Bir zamanlar
Sadece altı üyesi olan
Avrupa Birliğine
1963 yılında
Tam üyelik için başvuran
Türkiye Cumhuriyetimiz
Onurlu ülkemiz
..
Köprüler var;
doğudan batıya,
aşağıdan yukarıya,
iki tel arasında
asya 'dan avrupa' ya
renk renk gökkuşağı.
..
Bende Bilmiyorum Ne Yapacağım
Bu Gidişat İyi Değil Be Yurdum
Seni Nasıl Yönetmişler, Soymuşlar
Ülkem İnsanı Gülemez Olmuş Be Yurdum
İnsanlık Bitiyor Gün Be Gün Azap
Gençlik Avrupa Da Olmuştur Azab
..
Senin için çıktık bir gece yola
Beşparmak dağında verildi mola
Katliam yaparmış kahpe E.O. K
Yetiştim imdada yavru vatanım
Katlederler çoluk çocuk Türkleri
E O K.acı Rum un korkak itleri
..
her gün ölüyor, yanlarında sevdikleri ana ba
Şehitler baları da ölüyor tabi inancımız gereği şehitler ölmez ama evinden kına yakılarak, davul zurnayla uğurladığımız yavrular, al bayrağa sarılı dönüyor niçin, neden? Ülke bölünmez, ülke satılıyor, ülke elden gidiyor, duyun ey duymaz sağır Ankara, duyun. Yeter bu anaların göz yaşları sizi boğacak, duyun. Neden sizin evlatlarınız yok oralarda, neden hiç birinizin yakını şehit olmuyor? Oysa siz halktan yada diğer kesimden “Müslümansınız”. Size en çok gereken şehitler inancımıza göre çünkü diğer tarafı da garantilemeniz lazım değil mi? Ama şu bir gerçek, hiç üst düzeyde olanın ne evladı, nede yakını yok, gitmiyor hiç de şehit yok.
Şehit ailelerine bakın, zaten yarı ölü hepsi, üst baş, ev bark yarı aç, yarı tok yine de garibim mertçe, dimdik ayakta durup, yutkunarak “vatan sağ olsun” diyor. Helal olsun, utanın ey utanmazlar, uyanın ey kış uykusundakiler, uyanın kutuplarda artık sabah oldu. Duyarsız bir millet olup çıktık, bu açık duyurumdur, yürüyelim analar, biz de gidelim cepheye, biz neden bir Nene Hatun olmayalım? Neden bir Kara Fatma olmayalım? Yavrularımıza destek olalım, onlarla ölmeye gidelim. Siz yiyin beyler, rahatınıza bakın, mal varlıklarınızı yarıştırın, sakın eksik bir taraf varsa haber vermemezlik etmeyin. Sende şu var, bende bu var, tartışın ve yiyin beyler, yiyin. Bizde çok, babamdan kalan çok tarlam var, veririm sakın dara düşmeyin. Eşit olsun biriniz az, birinizin çok olur mu? Üstüne binlerce villa yapın, katlarda olan yakınlarınızı taşıyın. Ne olacak, orda öyle duruyor tarlalar, bir işe yaramıyor nasılsa ama siz sakın mağdur olmayın, başınızı öne eğmeyin. Sizinki azsa, ayıp olmasın sayın vekilim emeklilerin maşlarını da yarıya indirdiniz, oh ne iyi olmuş siz zaten azıcık bir maaşla nasıl geçineceksiniz, hizmetçiniz, aşçınız az almasın.
Şehitlerin maşlarını da veriler inan ki size yardım amaçlı, bu gözü, gönlü tok insanlar. Canını veriyor ya sizin için, evlatlarınız için. Paranın ne önemi var ki? Yeter ki siz başınızı diğer tarafın mal varlığı çok diye öne eğmeyin, sakın ha, üzülürüz vallahi. Yemeden, içmeden kesiliriz, diğerlerinden eksik olmasın sakın ha mülkünüz, araziniz, fabrikanız, yatınız, katınız. Biz bunları hak etmiş koyun sürüsüyüz, Aziz Nesin kalk ta bir daha söyle, az demişsin bu halka, bu hal için bir daha de bence.
..
