İkisi de yetmişli yaşların üstünde, seksenlere merdiven dayamış, hiç evlenmemiş kız kardeşlerdi. Büyük olanın adı Naciye küçük kardeşinin adı ise Binnaz'dı. Babalarının doksanlı yıllarda ölmeden evvel kendilerine miras bıraktığı üç oda bir salon kaloriferli ev de beraberce kendi hallerinde yaşayıp gidiyorlardı. Müsrif kadınlar değillerdi kesinlikle. Sigara içmezler, içki desen ağızlarına almazlar, kokusunu bile bilmezlerdi. Yıllarca devlet kademelerinde çalışıp çabalamışlar ve alınlarının teriyle de emekli olmuşlardı seneler önce. Emekli maaşlarını aldıkları zaman paralarını birleştirip beraberce hem üstlerine başlarına, hem de boğazlarına özgürce harcarlardı...
Her ne kadar evlenmemiş olsalar da en büyük zevkleri olan şehir içinde ve şehir dışında seyahat etmekten geri durmazlardı. Şimdilerde yaşları epey ilerlediği için eskisi gibi gezemeseler de, kış günü havalardan fırsatını buldukça başkentin birçok semtini üşenmeden dolaşırlardı. Birçok semti sokak sokak bilirlerdi. Bu değişik zamanlarda şehirde yaptıkları geziler ruh sağlıklarına ve beden sağlıklarına da çok iyi geliyordu. Zaten yaz olduğu zamanda ucuz yollu turları takip ediyorlar ve ara ara onlara katılıyorlardı. Kapadokya'dan Asos'a, Didim'den, Kuş Adası'na, Göreme'den Kafkasör'e kadar yurt içinde gitmedikleri köşe bucak kalmamıştı. Az daha gezecek olsalar neredeyse Evliya Çelebi'nin ve İbn-i Batuta'nın geçmişte yol aldıkları kadar yol yapacaklar, rekor kıracaklardı.
Yohdur anun yanında bir kılca i'tibârum
İnsâf hoşdur ey ışk ancak meni zebûn et
Ha böyle mihnet ile geçsün mi rûzigârum
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta