Günlük yaşamlarımızdaki tekdüzelik, kanımca sanatın yeterince filizlenememesinin en önemli sebeplerinden biri. Aslına bakarsanız her devirde böyleydi. Ancak tarih boyunca savaş, baskılar, zulüm ve genelde felaket olgusu insanın dünyasını derinden sarsmakla birlikte, yarattığı doğal tepkiler sayesinde sanat toprağına yeni tohumlar atıyor ve yepyeni akımların doğmasına neden oluyordu.
Bugün de değişen pek bir şey yok. Ancak şimdilerde sorunumuz daha büyük. İletişim olanakları artıyor ve olağanüstü hızlanıyor. Böylece sanatsal ürün; üzerinde fazlaca düşünülmeksizin, süratle tüketiliyor. Gelişmelere paralel olarak, düşünsel dünyamızda da bir tür kısırlaşma ve “aynılaşma” tehlikesi ile karşılaşıyoruz. Benzer kalıplarda yaşamaya başlıyor ve kendimizi benzer düşünceler içerisinde buluyoruz. Bilgiyi bir yerden alıp süratle başka bir yere aktarırken yaratıcılığımızı beslemekten uzak düşüyor ve yoksun kalıyoruz. Hayaller bile adeta birbirinin kopyası oluyor. Sonuçta alelade bir zincirin halkalarına dönüşüyoruz. Daha da ileri giderek, “hızlı düşünme-hızlı iletişim-hızlı üretim ve hızlı tüketim” sürecinde sanat dilinin bütün olanaklarının artık yeterince kullanılmadığını görüyoruz. Gücünü dilden alan yazın sanatında ise, ne yazık ki, bu sorun daha da belirgin hale geliyor.
Fotoğrafa biraz da dil açısından bakalım. Toplumsal ölçekte dilin ortak olması aranılan bir özelliktir. Anlamda buluşmayı sağlar. Dil, kişiler ve kitleler arasındaki iletişimsizlik duvarını ortadan kaldırır. Ancak tam burada bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Acelecilik ve hızlı üretim kaygısından dolayı ortak kullanım alanı daralmışsa ve o alan zenginliğini yitirmişse eğer; işte o zaman dil, bağdaşık (homojen) ve kısır bir malzemeye dönüşebilir. Derinliği, çeşitliliği kaybolur; sıradanlaşır, aynılaşır ve sonuçta yazarı da kısıtlar hale gelir. Böyle bir durumda, sanat toprağı verimli olmaktan çıkar.
Şöyle düşünelim isterseniz. Bir bahçede yalnızca elma ağacı dikiliyse, elmalar ne kadar güzel görünüşlü ve lezzetli olursa olsun, sonuçta “yanında başka türler taşımayan birbirinin benzeri elmalar” olmaktan öteye gidemezler. Oysaki büyük olasılıkla dağ başlarında soyları halen tükenmemiş farklı tat ve aromalara sahip bitki türleri mevcuttur. O halde, bütün mesele onlara ulaşabilmekte…
Demem o ki, dünyada ve sınırlarını giderek yitiren ülkelerde küresel kültürün hızla yaygınlaşması sonucunda ortaya çıkan elma bahçelerinden şiddetle kaçınmak lazım! Sanatın aynılaşmasından söz ediyorum. Dolayısıyla, diğer sanatçılar gibi şair de bütünüyle kullanılmayan imkanları değerlendirerek kendi dilini yeniden yaratma çabası içinde olmalı ve aynılaşma tuzağından kurtulma kaygısı taşımalıdır. Bu ise çok zor ve zahmetli bir iştir. Hem özüne olan bağlılığını bir 'ben hegemonyası” yaratmamak endişesiyle asgariye indirerek muhafaza edecek; hem de aynı zamanda aynılaşmamış, özgün bir dil yakalayacak ve yaratıcılığını bu yeni dilde sürdürecek. Söz konusu süreçte, kendisini sıkı bir denetim altına alsın; hatta sürekli azarlasın ve paylasın demek istemiyorum tabii ki. O takdirde, ortaya oldukça yapay, zorlama ve özentili bir anlatım dili çıkma ihtimali de belirir. Hatta zamanla kendisine yabancılaşabilir bile.
Özet olarak tekdüzelikten kurtuluşun yollarını bulmaktan; dil’i bir araç olarak kullanıp yeni bir bakış açısı ile gerçekleşecek yeni sorgulamalar sonucunda, yeni açılımlar yakalamaktan söz ediyorum. Bulamasa bile aramaya devam etmelidir sanatçı. Aksi halde, adı “aynılaşma” olan bir kapana yakalanması işten bile değil…
Şiiri ve şairi böyle bir tuzaktan kurtarabilir miyiz, bilemiyorum ama ışık bu yönde gibi geliyor bana, çünkü aynı manzarayı izlemekten bıkmaya başladım. Her gece kırpılıp gökyüzüne asılan yeni yıldızlar görmek istiyorum artık! Ve yepyeni bir resim…
Düşüncenin doğuşuna tanık olurken, “BEN, BİR BAŞKASIDIR” diyordu Arthur Rimbaud. “Kahin olmak” ve bilinmeze ulaşmaktan söz ediyordu. Demek ki ışığı neredeyse yüz elli yıl önce görmüştü.
Üzerine böylesine gelinirken, ona karşı açılmış tüm savaş ve horlamalara rağmen, şiir bir gün bunu başarabilecek mi dersiniz? Bence başarmak zorunda... “Üvey evlat” muamelesi gördüğü için ağlama hakkı bile kalmamıştır artık. Var olmak adına, bilinçli bir isyanla baş kaldırma ve çabalama zamanıdır şimdi. Yoksa, çok geçmeden insanın yarattığı en güzel, en etkileyici gönül dilinin yankıları susacak.
Zira özgün bir sesimiz kalmamış olacak…
Yaşlılar uyarır, gençler yapar. Bu öğütler ustalar tarafından yıllarca önce verilmişti bize. Dinledik, anlamaya çalıştık. Uyguladık - uygulayamadık, o başka mesele. Ben bugün yeniden, cılız sesimle bir kez daha sesleniyorum hepinize:
İçinizdeki “kahin”i bulun artık!
(25 Mart 2004 - 10 Şubat 2006)
('Gençler İçin Denemeler' Dosyasından)
Kayıt Tarihi : 25.3.2004 12:54:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
BAŞARILI BİR ÜRETİCİ DEĞİLSİNİZ...
Eğer, sen insanı insan olarak ve onun dünya ile ilişkisini de insani bir ilişki olarak görürsen; sevgiyi ancak sevgiyle, güveni ancak güvenle değiştirebilirsin.
Eğer sanattan zevk almak istersen, sanat kültürüne sahip bir insan olman gerekir. Eğer diğer insanlar üzerinde etkili olmak istersen, gerçekten canlandırıcı ve uyarıcı etkiye sahip bir insan olman gerekir. İnsan ile ve doğa ile ilişkilerinin her biri, senin gerçek ve bireysel yaşamının, iradenin nesnesine uygun düşen belirgin bir imgesi olmalıdır.
Eğer sen karşılıklı sevgi uyandırmadan seversen; yani senin sevgin sevgi olarak, karşılıklı paylaşımlı bir aşkı uyandırmazsa; eğer seven insan olarak senin yaşamsal etkinliğinle sen kendini sevilen kişi durumuna dönüştüremiyorsan, başarılı bir üretici olmadığın için senin aşkın güçsüzdür ve bu senin insanlığın adına talihsizliktir, gerçek mutsuzluktur.
K.Marx
Saygıyla.
Ecdat Armağan
yoksa önüne pat diye mi çıkar?
bulduğunun farkına varır mı insan?
bulduğunu zannedip gevşer mi?
yoksa hiç bulmadan gider mi?
gittiğini bilmez mi???
şükürler olsun düşünceye!
TÜM YORUMLAR (4)