Son iki yıl boyunca sohbetlerimin yazılarımın aralarına sıkıştırmış olduğum şu Allah’ın cezası orta yaş sendrumu nasıl olurda tedavi edilebilir diye düşündüğüm de, hiçbir çözüm üretemiyordum. Sonunda buldum beni rahatsız eden yaşım değilmiş, yaşımın gerektirdiği yerde ve olanaklarda olamayışımın bilincinde olmanın kahreden sancılarını çekiyormuşum. Düşünüyorum da, mesela ODTÜ bi Doç olsaydım, günde 3 saat ders, bilmem hangi sivil toplum kuruluşunun düzenlediği bir panelde İnsan hakları ve Avrupa birliği konulu bir söyleşide 2 saat zırvalayabilseymişim, sonra geri kalan 19 saatimi senin yanında ve her elimi uzattığımda dokuna bileceğim kadar yakınım olsaymışın, 39 yaşımı bırak bir kenara, 45 olsam bile umurumda bile olmazmış. Vallada billada olmazmış. Düşünmek çok tatlı bir şey, her zaman uğrak yerimiz olan bir restoranımız olsaydı mesela, sonra her defasında aşırı derecede yalaka bir şef garson tarafından karşılanmak, her zaman yediğimiz zıkkımın kökü şeyleri ilk defa sunuyormuş gibi coşkuyla anlatması, sonra senin çatalı salataya bandırıp ağzına götürürken dudaklarınla dilin kesiştiği anlık bir baş dönmesi ve tepeden tırnağa ürperten buluşmayı seyretmek. Dirseklerini masaya dayamışsın parmakların birbirine kenetlenmiş bana bakıyorsun, kırk beş yaşında ama asla göbekli değil, saçlarımda kırlaşmış, göz çevremde aklı başında bir adam intibası uyandıran halkalar, hatta ne kadar rakı içersem içeyim, hiç sarhoş olmuyormuşum. Senin yanında her zaman ayaklarımın üstünde ve sürekli çözüm üreten birisi olmak…
Oysa ben bir kadın düşündüğümde, çoğunlukla gök gürültünden korkan, durmanda mızmızlanan, annesine aşırı düşkün ve olabildiğince canımı sıkan bir kadın düşünmüştüm, sonra bir akşam ansızın o muhteşem bombayı patlatan kadın “hamileyim” … Seni düşürken gök gürlemesinden korktuğun aklıma gelmiyor, seni düşürken her an aklımı başımdan alabilecek güçte ve ne derse yaptırabilecek Allah’ın cezası bir tutkudan başka bir şey düşünemiyorum. Senin muhtemel bir akşam yemeğinde “hamileyim” demende muhteşem olurdu, fakat ben seni karnı burnu da hareketleri son derce sınırlanmış, oturup kalkarken etfayiye yardımı gereksinimleri olan birisi olarak göremiyorum. Beş yaşında bir kız çocuğunu kreşe götürürken düşündüğümde sorun yok, anne kız müthiş bir ikilisiniz gözlerim dolu dolu izleyebiliyorum bu muhteşem manzarayı.
Ben hiç denenmemiş, daha önce hiç kimsenin tadına varamadığı bir şey yaşıyorum, her an “biriyle tanıştım, çok hoş bir adam” cümlelerine maruz kalacağımı bilerek yaşamak, sonra gecenin bir vakti seni düşünüp, şu anda onun yanında hatta sarılmış, başını adamın göğsüne koymuş, öküz herif saçlarını okşuyor kızın demek gibi, muhtemel sonuçlara gebe günleri bilerek seni düşünmek, rus ruleti dedikleri şey bumu acaba? Hani sonunda toplu tabancada namlunun ağzına gelen kurşun, senin bu cümleleri söylediğin günün tasvirimi? Yok be bu kadar acınacak halde olmam.
45 yaşında olsam ve sözünü ettiğim koşularda bir adam, yani böyle bir adamken, çubuk makarna yerken bile sosunu çeneme bulaştırmaktan utanmazdım. Allah kahretsin şu anki adam yani 39 yaşında ve hiçbir sivil toplumcunun ağzı açık avanak avanak dinlediği birisi olmadığım halimle, karşında çay içerken bile rahat değilim, lanet olasıca sürekli genzime sıçrıyor. Çok az zamanlarda bütün şartların eşit olduğu ve kendi kütlemden asla rahatsızlık duymadığım anlarım, en çıplak anlarımızda ve bütün edepsizliğimle ayaklarını öperken oluyor…
Çok fena hızlı bir hayat sürmeyi özlüyorum seni düşündüğüm anlarda, mesela bir piyes yazmak, haftada bir iki şiir çıkmalı, sonra efendime söyleyim, sırf muhtemel Allah’ın yaratığı birisiyim diye, tüm hayatım boyunca Allah’a yalvararak ona taparak ve ibadet ederek yaşamak zorunda olmadığımı haykırmak, birilerin ölüm listesinde yer almak. Yalvarmak ne kadar incitici bir şey değil mi? düşünsene sevgiliye yalvar, anneye babaya yalvar, müdüre, patrona, tamam anladık yeri ve zaruret halinde birilerine eğilip bükülüyoruz diyelim, el insaf yahu, ibadetin bile özünde Allah’a yalakalık olması ne vahim bir şey, iki dizin üstüne gelip, boynun omzuna yatık (Fettullah Gülen fügürünü düşün) yalvarmak, bu nasıl bir Allah ve kul diyaloğu ki, şöyle bir masa başında ibadet ediyor olmakta fena olamazmıydı, yoksa kuranın yazıldığı yılarda masa henüz icat edilmemiş olabilir mi? Masa başındasın ve birer kadeh rakı var önünüzde, “tanrım buz istermisin” demek, kavundan bir parça alırken “Onun olmadığı anlarım çok berbat be tanrım, onsuz gecen her saniyem ziyan gibi geliyor bana ve onun yanımda olmadı anları dondurmak istiyorum ve onsuz gecen anlarımı, yanıma geldiğinde çözülüp sıfırdan yaşamak.
-Çok kişisel şeyler yazıyorum. Kendimi durdurmalıyım…
..
Bunlar işleri iyice azıttı,
Tavuğun kökünü kazıttı,
Milletin yarasını kanattı,
Bunlar işleri iyice azıttı.
Biri herşeyi yerim diyor,
..
Hey sevgili yarim
İçindeki çocuğunu yaşatmasını bilen
Yoldaşım
Evrensel dünyam
..
iTürkiye’nin sistemi adalet ve hukuktur. Laik, demokratik, sosyal devlet. Tekstili severiz, yok etmek kimin haddine! . Adalet ekseni, en eski devirlerden beri Türkün sırtındaki gölgesidir. Sonradan, Avrupa hukukunda giderek, ilerleyerek, sosyal hayatımıza da çeki düzen vermişiz gördüğüm.
Bir şeyi belirtmek isterim; toplumsal bazı olaylar olabilir ve şu an yaşadığımız, benim de bazı ölçülerden şaşırdığım bir durumdur ama böyle durumlarda örnek alınacak insanlara baksam da ben çok kişinin yaptığı gibi, buna ek olarak bir de kendime güvenimi hiç bozmamaya çalışır içime bakarım, bunun için de haklı gerekçelerim var: dürüstlük, sevgi ve tutarlılık, yanı sıra cesaret, özgürlük ve tabi adalet ama zulmün altındaki herkesi kollayan bir adalet ve buna benzer şeyleri hep savunurum, bunlardan ödünü sevmem ve kendime saygımı korurum. Bunu derken şunu da kastetmedim, bu ikinci dediğimi uzaktan ya da yakınen aynen yapan başkaları da vardır fakat genel algılayışlar nedense çoğuna yakın nötr gözüküyor bence ve halkı bundan ‘bazı zamanlar özellikle’ uyandımak gereklidir.‘Kendimi aydın görmüyorum şahsen burada bunca deneyimli insnalar varken’ dedikten sonra şunu belirtmek isterim; aydınların görevi de burada başlar sanırım, yani halka meşale olduğu yerde, ölçütte. Bunları neden dedim; işte, Türkiye’de öyle bir coşku ve sevinç var ki derinlerde ve en kötü koşulda bile kendini fark ettiren, bunu bu gece FB-Sevilla maçındaki seyircide de gördüm. Türkiye ne durumda olursa olsun bu pis oluşumlardan er geç sıyrılıp aydınlık fikre tam olarak yelken gene açacaktır özgürce, açmalıdır da.
Avrupa’dan kravatı, papyonu almış olabiliriz, klasik batı da nasıl bizden temizlenme konusunu aldıysa –ama ruhlarını daha arıtmayı başaramadılar ve aksine uyuz oldular, kaşınmaya devam ediyorlar. Yakında bir gün; ‘Amerika’nın PKK’yı piyon olarak kullanmış olduğu’ misali siyasal islamla önce flört eden, sonra da şimdi sırt haklı yere onlara dönülmüş gözüken geç gelen liberaller’e kendilerini sarf batılı ifade ettirebilenler ya da bizzat kendilerini böyle lanse edebilenler tekrar karanlık çağa girerse, ileride kravatı ve laikliği onlar bizden alacak olabilir. Bu işler böyledir, tarihin akışıdır. Önemli olan kimin, hangi ülkelerin ne olduğu, ne olacağından ziyade; bu konuda, kendimizin ne olacağıdır. Veya tersini düşünürsek, onlar tekrar toparlanır da biz şeriata girersek, onlar bize ileriki çağlarda –mesela, neden olmasın, 23. yy.’da- wc olayını ‘gene öğretecekler’ olabilir –önceden onlardan almış olmasak da yani. Türkiye tarihinde ve daha geniş tarihimizde, milletten nemalanan politikacılar ve hatta halktan nemalanan halktan insnalar da olduğu doğrudur günlük hayatta ama cumhuriyetle birlikte, kadın hakları konusunda nasıl Atatürk’ün uğraşları bir örnek Avrupa’nın önüne geçebildiyse, bu yönergede hep kalmamız gereklidir. Şu da belirtilmeli ki; coğrafyamızın bir kısmıyla, kültür ve tarihimizle zaten Avrupalıyız da, yöneliş ve istikbal olarak da geleceğimizi batı olarak gördük, neden? Çünkü çağdaş değerleri gördük ve savunduk. Bunun iyi tahlil edilmesi lazımdır. Dilencilik pozisyonundan farklı bir şeydir, biz bunu gördük ve bir orjinalite kapsamında yorumladık. Kopyacılık konusunda, Batı’yla Türkiye’yi mukayese de eden bir yazıya en son paragrafta yer vereceğim: Biz kopyayı sevmeyen bir milletiz, kopyacılıktan kaçınalım. Atatürk bu işleri böyle yapmadı, bilgilendiğime göre Atatürk Ankarayı for ex. cetvellerle çizerken, matematikselvari bir düzene oturturken, bunun şablonunu başka yerden alıp da koymamıştı buraya asla, kendi aklına göre ve başkalaına danışarak da yaptı ve binlerce kitap okumuş biriydi ve kötü amaçları da hayatı boyunca kendine oturtmamış bir bireydi. Yani içi dolu bir yaratıcılığı mantık dahilinde uyguladı; öz bu işte, sözde değil özde! Onun da sinirlendiği, sinirlendiği anlarda herkesi suçlamak istediği anlar olmamış mıdır, tabi olmuştur bence ama o bunları dizginlemeyi hep bilmiştir. Herkes bunu yapamaz, bunu becerenlerin de büyük çoğunluğu şu değerleri bir araya toplştıramaz: Mücadeleci vatanseverleri organize edeceksin; güvenilecekleri yanına şaşmadan tpoplayacaksın; doğru zamanda doğru yerde olacak, düzenlemelere zamanı kurabilecek öngörüde varolacaksın; savaşları kazanacakları hazırlayıp, en ön saflarda yer alabileceksin ve sonra da yeni bir ülkeyi şaşmadan kuracaksın, cesaretli devrimler getireceksin; tabi bir de hainle çıkacak karşına her daim, hep de bunlarla mücadele edeceksin. İşte bu sadece cesaret de istemez, aydın kafa ve planlar ve irade de ister vs. -ki bilinçli irade olmazsa ya da dönüşmeyecekse buna, zaten cesaret aptal cesareti olmaz mı çoğunda? - Bunun yanı sıra; bu sırf Atatürk’te olsa cephede 1 kişi savaşırdı, ama tüm bir halk beraber çağrıştık düşmana karşı.
