b KİTAP Şiiri - Yorumlar

Ünal Beşkese
1008

ŞİİR


61

TAKİPÇİ

A- HİKÂYELER

Onu, oldukça soğuk bir sonbahar sabahı görmüştüm ilk kez. Teknik Üniversitede ikinci yılımdı. Her günkünden biraz daha erken çıkmıştım evden. Sonbahar sonlarının ayazına rağmen, havayı ısıtamasa da, insanın içini ısıtan bir güneş vardı gökte ve ben kaç gündür özlemiştim o sonbahar güneşinin içimi ısıtmasını. Kabataş'tan bindiğim otobüs, Gümüşsuyu'na gelirken, güneş, şeytan olup girivermiş olmalı ki on dokuz yaşımın kaynayan kanına, dışarıda bu pırıl pırıl İstanbul günü dururken, fakültenin loş koridorları, birden çok itici geldi bana ve o gün okulu asmaya karar verdim. Otobüsten inmedim ve Taksime kadar devam ettim. Saat sekiz buçuk civarındaydı ve Beyoğlu, henüz günlük insan yoğunluğuna ulaşmamıştı. Taksim'den Galatasaray'a doğru, kâh vitrinlere, kâh gelip geçenlere göz atarak, âvare âvare yürürken onu gördüm. Sekiz-on adım kadar ötede, karşıdan geliyordu. Telaşlıydı sanki. Bir an, olduğum yerde çakılıp kaldım, ipnotize olmuş gibiydim. Ne ayaklarım, ne gözlerim, beynimden hiç bir komut almaya gerek görmemişti. Yolun üstünde durmuş onu seyrediyordum. Koyu mavi, biraz da kısalmış bir manto giyiyordu ve aynı renk bir kaşkolu sarmıştı başına. Kaşkolun altından sarı saçları alnına ve omuzlarına doğru taşmıştı. Rujsuz, fakat soğuktan iyice kızarmış dudakları ve hele o lâcivert gözleriyle ancak yüce Tanrı'nın yaratabileceği güzellikte bir tablo gibiydi yüzü... Ve o muhteşem tablo, o muhteşem güzellik, yanımdan süzülüp geçtiği kısacık zamanda, âdeta beynime nakşolmuştu. Hem de aklımdaki her şeyi, bir anda silip süpürürcesine...

Bu bir anlık şoktan kurtulunca, hemen yanımdaki dükkânın vitrinine bakar gibi yaptım ve kendimi toplayıp, bilinçsizce yürüdüm peşinden. Sadece bir kaç adım atmıştım ki, onun az ilerideki bir dükkânın önünde durduğunu ve elindeki anahtarla dükkânın kapısını açıp içeri girdiğini gördüm. Ben de o dükkânın vitrini önüne geçtim. Burası, gömlek, kravat, çorap, mendil, çakmak, portföy gibi erkek aksesuarları satılan bir dükkândı. Ben, tabii vitrini değil, içerisini görmeye çalışıyordum. O, mantosundan sonra, başına eşarp gibi sardığı kaşkolu çıkartınca, altın sarısı saçları dökülüvermişti omuzlarına... Bir süre, hayran hayran onu seyrettikten sonra büyülenmiş gibi ayrıldım oradan. Fakat bu ayrılış, sadece bir kaç dakika sürdü ve ayaklarım beni tekrar o vitrinin önüne taşıyıverdi. İçeriyi izleyişim epey uzun sürmüş ve onun da dikkatini çekmiş olmalı ki, birden kapıya doğru yürüdü, karşımda durdu ve o lâcivert gözlerini gözlerimin içine dikerek,
'Beğendiğiniz bir şey var mı? ' demez mi...
O an, hiç düşünemeden ağzımdan 'siz' sözü çıkıverdi. O, gülmemek için, dudaklarını büzerek içeri dönerken, ben de utancımdan terler dökerek koşarcasına uzaklaştım oradan... O gün, hattâ o gece, o muhteşem güzellik, beynime nakş olmuşcasına gözlerimden hiç gitmedi...

Tamamını Oku