri iri etli kirazlar,
..
Asırların yaşattığı aşık yollarda kayboldum
Karşımda incir ağaçlarından bir bahçe içinde
Adem ve Havva'yı gördüm
Mutlu günlerinde...
Anıların unutulduğu nefret yollara düştüğünde yolum
Bu kez elma ağaçlarından bir bahçe içinde
..
Bir İstanbul Nostaljisi: 'En Son Çıkan Şarkılar, 25 Kuruş'
Henüz, İstanbul'un, asfalta, betona ve arabesk kültüre esir düşmediği yıllardı. İstanbul sokaklarının, insana duygusuzca bakan, asfalt kaplı yüzleri yoktu. Eğri büğrü arnavut kaldırımıydı ama, kenarlarını dantel gibi süsleyen, yılların dostluğuyla kol kola girmiş ahşap evler, konaklar ve bahçe duvarlarından sarkan leylâklar, mor salkımlarla, daha şirin, daha sıcak, daha içten ve bizdendiler.
Sokak sakinleri, öylesine benimsemişlerdi ki sokaklarını, her sokakta 'Çöpçü' denen, elinde uzun saplı bir faraş ve çalı süpürgesiyle gün boyu sokağı temizleyen, üniformalı bir temizlik görevlisi bulunmasına rağmen, herkes, sokağın, kendi evinin bir parçası gibi gördüğü yakın bölümlerinin temizliğine itina gösterir, katkıda bulunurdu. Hattâ, hemen her evin bahçesi varken, çocuklar da, çoğunlukla, ortak bir bahçe gibi gördükleri sokakta, eğri büğrü taşlar üzerinde küçük bir lâstik topla, o da yoksa bazen bir çam kozalağıyla maçlar yapar, türlü oyunlar oynarlardı. Trafik veya kötü niyetli bir yabancı gibi tehditler de olmadığından, babaların iş dönüşü saatlerine kadar, sokak, çocuk cıvıltılarıyla dolar, daha bir şirinleşir, şenlenirdi.
Çocuklardan sonra, bu sokakların en sadık müdavimleri, seyyar satıcılardı. Küfelere yerleştirilmiş damacanaları at arabalarına doldurup, uzak membalardan evlere içme suyu getiren sucular, özellikle sıkça yaşanan su kesintilerinde hayrat çeşmelerinden doldurdukları tenekeleri ellerinde taşıyarak, büyük eziyet karşılığı küçük ücretlerle evlere dağıtan sakalar, yine elde taşıdıkları güğümlerle bebeklerin süt gereksinimi hiç aksatmadan karşılayan 'sütçü amca'lar, hakîki Silivri yoğurdu satan çıngıraklı yoğurtçular, torbalı eskiciler, kalaycılar, bileyiciler, bir merkebin sırtına maharetle yüklediği altı-yedi küfeye, yerli bir bostanın tüm tazeliklerini sığdıran zerzevatçılar, kış geceleri bozacılar, yaz günleri kar gibi temiz ve beyaz donanımları içinde, bugün hiç bir lüks pastanede bulamadığımız hakîki saleple yapılmış gerçek dövme dondurmalarıyla, dondurmacılar...
..
Meyve vermese bahçe, örülmez önüne duvar.
Öyle ya İslam'a giden her yolda pusu var...
..
Şiir yare ne anlatır,od,unda yandırır hatun
Ciğerlerimi dağlatır duymaz sultan, sağır sultan
An,bu andır, an bu andır, an bu an
Yönünü çevir bana duy artık sevgili canan
Sana esir diye, köle diye serdiğim ayaklarına
Can bu candır, can bu candır, can bu can
Yolcu gider kalmaz burda boşalır han
..
Biri hürriyetini veriyorsa unutma,
Oda özgürlüğüdür, bahçe ile bir tutma.
..
Bahce nefes almiyor
Dinleyin ic cekisini
Yoklanan son tohumun
Nasilda sonsuz sogrulusunu.
