İftardan önce gittim Atik-Valde semtine,
Kaç def’a geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,,
Sessizdiler. Fakat Ramazan mâneviyyeti
Bir tatlı intizâra çevirmiş sükûneti;
Semtin oruçlu halkı, süzülmüş benizliler,
Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer;
Bakkalda bekleşen fıkarâ kızcağızları
Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri... Yeryüzüne gönül indiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Devamını Oku
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Imanla küfrün savaşı şaire Laf atan dangalaklar. Ecdada sövenler islama peygambere kitaba sövenler. Sonunda iman kazanacak islam kazanacak boşuna yırtınmayın aranızda.
Ku'ranı Kerimin türkçesini alıp okuyun. Yol yakınken zaman varken. Tövbe edin iman edin. Cennet cehennem var. Cehennem melekleri zebaniler diyecekler size peygamber gelmedi mi bir uyarıcı gelmedi mi diyecekler. Geldi diyecekler ama biz iman etmedik diyecekler. Elleri ayakları konuşacak. ALLAH izin verdiği konuşacak. Ve doğruyu konuşacaklar orda yalan konuşamayacaklar ve tövbe etseler bile kabul edilmeyecek. Bizi tekrar dünya ya gönder güzel ameller yapalım diyecekler ama iş işten geçmiş olacak .geri dönüş olmayacak
zavallı manyak diyesi geliyor da insanın..işte diyemiyor..yemişlik içmişlik meselesi..oruç
Yazdıklarımız siliniyorsa kimbilir hengi lale siliyor diyelim geçelim:)))
Şairin durumunu cumhuriyetin suçu gibi gösterenlerin durumu zor.er geç burnundan gelecek
Hatta' Lale devri'sözünü ilk eden de Yahya Kemaldir.
Yahya Kemal'in mezarından çıkardığı fısıltılar dahi,burada kendini şair sanan ultralüks yorumcu,absürt aleyhisselamın zırvalarına beş çeker.Haddini bil efendi!
Serap Ablacığım sizi ve çılgınlıklarınızı seviyoruz.
Fikret'le Cenap ve bir önceki neslin kudretli mümessillerinden Muallim Naci ve Hamid, onu en çok ilgilen şahsiyetlerdi. Batı nazmını onlardan görüyor, Klâsik Türk şiirini hemen hemen hiç bilmiyordu. En çok Tevfik Fikret'ten etkilendi.
'Kendi neslimin bütün çocukları üzerinde olduğu gibi, ruhumda, ahlâkımda, zevkimde, lisanımda, sanatımda en büyük tesiri o icra etmişti. Şark âleminden kafamı o çıkarmıştı. Bir müddet onun kâinatında kalmıştım.' (Yahya Kemal, 'Siyâsi ve Edebî Portreler', 1968, s.6)
Yurda döndüğünde, Servet-i Fünun ve Fecr-i Âti, kütlesel tesirlerini kaybetmişlerdi.Ancak Fikret ve Cenap, tek başlarına devam etmekteydiler. Mehmet Emin, Rıza Tevfik, Mehmet Âkif ve Ahmet Haşim, yeni yeni gelişmekteydiler. Uzak kaldığı bir toplumun nabzını tutbilmesi kolay değildi. Beş altı yıl boyunda yavaş yavaş ilerleyen bir dönem yaşandıktan sonra Milli Edebiyat Cereyanı güçlenerek, milli bir Türk nazmına zemin hazırlanmış oldu.
Şiirlerinin esas temasını, Osmanlı Türklüğü ve onun, mitolojiye kadar dayanan göz kamaştıran tarihi oluşturur.
Lâle Devri şairlerinden sonra İstanbul'u şiirlerine konu eden kişidir.
tam da bu konuya dair bir şeyler söylemek gerek derken sinyali hocamın yazısını okudum..
söyleyeceklerim parallellik arzedecektir..
Amerikalılar'ın ''framework'' dediği şey; bir sosyal konuyu, bir sanat eserini, bir düşünce tarzını değerlendirirken çerçevenin tamamına, çatının bütününe bakmaktır..biraz da detaylardan uzak durmak gerekir ki; bağlantılar kurarak hadiseyi çok disiplinli(multidisipliner) inceleyebilelim..
yahya kemal için türk medeniyeti anadolu'da başlar..daha eskisini yazılarına konu ettiğini ben görmedim..ve özellikle de istanbul onun için sadece saltanatın bulunduğu yer değil, aynı zamanda bir medeniyetin teşekkül ettiği yerdir..
ve o süleymaniye camisinin karşısına geçtiğinde kesinlikle mehmet akif ve necip fazıl'ın hissettiklerinden farklı şeyler hissediyordu..caminin mimarisi, içinde namaz kılan bir müminin ihlasından daha fazla etkiledi onu..
bu çerçevede bir kültür unsuru olarak dinin,- yani islamiyet'in- bir din olarak ne olduğundan ziyade, avrasyada şekillenen müslüman türk medeniyetine ne kattığı ilgilendirdi onu..
elit bir çevrenin en merkezdeki sanatçılarından olduğu doğrudur..ne var ki tekamül eden, bir evreden başka bir evreye geçen toplumda dengeler ve yönler o kadar çabuk yer değişir ki, bu tekamülün asli unsuru olarak insan, çoğu zaman yerini tayin edemez..hele toplumsal kırılmalar devlet eliyle önce ikinci meşrutiyetle, sonra da cumhuriyetle bu kadar keskin oluşturulmuşsa, bir devre önce sağa düşen muhafazakar yahya kemal, bir devre sonra sistemin dışladığı tarafa düşebilmektedir; nitekim öyle de olmuştur..
ve yahya kemal iki tip '' kültür kırılması''nda göçük altında kalmış bir şairdir
ben bunlardan birine '' yatay kırılma'' diyorum ki; bu sarayın ve merkezin sanat anlayışıyla, taşranın sanat anlayışının birbirinden farklılaşmasıdır..
kısaca divan şiiri ile halk şiiri arasında oluşan uçurumda, o çok sevdiği anadoluya uzanıp bir türlü kucaklayamadığı hali çok hazindir yahya kemal'in..
ikincisine de dikey kırılma diyebiliyorum ki; cumhuriyete geçişle beraber, devletin hiç haddine değilken, kültür unsurlarına müdahalesiyle (din,dil,sanat) oluşmuş kuşaklararası kırılmadır..üç beş yılda beşyüz yıl yaşlanmıştır yahya kemal..cumhuriyetin sanat ve dil politikası dışlamıştır ustayı..
ve cumhuriyetle birlikte bu eskimişliğini , bab_ı ali'de bir tütüncünün önünde karşılaştığı , kendisinden yirmi , yirmibeş yaş genç Tanpınar'a, yeni şairlerin ne kadar sönük ve şekilden uzak şiirler yazdığına dair siteminden anlıyorum..
neyse
daha fazlasını toparlayıp yazamıyorum
ama son olarak da şunu söyleyeyim
'' yahya kemal'in şiirleri bana hitab etmiyor'' demekle, '' yahya kemal şair değildir'' demek arasında çok büyük fark vardır..
bu farkı mesajlarındaki incelikle bizlere gösteren sinyali hocama teşekkür ediyorum..
Şairi ve şiirini halâ anlamayanlar için perdesiz gitarcı Erkan Oğur'u dinlemeleri .tavsiye edilebilinir pekala.Müziği,hernekadar irrasyonel görülse de geçmişten servis yapar kulağa.Resim yapar.Nakış işler.Elimizde büyüdü kereta.Bizim ışıkçı oğlanın yakın dostudur.İbrahim Çallı resimlerini tercih ederim yine de.Geçmişteki bu günü yaşamak için.Şeytan bunun neresinde
Şiirin dışına taşarak Yahya Kemal ile ilgili bir kıymet hükmü çabası içine girersek..
Yahya Kemal merkezin şairidir.Hatta merkezin merkezinin..O cumhuriyetin oluşturmaya çalıştığı aristokrasiye bile dudak büken balkan kökenli bir osmanlı değerler manzumesine bağlı bir osmanlı aristokratıdır.
Esasında gerek cumhuriyetin gerekse osmanlının merkezi oluşturan önde gelen ve ismi merkez çekim güçlerince şöhret yapılmış entelektüelleri ağırlıklı olarak aynı çevreyi ve daha da öteye gidersek ucundan kıyısından akrabalık ve hısımlık bağlarıyla bağlı olduğunu görürüz. Tayfun Er'in titiz çalışmalarına dayalı gerek erguvaniler ve gerekse yalıdakiler isimli kitapları osmanlı ve anadolu çerçeveli Türkiye coğrafyasında zümreye dayalı bir etki gücünün bir oligarşinin ince bağlarını bir mikroskop titizliğiyle açıklar..
aristokrasi ve/veya elitizm ve/veya bohemlik ve/veya oligarşi uygarlaşmanın şimdiye kadar bilinen tarihi içinde hep var olagelmiş bir oluşum ve/veyaoluşumlardır.
