Bâbil i Beş Geçe Şiiri - Yaşar Bedri Özd ...

Yaşar Bedri Özdemir
YAŞAR BEDRİ, 1956 yılında Trabzon’da doğdu.
7

ŞİİR


4

TAKİPÇİ

Bâbil i Beş Geçe

-1.

bâbil’i beş geçe dört kitaptan kovulduk

koşarken güneş soluk soluğa uzak asya’ya
bâbil bahçelerine üç deli güvercin geldi
sfenkslerin meme içlerine
üç deli yavru bırakıp geldi.

ezan-ı Muhammed arapça okunmaya başlamadan
moğol hâk ile yeksân etmeden anadolu’yu

- incik boncuk, icra micra tedavüle girmeden
çok sene önce geldi. beN, palete ve fırçaya
ve protesto olmaya başlamamış / kırmızı
saçlarınız için fildişi kuleler icat edilmemişti.

ferhat, külünkte ferhat
yunus, darıda direnen câN
kerbelÂnın kanı lâcivert aktı
gözü tok
yüreği üryâN
üç deli güvercin…

bir kıssa şimdi hayber, şimdi âraf
ipek kaftanlı şehzadenin ölüm korkusu
geçtik o uzun çölün kum saatlerini.

kandil isinde kuş ve ney sesleri
barut doğrar akşamın çanağına.

sıyrılacak sisten dalgakıran
denizaşırı palavralar

ehramlar sinisini talan ettik
zeytin tanesi, kısrak sütü, gençliğimiz
eyyüb kadar sabırlı, ölüm kere aç! ..

bâbil’i beş geçe homurtusuyla
bir tren geçti.
uykulu gözlerinde yorgun sorular
düşürdü sakızını camdan sarkan çocuk
treni kaçırmıştım
içinde kendimi unutarak!

-beş geçe düşünmedim, yemedim, yazmadım
saydım taşını kaldırımların
ödemedim borcumu/
tükürdüm fiyakasına zigguratların.

yüzümde fırtınanın kanatan kırbacı
havada yağmur kokusu.

erkenci çocuklar yürüdü
çantalarını tekmeleyerek bâbil avlusuna
günle güneşle boğuşan köle, dişleyebilirdi
dumanı üzerinde somun gibi zincirlerini!

aç bir putun gölgesinde büyüdüm
meneviş işleme çakımızla yonttuk tanrılarımızı

kadırgaları yürüttük yağlı kementle
omuzlarımızı kanatarak.

ne tatar geceydi santurlar çalıyordu
kırılmıştı gözlerimde eski putlar.

-başka bir koyakta dölledi çirkin bir
kertenkeleyi başka bir çirkin kertenkele.
korsanlar dip suda tahta bacak yağmalar
çigan sofrası /çaylandık toprak kâseden
unutuldu ayrıntılar.

kayada nasıl can bulur incir ağacı
taşlar nasıl kıyar çocuk başlarına?

buharlaşıyor öfkenin öz suyu
perçemlerin yağmur ıslığı

sıyrılacak sisten dalgakıran
fenerin puslu soluğuyla

çapraz çatmış sözcükleri
mevlithanlar yalınkat

omuzlarımda halat yarası
el yazması ayetler ceviz rahlemde

intiharını yaşar
boşluktan düşen gölge!

-yıldızlar üşüdüğü zaman!
ateş ve boran ve tevekkül dağlara çekildiği zaman
yani ten cana konuk
öl! .. diyene kadar...

-2.

bâbil’i beş geçe dört kitaptan kovulduk! ..
güneş mağarasına çekilirken kösler vuruldu, iftar çadırları
kuruldu. devrimlerle açtık orucumuzu
usyeri melâlin tapınağı. söndü ışıklar! ..
tabletler yonttuk. ağladık ağlanacak her şeye
denizlerde, çöllerde okundu fermanımız
bakmanın çok anlamlı olmayacağını anlattılar
mil çekildi gözlerimize!
titreyen metinleri el yordamı sürdük

elletmedik kalbimizi;
kurda, kuşa, yabana

devlet olduk, üniformalar diktirdik… bronz apoletler döktük
efendisini yönetti köşe başlarına yerleştirilen ışıklar
sunaklar kan revan, cellâtlar yonttuk hatıralarımızdan.
hep gemi leşi… bir daha körfez… erken darbeler! ..
öküzün boynuzundan indirdiler güzelim dünyayı.

kalk gidelim dedim semendere, bu eller bize yaramaz

kendimi denizlere vurdum,
çöllere vurdum
sürüden ayrılan semender yoldaşım oldu.

çokça hüzün, çokça mandal iliştirilmişti telgraf tellerine
kardeşlerim kıvranıyor kıvranmakta olanlar, de(n) di
kardeşlerim bâbil’de geyik kavmi mülteci topluyormuş
tozlu raflardan
işte yazıyorum. şahit olun.
sebil tasına yazıyorum
ırmağa yazıyorum
aynalara muhalefet edemez kimse, aşka edemez!

morun ve sarının yolculuğunu kim hatırlıyor?

demli çay tadında bir kimya
ince belli bardakta yarım kalan uykumuz.

-3.

tanrılar sinisinde zincirlerini dişliyordu köleler
üç deli güvercin bâbil bahçesinde oklandı…

tanrılar sinisinde zincirlerini dişlerken köleler
kıyamet sûreleri okunuyordu
zeytin tanesi,
ârAf,
sûr-î isrÂfil.
tanrılar sinisinde zincirlerini dişliyordu köleler
delik mavnalar, papatya değirmenleri, nâme, hûrufât
kırk yıl odun taşıdık infaz mangama.