Bahce yorgundur
Gunahlarindan
Bugulu bir sabahin
..
Birden bire kaybolurdun hep ve ben her defasında içimde seninle birlikte yaşadığımız o mahalleyi savaş alanına çevirirdim. Bütün çiçeklerin kokusunda, bütün çeşme başlarında ve salkım söğütlerde sana dair izler arardım, seni sorardım işi başından aşkın karıncalara bile. Hiç kimse seni bilmezdi. Geri dönüşlerinde tanınmaz haldeydim, her şeye yeniden başlardık seninle.
Bu sefer hiç şaşırmadım, bu sefer kaygılanmadım, kapının önünde son 3 günün gazeteleri öylece duruyordu, artık yeni gazetelerin gelmiyor, posta kutun yerlere taşmış, bahçe duvarının dibinde sana fark ettirmeden ektiğim akşam sefaları gözümün içine bakıyor, bir tek onları ihmal etmiyorum, bakmıyorum pencerene, kapın ha açıldı ha açılacak beklentilerim artık yok. “dün gece döndü mü” acaba diye her sabah evinin önünden geçmiyorum. Birde keşke “özlemiyorum seni” diye bilsem ama diyemiyorum işte. Senden hiçbir zaman kaybolup gittiğin ayları dinlemedim ben, yokluğunun bütün hikayelerini ben yazdım, bir çoğu belki uydurmaydı, belki örtüşen yanları da vardı ama sormadım sana, yada sordum da anlatmadın. Yine döneceksin biliyorum, bu sever bir daha geri dönmemek üzere gitmiş olmana rağmen geri döneceksin. “Bu sefer aradığım şeyi buldum al senin olsun yazıların ve Allah’ın cezası mahallen” demiş olsan da, geri döneceksin. Ana yurt Oteli’nin kâtibine benzetiyordun beni, onun kadar beceriksiz ve çelimsiz-miydim bilmiyorum, fakat onun kadar bile şanslı olmadığım kesindi, bir fuların bile yoktu bende acemice burnuma götürüp seni koklayabileceğim. Fakat ölmiyeceğimi söyleyebilirim, eğer öyle olsaydı her şehirde bir mezarım olurdu benim.
Bu seferki gidişin ani olmadı, bu sefer hissetmiştim, kimi geceleri sokağa girdiğinde iki farklı ayak sesiyle yürüyordun bahçe kapısına doğru. Normalde perdenin aralığından bakılır böyle durumlarda ben bakmadım. Şimdi kime sorsam seni, diyecekler ki “ona taşındı” bunu duymamak için kimseye sormuyorum, bir akşam güneş batmaya yakın birkaç valizle çekip gittiğini belgelemek istemiyorum. Önceki gece birden bire evinin önündeki sokak lambası da söndü, şimdi koskocaman bir karanlık yüzünün aydınlattığı pencerelerin.