Şeriatı bize dayatırsan ve Arsenal stadını Emirates’e çevirirsen, liman işçileri takımı güzide Liverpool’u satarsan ve her şeyi para ile ve kendin idare edebileceğini sanırsan, çok tehlikeli bir akışın içerisindesin demektir. Gerçi batı da yavaştan bir devletleşmeye dönüşe doğru başladı ya. Şu neo-liberaller mi, 2. Cumhuriyetçiler mi adı her neyse bu kişiler en abuk bir sentez yakalamış görünüyor, amaçlarına ulaşmak için her yol geçerli onlara, bunu da ben demiyorum ki kendi icraatları gösteriyor bunu; din min umurlarında mı sanıla, iyi bir hristiyan dinle pornoyu falan aynı kefeye sokar mı. Son derece laubali bakış açısı. Hazır konu açılmışken, konu örtünmek- örtünmemek konuları falan da değil. Bu konuları birbirine karıştırarak herkesin kafasını karıştırabileceğini sanan budalalar bunlar, kendini zeki sanan budalalar. Ne yani yapıp yapabilecekleri bu kadar mı :) şaşarım ben bunların mind control dedikleri yoksa bu mu? Böyle zihin kontrollerine anca ahmaklar kanar. Hadi bakalım kolaysa hipnotize edin, asla hipnoza girmeyecekler çok fazla var bu dünyada! Sevgiye enerji ayırmıyorlar; kendi küçük saraylarında nelere kafa yoruyorlar ve halkları bölebilmeye çalışıyorlar, şaşarım ben size.
Bazı şeyler yapmalıyız, böyle sessiz oturulmaz. Küçük de olsa bir çözüm önerisi sunmaya çalışacağım: Batı’dan bazı insnalar getirtelim kısa süreliğine ve medyaya çıkartalım ve önüne mikrofon uzatalım; bakalım Türkkiye’de laiklik hakkında görüşleri neymiş, türbana sıcaklar mıymış, sıcaklar ise bunun sebepleri neymiş, yok değillerse bunun sebepleri de neymiş. Hele bir objektif bakalım bakalım. Gerçek neyse ortaya çıksın, yok öyle hala kalabalıkları görmezden gelmek,yook! ! ! ! ! Çağırsanıza Victoria Tolstoy’u İsveç’ten, konuşsun iki gak guk etsin medya devlerine, Ahmet Altan’ın Taraf’ına; çağırın hatta Anıtkabir kırıtkanı laubali Kevin Costner’i o bile konuşsun, çağırın Gerhard Schroder’i de açıklasın ne diyecekse, aman sakın Clinton’u çağırmayın yoksa o yolda gördüğü büyümüş Erkan bebeği bulup çıkartır da gene kırmızıpancar burnunu mıncıklatır, sonra neme lazım burnu kopar mopar da -Erkan bebek de yaş aldı çünkü- Clinton başımıza kalır :)))))
..
Ey Milletim susmayın, hakkı söyleyin,
Ben Türk Oğlu Türküm işte böyleyim,
İstavrozu, papazı, zangoçu neyleyim,
Ey Milletim susmayın, hakkı söyleyin.
Ne yaptıkları bellisiz, susun diyorlar,
..
Neler girdi yurdumuza neler daha girecek
Neler gördü gözlerimiz neler daha görecek
Her kafada ayrı fikir her gözde ayrı ayar
Birisi doğrudur derse diğeri yanlış sayar
Kimisi testiyi kırdı kimi kadayıf yedi
Kimi gitti kimi geldi aldığım enkaz dedi
Gidenin yüzü karadır lakin gelen arattır
..
Yakınımdaydı Aydın'da cepheye giderken,
Daha küçüktüm,yeni yollanmışım ana elinden,
Varlığı elimde silah,üstümde zırhtı çelikten,
Gözleri ise umut ışığımdı karanlık gecelerde.
Yakınımdaydı Ankara'da meclisin önünde,
Cesareti ile,en önde,simsiyah ceketiyle,
..