-4.

firavunun âharlanmış kızına mı kaldım?
ne kervanlar, ne destanlar takılmıştı peşime
yalanım yok. resmine bakıp bakıp çok asıldı kiraz dalına
tuhaf bir gülüşü vardı, arp çalardı ay ışığında
beyazlardan daha beyazdı teni. daha ölmeden;
maniler, fermanlar, destanlar yazılmıştı adına

karşıya yorgun masal perisiyle geçmek şimdi
firavunun kızında bir eda, bir kurum sorma…
kedileri güldüren şamata. dalda tüneyen yumak.
birden ateş böcekleri doldu odaya
sıtmaya tutulmuş martılar konuştu: -adamım
benden
duymuş olma,
acayip ölünür bu lodos sağanağında

firavunun fersiz kızına mı kaldım?
gölgesine bastım diye kırk kırbaç yedim
zindana kapattı gül büyüttüm diye
düş bile göstermedi muhafızları, tabletleri okutmadılar!

tuhaf kızdı. gıkı bile çıkmadı kanım akarken
âh! .. ne asesler,
ne sehpalar
ne cellâtlar istemişti beni! ..

-5.

âh’ımda göz izi ağladık bi güzelce
yazılmamış levha idin. yüzümü serdim yüzüne.
aşk;
yorgun simyacı.
örttü sabıkalarımızı gece.

bir hâyal avcısı kesti yolumu. durdu orda zaman
sebil oldum,
rüsvây oldum,
zây’oldum! ..
tasvirler talan etti kelimeleri.
köryordamı dokundum ateşin düştüğü yere
taş kesildi parmak uçlarım,
bâbil’le akrandı âşıkların kehâneti
ve simya.
ve aşığı küstüren ışık seli

hayâl kurdu olduğumu kimseler anlamadı
çıkarken o uzun düş yolculuğuna.

şiirim kefaretimdi. duvardaki kirecin,
tuzun ve
tülün üstüne düşen buğu,
aşkımızı hükümsüz kıldı.

bizi sevgiliden soğutan ney/di bâbil yollarında?
bir lahitten ötekine kavimlerin göçü.
bulutlar kanarken dikenlitellerde hep hüzündük
harfler kuma karışır, tenyazımız okunmazdı

yolculuk
ateşten kaftan giydik mi yani? ranzamda kölekuşları
kafiye olsun diye tırmandık yokuşları!

tırmandık kenti. âh’ımızda aşınmış göz izleri
çırılçıplak dolunay suda yıkanıyordu
titriyordu gece
herkes gitti. boşaldı sunaklar,
kıyıda
kuruldu aşk sehpamız.
ağladık bi güzelce.

-6.

sekiyor kelimeler! .. yolunu kaybetmiş kum
yosun tutmuştu yıldızlar serin sularda
hangi hâyâl ürpertir ruhumuzu? kendimizdik
ölüme dair kıssa… yolunu kaybetmiş ada.

kelimeler yontsun bizi! .. müsveddeler lâl
takvimlerin odama düştü buğusu
taşın rahminde “ey oğul” büyütüyor totemler!
bir hışımla geçiyorduk kavimler kapısından
kokunu sürüklüyordu sessizce akan su.

titriyor kelimeler mevcutlu götürülürken!
ayazın kamçısı melâlin evi…
ins ve kûN! .. yine kûn
dolu dizgin bir edâ cellâdımda
ayraç içine sıkışan güzelim imlâydı tenim.

morun ve sarının yolculuğunu kim hatırlar?
her şeyi eksik bırakıp giderken
hiç bir şey olmamış gibi. demli çay tadında
ince belli bardakta yarım kalan sevinci hatırla ama! ..

mordan sarıya bir yol… akmış duvar yazıları.
kitaplarım dağılmış, büyümüş çocuklar
yüzlerinde çokça marihuana,
çokça uykusuzluk.
serin kavak yelleri
bahar burcunda yanımda olmayacağını kim bilebilir?
ilk karda kırılacak dalda direnirken rüzgâr.

tenimde sakladığım buğulu çizikti yaram… bitmiyor
sürek avı. hayâlet gemiler yanaşıyor! .. güvertesinde,
hadım edilmiş porsunlar, sis düdükleri, kaybolan irtifa.
gözümü acıtan uyku yapışıyor tuzlu kirece
odam, arkaik tapınaklar, fesrengi levhalar, vâ hayfa! ..

ayrılığı kodluyorum, çık karanlık mağarandan hadi!
suyun aynasında kamaşıyorum. yanılsama her şey…
çokça yalan, çokça ihanet okudum falcının mızrabında
dışarıda kalmış zamanı nasıl hatırlasın kum saatleri…

bâbil’i beş geçe dört kitaptan kovulduk! ..
güneş mağarasına çekilirken kösler vuruldu, iftar çadırları
kuruldu. devrimlerle açtık orucumuzu
usyeri melâlin tapınağı. söndü ışıklar! ..

erkenci çocuklar yürüdü
çantalarını tekmeleyerek bâbil avlusuna

-yıldızlar üşüdüğü zaman!
ateş ve boran ve tevekkül dağlara çekildiği zaman
yani ten cana zamaN’sız konuk
öl! diyene kadar...

(1981-2004)

Yaşar Bedri Özdemir
Kayıt Tarihi : 8.10.2005 16:17:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Mehmet Fatih
    Mehmet Fatih

    muhteşem tek kelimemidir..yeter midir...bilemiyorum..

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Yaşar Bedri Özdemir