Geri döneceğin günü sabırsızlıkla beklemiyorum, ne zaman dönersen dön, hatta mümkün olduğu kadar gecikmelisin, o hazin dönüşünü hızlandıracak kadar kötü değilim ben. Üstelik nasıl olacağını merak bile etmiyorum. Bak dinle anlatayım, saçlarını hiç olmadığı kadar kısaltmış olacaksın, yüzünde sebebini bilmediğimiz siyah noktaların olacak, çok fazla zayıflamış olacaksın, incinmiş, kırılmış öfkeni dışa vuracak kadar bile gücün olmayacak. Yine ben seni büyük bir nezaketle karşılayacağım (coşkuyla değil) yine elimden geleni yapacağım seni rahat ettirmek için, (yanında rahat edeceğimden değil) hatta senin evde olmadığın saatlerde bahçeni yeni baştan yaratacağım, ayrık otlarını ayıklayıp, dikenleri sökeceğim ellerim kanayarak. “Ben sana söylemiştim” dememi bekleyeceksin ama demeyeceğim. Fakat sen artık eskisi kadar mutlu gülümseyemeyeceksin, her şey o resimdeki gibi eskide kalacak. Sonra gitarın tozlanmaya başlayacak ama farkında olmayacaksın, bildiğin bütün şarkıları unutacaksın. Sonra mahalleye yeni taşınan birisine gülümserken göreceksin beni, muhtemelen senden çok daha genç olacak, senden daha güzel ama asla daha ukala, daha kendini (haklı olarak) beğenmiş olmayacak. Bir süre, içinden küfredeceksin bana, “seni gidi azgın bunak” diyeceksin “yaşımdan başımdan da utanmıyor” olacağım. Sonra kulakların sokağa kilitlenecek ve klavye tuşlarımı dinleyeceksin “acaba ne yazıyor” diye merak edeceksin. Saçlarındaki aklar gittikçe çoğalacak, öyle bir an geleceke ki, dip boyalarınla mücadele edecek takatın bile kalmayacak. Birden bire ansızın kendine yeni bir uğraş edineceksin, mahallenin kedi ve köpeklerini besleme alışkanlığın her geçen gün daha çok artacak. Bir kere bile kendin için doktora gitmeyi düşünemeyeceksin ama onları düzenli olarak taşıyacaksın Veterinere. Bizim ikimizin de birbirine benzer tek bir sahnemiz olacak, aynı dekorda aynı ıssız bir cenaze töreniyle gömüleceğiz başka şehirlerde bilmediğimiz mezarlıklara…
20 Eylül 2008 Saat 00.30
..
Bazı duygular var gönül dilinden,
Bazıları düzmece.
Gönülden gelen aşk içerir,
Diğeri ise düzmece.
Şair,duvar ustası gibidir.Taşları iyi yerleştirmeli gönül duvarına.Kelimeler o kadar iyi kenetlenmeli ki birbirine,duvar kadar sağlam olsun; sallanmasın,eğreti olmasın,çökmesin.
Gönül ustasının işi zor. Yüksek dağlardan, kırdan, bayırdan,dere yataklarından taşlar biriktirir, çeşit çeşit.Sonra gönül dünyasında harmanlar onları. Duvar yükselmeye başlayınca sevincine diyecek yoktur. Geri çekilir ve şöyle bir bakar eserine.Bazen bir taşın denk gelmediğini görür. Ya yeniden duvar inşasına başlar sil baştan ya da uygun taşı gediğine koyamaya çalışır. Bunun için günlerce,aylarca eksik taşı arar.Eteklerine taş biriktirmeye çıkar,bu böyle devam eder. Sağlam bir duvar için taş biriktirmek ,taşı iyi okumak gerekir.
..
Bahçe Yaz’ a giyinmiş. Bu kaçıncı Bahar?
Yine mi kanatlanacak yürek?
Yine mi yeşerecek? Yapraklar kadar.
Demek ki gene aşık olacağız...Bülbüle inat
Desene gene uçacağız, ufkumuz kadar.
Bahçe Yaz’ a giyinmiş. Bu kaçıncı Bahar?
..
Boşuna gezme gönül bahçe bahçe
Koklanmamış çiçek asla bulamazsın
Dikenini bahane edersen eğer
Ömrünce bir tek gül koklayamazsın...
Yine akşam oldu gün bitti
..
gönül,
öyle bir bahçe ki...
rüzgarını estiren sen
yağmurunu yağdıran sen...
savrulanı sen
ıslananı sen...
..
