Çanakkale Zaferinin 106. yılını kutladığımız bu günlerde. Savaşın acı gözyaşı, yoksulluk , yarım kalmışlık olduğunu kabullenirken, bazı savaşların haklı savaşlar olduğunu da bir kez daha anımsadık. Ne diyordu Mustafa Kemal Atatürk :
*Savaş zaruri ve hayati olmalıdır. Milletin hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça savaş bir cinayettir!
* Yurtta barış cihanda barış! *deyip, barışı savunan Mustafa Kemal Çanakkale savaşı sonrası, evlatlarını yitiren Anzaklı analara yazdığı bir mektupta:
" Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız bizim bağrımızdadır, huzur içindedirler. Ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır"
diyecek kadar hümanisttir.
Mustafa Kemal çok iyi biliyordu ki o analar, savaş yüzünden yaşamları boyunca hep yarım kalacaktı...
Savaş , yoksulluk , yarım kalmışlık deyince de, babamın belki de çocukluğundan hatırladığı ilk anısı, gelip oturdu yanı başıma.. . Yine içim yandı anımsayınca.
Tam buraya nasıl yakışır Veli'nin oğlunun şiiri.
Ne diyordu şiir ;
"Neler yapmadık şu vatan için;
Kimimiz öldük, kimimiz nutuk söyledik" ( Selam olsun anısına...)
Neyse, babamın ilk çocukluk anısı diyordum...
Benim babam, dedem olacak yaştaydı... Annemle babamın yaş farkı nasıl çoktu. Anam babamın kızı yaşındaydı. Ben de babamın torunu olacak yaşta...
Yani benim babamın doğduğu yıllar savaş yıllarıymış.
Dedem Çanakkale'de şehit olduğunda babam ana karnında 6 aylık var, yok bir şeymiş...Dedem ne çocuğunun doğduğunu biliyor , ne de yüzünü görüyor. Babaannem iki çocukla gencecik kalıyor...
Sülalenin bütün erkekleri askerde... Kalanlar da yaşını başını almış ihtiyarlar.
Babaannem ile ablası ellerinden geldiğince ayakta kalmaya çalışıyorlar.
İlkin dedemin öküzleri satılıyor. Çifti sürecek erkek nerede.
Sonra koyunlar , inekler ,tavuklar derken, tarlalar da, yeterince ekilip biçilmiyor...Ülke yokluk ve sıkıntı içinde...
Babam üç yaşlarında, belki de dört... Babaannem evi geçindirmekte zorlanıyor. İki çocuk başında. Bulup buluşturup çocuklarını bakmaya gayret ediyor...
Bir gün babam anasının pişirdiği yemeği yemek istemiyor. Ağlamaya başlıyor... "Ben et yemek istiyorum! "diye diye feryat figan ediyor.
Sesleri duyan teyzesi koşup geliyor.
"Yarın alalım Mehemmet ! şimdi sus... Otur yemeğini ye" dediyse de babam susmuyor...
(Teyze de teyze hani, nasıl otoriterdi rahmetli...100 yaşında öldü. Ağaçlar gibi ayaktaydı hep...Hani denir ya *erkek gibi kadın...Öyleydi rahmetli )
Bakıyor başa çıkamayacak...
"Tamam ben sana et getireceğim dur bekle! "diyor.
Evden bir torbayla geri geliyor.
"Torbayı aç Mehemmet, istediğin et aşı var içinde " diyerek torbayı babamın önüne koyuyor.
Babam sevinçle torbanın yanına oturuyor, tam açacak, içinden bir kedi fırlayıp çıkıyor...Nasıl da kızmış hapsedildiği için...
Zavallı babamın korkudan ödü patlıyor. O günden sonra bir daha et isterim diye ağlamıyor...
(Ne gariptir ki babamın ölene kadar evde hep bir kedisi oldu...)
