Sanki geçmişte, ona şu an taşıdığı genleri aktaran insanlar yokmuş gibi, sanki o insanlar Sarıkamış’ta, Çanakkale’de, Yemen’de savaşıp bu topraklara gömülmemiş gibi, sanki binlerce insanın yattığı bu topraklarda ekin biçen, ter döken kadınlar, fabrikada sıcak demirin karşısında yüzü alazlanan adamlar hiç olmamış, yaşamamış gibi, dününden ve bu gününden utanmayı asaletin birinci koşulu olarak düşünen, farklı olmayı, farklı görünmeyi, farklı konuşmayı bireysel var olma amacının temel unsuru olarak algılamış, fakat hiçbir zaman aslında kendisi gibi olamamış zavallı ve yalnız bir kişiliktir bizim toplumumuzda Aydın tanımlaması…
Kendini düşünür olarak tanımlarken, içtiği Fransız şarabını, giydiği ayakkabı markasını, dinlediği klasik müziği, sevdiği manken ismini anlatmaktan garip bir haz duyar.Buna karşılık Türk toplumunda var olan lahmacunu elle yeme alışkanlığını şiddetle reddeder, bunun kültürümüzün gelişimi adına bu süreci baltalayan çok önemli bir sorun olduğunu dikkatle ve titizlikle vurgulamaktan çekinmez…
Sömürge zihniyetinin kutsal savunucusu olduğundan, sömürülen topraklarda yaşamanın kendine sağladığı ayrıcalıklı duruşla, kendini inkar eden, kendine hasım, kendine olabildiğince yabancı, devşirme fikirlerin savaşçı şövalyesi olmayı yine kendi adına kutsanmışlık sayar…
Bağımsız düşünme yetisi yoktur.Empoze ve yönlendirilmiş kavramların beynindeki tasnifi, içindeki aşağılık kompleksinin ruhunda oluşturduğu baskıyı rahatlatıcı bir düzene göre şekillendirilmiş olup, çağın getirdiği o an ki güç dengelerinin durumuna göre değişkenlik gösterir.Doğulu olması gerçeğini Batılı olma hayaliyle örtmeye çalışması, beyninde coğrafik karmaşalar yaşamasına, zaman zaman bu karmaşa ortasında yönünü kaybetmesine sebep olmakla birlikte, kendisini yarı şizofren bir hayatın parçası haline getirmiştir.
Bu yüzden, beyinsel iç güdülerle tutunduğu Batı değerlerinin, bedensel bağlarla yaşamaktan utandığı Doğulu toplumları dejenere etmesine, zayıflatmasına ve hatta en ağır ve insafsızca yöntemlerle yok etmeye çalışmasına ses çıkarmaz, çıkaramaz…
Bu yüzden, İstanbul gibi büyük şehirlerde, toplu taşıma araçlarına binmeyi kendisi için büyük utanç kaynağı olarak gören sevgili Aydınımız, Lübnan’daki binalarda bombalanan insanların, topluca katledilmelerine susmaktan, sessiz kalmaktan utanmaz…Ona göre bu sefil ve az gelişmiş bu anatomik yapılar, İslami Terörün bugünkü, ya da yarınki baş aktörleridir…Kendisinin aynı dine mensup olmasının ruhunda yarattığı tahribatı, açtığı yarayı sarmanın tek yolu, bu katliamlara sessiz kalmak ve hatta toplumun tepkisizliğinden emin olduğu bir anda, bu vahşete açıktan destek vermektir…
Kendisini toplumun efendisi olarak gören bu zavallı azınlık zümresi, belki de sırf bu yüzden Mustafa Kemal’in bir sözünde övdüğü “köylü” insanlarımızı, garip bir hırs ve öfkeyle aşağılamaktan özel bir zevk alırlar.”Taşralı zihniyeti” kavramı, bu biricik ve sevgili Aydın kitlemizin ortaya koyduğu nadir üretimlerden biridir.”Köylü” kelimesinin unutturularak, yerine eş anlamlı
“Taşra” kelimesinin ortaya atılması, bu “düşünür” grubunun zeka seviyeleri dışında ne denli kurnaz olduklarını anlamak açısından oldukça güzel bir örnek teşkil etmektedir…
Onlara göre yeryüzünde sınırlar hızla ortadan kalkmaktadır.Küreselleşme adı verilen yeni oluşumun içinde var olmamız gerektiği konusunda ısrarlıdırlar.Ancak bu oluşum içinde neden bazı sınırların dokunulmaz olduğu ve neden bazı sınırlar değişirken, değiştirilirken binlerce insanın öldüğü konusuna tam bir açıklık getiremezler.Haritaya baktıkça kendi ülkelerinin sınır çizgileri hakkında kendilerine verilen talimatlar konusunda bazen, aralarında yaşadıkları anlaşmazlıkların sebebi, ülkemizin küreselleşme sürecinde Batılı merkezlerin tam bir mutabakat sağlayamamış olmasından başka bir şey değildir.Henüz bu ülkede hangi binaların bombalanacağı, orta bir değerle kaç insanın öleceği kesinlik kazanmadığından, şimdilik genel bir Aydın görüşü ortaya konamamıştır.Ancak bu konuda hepsinin ortak duruşu, şu an itibariyle ülkemizde oluşan ve ulusal cephe adı verilen oluşuma karşı güç birliği içinde bulunmalarıdır.
