Yağmur pencerelerle konuşmaktaydı ve ince parmaklarıyla camları tıklatmaktaydı.Oysa içerde kadın yalnız ve ağlamaklıydı.Gece gözlerine düşen son umut ışıklarını da karartmaktaydı.Yaşamak yağmurlu bir gecenin altında ve bir evin içinde dramatik sahneye dönüşmekteydi.Kadın ağzında biriktirdiği bütün sözcükleri kusmaktaydı.Kendini aslan başlı bir ceylana benzetmekteydi.Bir ormanın ortasındaydı.Aslanlar kendisine aç aç bakmaktaydı.Ceylanlar ise düşüncelerinden korkmaktaydı.Kükrese bedeni sarsılmaktaydı.Böğürse başı ağrımaktaydı. Ot yese aç kalmakta et yese midesi bulanmaktaydı.Bir türlü kendine yaranamamaktaydı.Ne yapsa kendini bulamamaktaydı.Bir türlü mutlu olamamaktaydı.
Dışarıda alabildiğine yağmur yağmaktaydı. Gece yeni düş almış bir insan gibi ıpıslak penceresine vurmaktaydı.Oysa kadın kimseyi istememekteydi. Dudaklarına özgür damlaların düşmesine izin vermemekteydi.Kilitlemişti ağzını.İşkence odasına dönüştürmüştü evini.
Dünyanın sesine, görüntüsüne dayanamıyordu yüreği.Bu yüzden duymak istemiyordu yağmurun sesini. İstemiyordu merhametini.
Aslan başlı ceylana benzetiyordu kendini. Yiyip bitiriyordu kendi kendini. Kendini yiyip bitirdikçe yaşatıyordu yine kendini.Böylece var ediyordu kanından, canından, bedeninden
hayat hikayesini. Ayak izlerinde taşıyordu bütün can çekişmelerini. Bir adım yürüse dönüp dolaşıp aynı adrese geliyordu. Aslanla ceylanı bedeninde buluşturuyordu.Aynı anda hem av hem avcı oluyordu. Kendi elleriyle kendini parçalıyordu.
Kadın durmadan ağlıyordu. Aslında sakin ve sessiz bir dünyada yaşamak istiyordu.Yıldızlara dokunmak ve ay ışığında uyumak istiyordu. Oysa inadına inadına yağmur yağıyordu. İnce parmaklarını camlara vuruyordu. Kadın hayata bir başka pencereden bakmak istese de bu mümkün görünmüyordu.Dışarda durmadan yağmur yağıyordu.
Bu yüzden alıp başını gitmek istiyordu.Başı bir aslana benziyordu.Bu yüzden nereye gitse kovuluyordu. Başını kuma gömse bütün canavarlar bedenine saldırıyordu.Kendini aslan başlı bir ceylana benziyordu.Ne yapsa kendine gelemiyordu.Dönüp dolaşıp hep aynı adrese gidiyordu. Ölüp ölüp diriliyordu. Hem aslanı hem ceylanı göğüs kafesinde yaşatıyordu. Kendi görüntüsünden korkuyordu. Yüreği bu korkuyla sürekli çarpıyordu ve dışarıda yağmur yağmaya devam ediyordu.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...