Gel zaman git zaman , babamın amcasının eşi, ardında bir kız çocuğu bırakarak ölüyor. Sülalenin büyükleri toplanıp babaannem ile kayınını evlendiriyorlar. Birinde bir kız çocuğu, diğerinde biri kız, biri erkek iki çocuk. El elinde büyümesin diyerek.
(Hoş babam 12 yaşına geldiğinde bir de anasını kaybediyor.. Böylece hem öksüz, hem yetim kalıyor)
Babam okul yaşına gelince yakın köydeki okula gönderiliyor...
Amcası okumayı söker sökmez onu okuldan alıyor... Sebep, her çocuğun sabah giderken, okula birer odun götürmesi... Tabii bahane hepsi... Öküzler otlakta güdülecek. Yemi, suyu verilecek...Altları süpürülecek...
Babam anlatırken, buraya geldiğinde gözleri dolmuştu...Belli ki Okumak ukte olarak kalmış içinde. .
Derdi ki: "Amcan da olsa, insanın kendi babasının yerini tutmuyor..."
( Babam mı çok duygusaldı, amcası mı fazla gerçekçiydi bilmiyorum da... Birazcık sitemkardı babam amcasına...
Düşündüğümde ;belki amca istemedi bu evliliği , belki babaannem mutsuzdu, abi bildiği bir adamla evlenmekten... Olup biten can yakıcı her şey, birer zahiri sebeplerdi... )
O yüzden benim babam, *çocuklarım okusun!* diyen bir babaydı. Babamın bizler için eve her gün gazete alması, haftalık dergilerimizi hiç unutması bundandı.
Babam tarlada bahçede çalışırken , yanına giderdim. Yardım edeyim de işi kolaylasın diye...
Bakardım, babamın dudaklarında bir Ege türküsü, kulağının ardında bir fesleğen dalı istekle çalışıyor.
Beni gördüğünde gözleri parlardı. Yadım etmeme ise, asla izin vermezdi...
"Senin işin okumak...Al kitabını, otur ağacın gölgesine, oku...Gözlerin yorulunca arada sohbet ederiz "derdi.
Ben de sık sık kitabımı kapatır, babamın anılarını dinlerdim...
Çocukluğunu, savaş yıllarını, kıtlık yıllarını... Hatta askerlik anılarını...Atatürk'ün öldüğü gün ile ilgili anılarını, duygularını, hep can kulağı ile dinlerdim.
Zihin, bence bir seyyah... Hatta bir çok gezenti... Bakınız, benim babam 1916 doğumlu, ben ta oralara gittim bu sabah... Savaşın yarım bıraktığı evlerin içinde, doğmadan öksüz kalan kırgın çocuk yüreklerinde, dolaşıp durdum...
Günümüze geri geldiğimde anladım ki, hazır bulunan, eksiliği çekilmeyen hiçbir şeyin, yeterince değeri bilinmiyor...
Nenemin deyimiyle ; "söylenenleri, koyunun kaval dinlediği gibi dinliyorlar... Bir tek tüyleri bile kıpırdamıyor...Yaşamamışlar ki nereden bilsinler...
"Vatan bir yorgandır üstümüzde" diyerek. Çanakkale Zaferini kutluyor. Başta Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere, vatan için toprağa düşmüş bütün şehitlerimizi saygıyla anıyorum.
Kayıt Tarihi : 19.3.2021 23:38:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Hümeyra Gün](https://www.antoloji.com/i/siir/2021/03/19/babam-da-cocuktu.jpg)
İçten samimi hissederek kaleme alınmış bir eserdi
Hayatın da....
...
İşte okuduğumuz o..
Gerçek, yaşamın orta yerinden...
Hem de savaş gibi acıtan...
Dinleyen, okuyan ile..
O gerçeği bizzat yaşayan elbette farklı...
Hem de çok!
Atatürk'ü bu yüzden "iyi anlamak" gerekiyor.
Savaşı "siyasi argüman" gibi düşünenler özellikle!
Tebrikler Öğretmenim...
TÜM YORUMLAR (4)