Beton duvarların çevrelediği bahçenin önüne gelmiştim bir sabah,içeri girmemle susmuştu yanyana sokulup dedikodu yapan ağaçlar.Aslında fark etmiştim; boyu uzun olan ağaç bir yandan sohbete katılıyor bir yandan beton duvarların üstünden gelip giden olup olmadığını takip ediyordu.O beton duvarların çevrelediği binanın önüne gelmiştim.Beni hemen fark etmişti duvarın üstünden dışarıyı izleyen o uzun boylu ağaç,bahçe kapısına yöneldiğimi görünce uyarmıştı diğer ağaçları ve ben içeri girer girmez susmuşlardı.Yaklaşık beş dakika gözlerimi ayırmadan sırayla izledim hepsini.O kadar dik duruyorlardı ki eğriliklerini belli etmemek için esen rüzgarla tek bir yaprak bile kımıldatmıyorlardı.Evin kapısını açıp içeri girdiğimde ilk işim ön bahçeye bakan üst kattaki odaya koşmak olmuştu.Camın kenarına sessiz sessiz yaklaşıp perde arkasından gizlice izlemeye başlamıştım ve bir süre sonra gitmemin verdiği rahatlıkla harekete geçmişlerdi.Önce köşedeki ağaç köpeğin kovaladığı kediye uzatıyordu elini,peşine yanındaki uçarak gelen,çağırdığı misafirlerini ağırlıyordu ve son haberleri öğrendikten sonra yolcularken el sallıyordu dallarıyla.Bir başka ağaçsa adres soran karıncayayol gösteriyordu.Ne güzel anlaşıyorlardı; kavgasız,kaygısız,yeri geldiğinde rüzgarla dans edecek kadar alçakgönüllü.Sesimin varlığında ben sana yetişemezken duyuyordum olmayan cümlelerin anlamını.Sessizliğim gezinirken bahçemde ben artık ağaçlardan öğrendiğim harflerin anlamının olmadığı silik alfabedeki yeni bir dille merhaba diyordum yüzüme değen gözlere...
..
Bahçe baktım hobiden
Yar bakıyor kıyıdan
Bitmez bu sevda bitmez
Usul usul sahiden.
Bahçe önünde dere,
Akıyor bilmem nere,
..
Yiyecek ekmeği, içecek suyu varmış &
Ev kalabalıktı. Feriha hanım, terasta neşe ile yenen yemekten sonra alt kata indi. Baktı, çöp hayli dolmuş, o saatte pek çöp atılmazdı ama götürüp atmak istedi. Damat televizyon izliyordu salonda. Çöpü aldı ve çıktı. Bahçeyi geçti, bahçe kapısını açtı ve çıktı. Çöp kutusuna kadar yürüdü, kapağını açıp çöpü attı. Ne çok çöp dedi. Hemen her evde iki ya da üç aile vardı. Yazlıklar dolu, dolu neşe içindeydi. Bu saatlerde çoğu ya denizde olur ya da evde yemekte veya da çayda. Feriha hanım giderken koca bir karton parçasının damadın arabasına yakın durduğunu görmüştü. Onu almak için eğildi ve çekmeye başladı, yanda ki evin bahçe kapısının önünde siyah bir şeye başını koyup yatan adamı gördü. Zayıf bir adamdı yüzü görünmüyordu. Üzerinde soluk bir atlet, siyah bir şort vardı. Aldırmadı, kartonu iyice duvarın kenarına çekti, içine büyükçe bir taş koydu rüzgâr yeniden savurmasın diye. Doğruldu, adama baktı. Hala oradaydı, ayak sesine dönüp bakmamış ya da hiç kımıldamamış olması dikkatini çekti. Biraz baktı öylece, sonra ama o evde kimse yok bu kim ki orada yatıyor diye merak etti. Döndü gitmek istedi, ama gidemedi meraklandı. Damada seslendi. Kapı açıktı ama damat duymadı. Televizyonun sesi yüksekti. Sonra evin kapısına kadar gitti. Serkan, Serkan! Diye seslendi. Damat kapıya geldi.
- Efendim, ne oldu?
- Bi baksana şurada bir adam yatıyor merak ettim.
Serkan telaşla terliğini giyip geldi.
- Hani nerde?
Önde Feriha Hanım, arkada damat bahçe kapısında çıktılar. Adam hala yatıyordu. O orada kızı onların sesini duyup gelmişti. Serkan adamın yanına gidip seslendi adama. Adam hafif döner gibi oldu nerdeyse düşecekti. Serkan tuttu.
..