Selam Sana! Bin bir çile ve zahmetlerle yoğrulmuş, al kana bulanmış, gözyaşı ile sulanmış, toprağının her bir karışı- bin tarağı şehitlerin kemikleri ve sulbünden geldiğimiz atalarımızın ten(r) i ile süslenmiş eşsiz güzellikte, zarif özellikte ülke: Türkiye’m
Anadolu’nun kapısını Malazgirt’te (Ağustos 1071) ’ de yıldırım yumruğuyla aralayarak giren: Veli duruşlu muzaffer komutan Alparslan ve akıncıları… Hilal etli bedenlerini, çelik bileklerini, azim dolu başlarını feda ederek on beş yıl içinde Anadolu’nun tapusu bütünü ile kıyamete kadar; çağların mirasında, dağların mevkisinde, bağların meyvesinde, şehirlerin menzilinde ikamet eden nesillerine geçti.
Bozkır kültüründen, İslam medeniyeti dairesine giren atalarımız yerleşik mekânlarda toplanarak, şehirler kurup geliştirerek; kültür, sanat ve sosyal müessesler tesis ederek bulundukları yerleri izanların derinliğinde; bileklerini yorarak, dileklerini geleceğe sorarak imar seferberliğinde geliştirmeye başladılar. Böylece çağların alnında parlayan, zamanların yelkovanını güzelliklerle yakalayan, gönüllerin duvarını paklayan ve günümüze de ışık tutan: Kıymetli mimari eserleri ile Anadolu’yu ve fethettikleri üç kıtanın; yer in bakırını, gök’ün bakışını! İnci gerdanla, yakut endamla, altın cevherle süslediler. Bilek terinde, beyin zerinde, kalbin yerinde hayırla yâd edilen ecdadımızın pak ruhlarına, hak sürurlarına selam…
Osmanlı Ordusu önce insanların; dil, din, ırk ne olursa olsun kucaklarını açarak, toprak fethinden önce kalpleri fethederek topraklarını: Avrupa’nın Viyana kapısına, Orta Doğu’nun ve Orta Asya’nın yapısına ve Afrika’nın çöl ortasına kadar geliştirdiler.
..
Başka yolu yok bunun,
Demeyin şunun bunun,
Maçı verin kurtulun,
Yeneceğiz yeneceğiz.
Yeter artık bu kadar,
Sevgimiz kabre kadar,
..
Baktım deniz coşmuş taşıyor,
Kahraman Levent’ler pala sallıyor,
Andıra doruya bozgun oluyor,
Bütün Avrupa matem tutuyor,
Hızır Reis Haçlılara ders verir,
Oruç reis Avrupa’ya korku verir,
..
Get allahın seversen get işine kârına
anadoluyuz bilmeyiz adım ileri geri
çıkarmı düşünürüz ekmeğimiz yarına
dansmış valsmış tangoymuş yok kültürümüzde yeri
delilo halaylarla kültürümüz arıdır
avrupai dans avrupa budalası kârıdır
..
Umuda yolculuk başlıyor yeniden
Binlerce mermi yağıyor acımasızca
Her geçen gün artıyor ölü sayısı
İsrail acımasızca katliyam yapıyor
Nice anaların yüreği yanıyor
Genç, ihtiyar, çocuk demeden
Gece' yi gündüzü bilmeden
..
Avrupa bunlara arka çıkıyor
Satılmış köpekler yakıp yıkıyor
Yeter bu Milletin sabır kalmıyor
Sallansın şu hain bitsin bu çile
Her gün Şehit cenazesi kalkıyor
Yürekler yanıyor ülkem ağlıyor
..
Şarkılar bitti dedim,aşk bitmedi dediler
Nice aşklara türlü şarkılar söylediler.
Aşkının bittiğine sakın ola üzülme!
Hayatın cilvesi bu:hem ağlama,hem gülme.
Bitmeyen aşk var mı ki,öylesine ne denir?
..
Ortadoğuda, Arapların ortasında başbelâsı.
Amerikan uşağı, insanlığın yüzkarası.
Avrupa güdümlü, kalleş İsrail belâsı.
Sanma ki sana kalır, şehitlerin kan davası.
Taşlı, sopalı çocukları, tankla karşılarsın.
Yaptıklarını yanına kar kalır sanırsın.
..