Güçlüden yanadırlar.Bu yüzden güçlü olmak akıllarına gelmez, buna ihtiyaç duymazlar.Hatta güçlü olmayı alt kültür örneği sayıp kabalık olarak tanımlarlar.Ait oldukları topluma yabancı bir kültürle yetişirler.Bu hayranlık, onların var oldukları topluma yabancı, yaşadıkları çevreye uzak üretimlerde bulunmalarına sebep olduğundan, kolay anlaşılmazlar ve anlaşılmadıkları için kızarlar.
“Bu ülkede neden kitap okunmuyor? ” sorusu, hala çözemedikleri bir Toplum bilmecesidir.
İstisnasız olarak hepsi özgürlükten yanadır.Düşünce özgürlüğü, düşündüklerini konuşma özgürlüğü kendilerini bağımsız birey hissetmelerinin yapay zeminini oluşturur.Ancak özgürce ortaya attıkları düşüncelerin genelde Batı formatlı oluşu, “Demokrasi” “İnsan Hakları” gibi klasik söylemlerden bir adım öteye gidemeyişleri “bağımlı oldukları” tek yönlü bakış açılarının ne denli dar kalıplara sıkıştığını göstermesi açısından çok dikkat çekicidir.Yani zannettikleri kadar özgür değildirler.Bu yüzden içlerinde uluslar arası başarı sağlayan birkaç tanesinin, bu başarılarını sadece var oldukları toplumu yererek ve küçümseyerek elde etmelerini, sahibinin kölesine verdiği bir hediye olarak düşünmek çok da yadırganmamalıdır.
Kültürünü aldıkları toplumların eksiklerini, yanlışlarını yazan bir Aydınımıza rastlanmamıştır. Mesela Batılı ülkelerin geçmişlerinde ve hatta bu günlerinde var olan soykırımların sebep ve sonuçlarını, analizlerini, kölelik ve sömürü anlayışlarını aktaran tarihsel çalışmalar, neredeyse yok denecek kadar azdır.Buna karşılık, kendi toplumları hakkında, Batılı kaynakların görüş ve bakış açılarıyla paralel bir sunum içindedirler.
Kısacası bu ülkede Aydın kavramı, bilinen ve umulan tanımların aksine,
öncü olmaktan uzak, kendi iç yapısında sentez dahi oluşturamamış, tarz belirleyememiş, yarı kimliksiz, kişiliksiz bir güdülmüşlükten ibarettir…
Ülke sorunlarını çözüme yönelik fazlaca bir katkıda bulunmadıkları gibi, bu sorunları sınır dışına taşıyarak, kişisel ün, kişisel popülarite, kişisel ayrıcalık kazanma uğruna, maalesef üzerinde yaşadıkları bu koca yapıyı, parçalar halinde meze olarak başkalarına sunmuşlardır.
Burada dikkat edilmesini istediğimiz nokta, var olan sistemin kusursuzluğunu anlatmak değil, ancak bahsettiğimiz bu insanların, sistemdeki yanlışlarla mücadele etmek yerine, ikincil güç dengelerine yaslanarak, bu sistemi daha da yaşanmaz hale getirmelerine karşı olan tavrımızdır.Çünkü şu an itibariyle, ne kadar bozuk ve eksik yanları olursa olsun, bize ait olan bir bağımsızlık, küreselleşme adına tamamen bağımlı bir yapıya yönlendirilmekte, eski tabiriyle, ağırlaştırılmış sömürge sistemi uygulanmaya çalışılmaktadır.Sözüm ona kendisini Aydın olarak tanımlayan bu insanlar, ülkelerini dışarıya karşı aşağılamakla meşgul olduğu saatlerden arta kalan zamanlarda, bunun sonuçlarını da düşünmeye başlamalıdırlar.
Sanki bu ülkede kültür ajanları yokmuş gibi, sanki bu ülkede “sivil toplum örgütleri” adı altında yabancı istihbarat kurumları tekelinde yapılanmalarla siyaset, ekonomi ve hatta askeri stratejiler yönlendirilmiyormuş gibi ve sanki bu ülkede mutlaka değiştirilmesi, en azından mücadele edilip
tedbir alınması gereken “Bizim Çocuklar” olgusu yokmuş gibi, günümüz Aydın’ı Türkiye AB ve ABD’nin köpeği nasıl olur, bunun için neler yapılmalıdır sorusunun cevabıyla meşguldürler..
Batı hayranlığının, buna karşılık Doğulu olma gerçeğindeki tezatın sancısında yüceltemediği, yönlendiremediği, ileri taşıyamadığı halkından utanan ve en pahalı Fransız şarabının fiyatını ezbere bilen bu zavallı utanç abidelerine şunu sormak gerekiyor…
Ekmek kaç para?
Uğur Deniz ÜlkegülKayıt Tarihi : 26.8.2006 12:24:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (1)