İnsanlık tarihinin en kozmopolit hatta dünya uygarlığının en ekstrem minörlerini içinde barındıran istanbulun merkez anlayışına karşın , cumhuriyetin anadoludaki tebaaya hayır sen eşit vatandaşsın diyen anlayışı ve bu eşit vatandaşlık hakkını kazanmalarını sağlayacak bilgi ve sanat eğitimi ile karşı koyacak yeni enstrümanlar kazandırmasından sonra bahse konu merkez ve çevre arasında ayrı güç odakları oluşmuştur.
Bu ayrı akma gayretindeki iki ırmak aslında bir çok çay ve dere ile birbirlerine yer yer kontak yapmaktadır..Ve osmanlı merkezi aristokrasisinin ideolojisi muhafazakar söylemlerle kandırarak aydınlanmacı hareketin var ettiği çevrenin arkasından dolanarak bir puan almıştır.
Yahya Kemal dünyadaki tüm muhafazakar (konservativ) yapılar gibi dini millet (ulus)için gerekli görülen bir enstrüman olarak ele alır.Bu aynı zamanda şu demektir.Ümmet kültürünün zevki ve estetik yönleri asırlarca oluşmuş derin bir varoluştur ve ilerleme bunları es geçerek değil bunların batı uygarlığına denk düşen zevki ve estetik yönleri korunmalıdır.. Attila ilhan da son dönemlerinde ulusal bireşim tezi adını verdiği teorisinde ümmet kültürünün varlığının bir vakıa olduğunu ve ilerici unsurların bunları yoksayarak değil bir tramplen gibi kullanarak ileriye atılmada kullanılması gerektiğini söyler mealen.
Bu entelektüel yapı içinde en ayrıksı damar mehmet akif necip fazıl ve sezai karakoç çizgidir. Dini ulusun bir moral değeri olmaktan önce egzistans bir dinamik yani bir varoluş kavramı olarak ele almak gerektiğini söylerler.
Bu çizginin modernist yöntemleri de kullanarak geniş toplum kitlelerinin ruh resmine denk düştüğünü bugün geldiğimiz sosyal ve siyasi trendden görmekteyiz.
Ancak, çevrenin geldiği veya getirildiği bu çizgi cumhuriyetin ölüm kalım mücadelesi ve varoluş savaşında dünya egemenlerine karşı verdiği mücadelenin yerlilik özelliği ile ne denli örtüştüğü sorusunu da beraberinde getiriyor.
Ekselans bir yaşam tarafında , kerpiç evlerde tutulan oruçlara sair bir estetik hulyası ...
Burada bir paradoks olduğu aşikar..Bu çıkmaz, bir anafor gibi dön baba dön yapıyor bu topraklarda yaşayan insanları..
istanbulun fethinden sonra yolları tıkanan avrupa denize açılarak afrika asya ve amerikada çok büyük bir sömürgecilik geleneği oluşturdu..Bu sömürgecilik geleneği sömürge ülkelere merkez valileri atamaktan vazgeçerek daha sinsi metodlar öğrendi..Artık sömürge ülkelerin moral ve ahlaki değerlerini kuşanmış ancak el altından sömürgecilere hizmet eden iki yüzlü kuyrukçu idareciler dönemine geçti emperyalizm.
Ancak bugün gelinen nokta- internet çağı -her ne kadar popüler ve yüzeysel kültürlere daha fazla katkı sağlasa da düşünen beyinlerinde birliikteliğine ve birbirlerine bilgi ve aydınlanma verilerini aktarmada büyük kolaylıklar sağlıyor.
Çevre kabul edilen, dışlanan insanların kendilerini yetiştirmesinde de olanaklar sağlıyor..
En başa dönersek Yahya kemal böyle bir sosyal akış içinde ele alınmalı ve onun bireysel sanat yeteneklerinin eninde sonunda bu sosyal akıştan bağımsız düşünülemeyeceği bilinmelidir.
Acizane ve doğaçlama yazdığım görüşlerimdir..Saygılarımla..
burada laf olsun diye mesai harcamıyoruz..herkeZ gezip tatil yaparken okuyoruz araştırıyoruz..uykusuz kalıyoruz..neden ..keyfimizden değil...bilginin..doğrunun..hakkın..işiğin..şiirin peşindeyiz..bize verilenleri eskiden olduğu alıp başımızı eğmiyoruz..yola bir taş..koymak için çabamız ama bu taş...bize atılması üğruna..dokunabilmeniz içindir şiire hepsi bu...babamın şiiri de olsa eleştirme hakkım saklıdır..şairine sözüm yok..amma velakin...kızcağızlar aç ve fakir olsalarda memleketine fransız kalanları anlamakta zorlanmaktayım..o kadar
Güzel bir manzume...
Bu şiir ile ilgili 30 tane yorum bulunmakta