Sevgili Oktay Ağbi,
Aslında mektup yazmasını pek benimsemem. (Galiba üşenirim.) Masamın gözleri yanıt bekleyen mektuplarla doludur. Ama inanın bana, bu mektubu isteyerek ve severek yazıyorum. Mektup yazmak hep uzaktaki birini çağrıştırır, oysaki yanınızdaki birine, sizin kendinizi yakın bulduğunuz birine niye bir mektup yazmayasınız.
Belki bir mektup; en iyisidir. Duygularınızı dile getirir. Söyleyemediğiniz, ama söylemek istediğiniz duygularınızı yazabilirsiniz bir mektupta. Örneğin ben babama yaşamı boyunca seni seviyorum hiç diyemedim, belki ona bir mektup yazsaydım, bunu söyleyebilirdim.
Öncelikle size, bilmediğiniz bir anımdan söz etmek isterim. Sizin ile benim aramdaki. Anı sözcüğü de sanırım, çağrışımlı. Yani anılar, eskidekiler midir? Yoksa insanın unutamadıkları mıdır?
Evet, yıl 1973 ben lise son sınıftayım. Yani tam yirmi yıl önce. Sizi o zaman gazetedeki yazılarınızdan tanıyorum. O sıralar henüz kitaplarınızı okumamıştım, iki arkadaş okulda bir öğretmenimizin önerisiyle, bizim de isteyerek kabullendiğimiz bir duvar gazetesi hazırlıyoruz. Köşeyazılarından alıntı yapmayı, şiirler koymayı tasarlıyoruz. İlk aklımıza gelenler, İlhan Selçuk ve siz. Ama, öğretmenimiz İlhan Selçuk’a itiraz ediyor.
Şimdi tabii ki daha iyi anlıyorum, sizin de edebiyatla ilgili yazınıza izin veriyor. O arkadaşımla, severek bu duvar gazetesini hazırlıyoruz. Sizin şimdi anımsayamadığım, ama herhalde öğretmenimizin “anlayışına” uygun bir yazınızı ve şiirler koyuyoruz. Ama iki gün sonra öğretmenimiz bize müdürden haber getiriyor. Sağlıkla ilgili yazılar kesecekmişiz. Hüzünle duvar gazetemizi topluyoruz, ama istedikleri bir gazete yapmıyoruz. Ancak böyle direniyoruz. O yıl, pano boş kaldı. O sıralarda, yıllar sonra sizinle tanışacağımı, sizin kitaplarınızı tanıtacağımı, hakkınızda yazı yazacağımı, çeşitli yerlerde evet televizyonda söyleşiler yapacağımı, nereden bilebilirdim.
Gerçi siz bu tür durumları çok iyi bilirsiniz, bu konularda da yüzlerce yazınız vardır. Zaten sizin de üzerinize de kapıları kapatmadılar mı? Ve siz öykünüze Ahmet Muhip Dıranas’ın dizesini başlık yapmadınız m: “Ey gece kapını üstüme kapat”.
Sonra Yazko yılları, yani 1981/82. Birkaç kez karşılaştık. Sanırım bunlardan bir-ikisi kongre sırasında Cemiyet’in asansöründeydi. Size özgü tavrınızla “Eee, naber bakalım, neler yapıyorsun? ” demiştiniz. O zamanlar sizden çekinirdim. Tanımlayamayacağım bir çekingenlikti bu. Acaba sizden korkuyor muydum? Yoksa bu karşılaşmalardan yaklaşık on yıl kadar önceki yazınızı duvardan kendi ellerimle astıktan sonra indirişimin utancı mıydı? Bilemiyorum.
Ama, sonradan öğrendim ki, sizle olan ilişkilerde korkuya, tedirginliğe aslında hiç yer yoktu. Varolan, dostluk, sevecenlik ve babacan tavırdı, insanın kendisini yanında rahat duyumsadığı bir hoşgörüydü bu.
Ve sonra, öykülerinize, günlüklerinize, romanlarınıza daha çok girdim. Onlarla gerçek anlamda tanıştım. Bu yapıtlar, duyarlı, romantik ve olabildiğince insancıldı. Bazen buruk biri, bazen hüzünlü biri, bazen coşkulu biri eksendeydi. Ama çoğunlukla da âşık biri. Evet, aşk. Size bu sözcük o kadar yakışıyor ki. Sanırım yanılmıyorum. Son kitabınızın adı: Senin Adın Aşk.
Daha sonra yani 1989’un sonunda Sendika’da birlikteydik. Bir yazarın yapıtlarını biliyorsanız, günlük yaşamda onla bir süre beraber olunca, onun kişiliğini de çabuk öğrenemiyorsunuz. Kuşkusuz bu sizin gibi, duyarlılığını sözcüklere yediren yazarlar için geçerli. Oktay Ağbi, yapıtlarınızda, ne kadar çok varsınız…
Bu dönem babamın hastanedeki son günleriydi. Evet, sizinle olan yakınlığım sanırım bu dönemde başladı. “Seni seviyorum” diyemediğim babamın son günlerinde. Ben de babamı sizin gibi son kez, beyaz çarşafların içinde gözlerimin içine bakarken bıraktım. Siz “Babam Çıkıp Gelecek” adlı öykünüzü yazdınız. Ben yazamadım. Ama sizin öykünüzü birçok kez okudum. Öyküde dediğiniz gibi “Alışamadım bir türlü babamın ölümüne”. Ben de babamla sizin gibi tavla oynardım ve inanır mısınız, yazdığınız gibi “Zar tutma baba” derdim. O da beni aynen öyküdeki gibi yanıtlardı: “Oğlum ben zar tutmasını bilmem; ama oynamasını bilirim.” Oktay Ağbi belki bundan sonra size daha sık yazarım. Belki de bu mektupta yazamadıklarımı da, yazarım.
İyi ki yazar oldunuz. İyi ki, duyarlılığında keyifle yittiğim kitaplarınız var. Ve ne güzel 70. yaşınızda, 70. kitabınızda “Senin Adın Aşk” diyorsunuz.
Oktay Ağbi gençlik aşklarınızı anımsıyor musunuz? Biliyor musunuz ki, yirmi yıl önce o duvar gazetesini birlikte hazırladığım bir kızdı ve ben ona âşıktım. Ve siz şimdi, yetmiş yaşınızda Aşk’tan söz ediyorsunuz. Hani derler ya bir şairin duyarlılığıyla…
Ama biliyoruz ki siz de bir şairsiniz. Tüm düzyazılarınıza şiirin ruhu sinmiştir. Belki artık şiir yazmıyorsunuz. Ama yine biliyoruz ki, lise yıllarında çok yazdınız ve hep başka adlar kullandınız. Ama bir tanesi var ki, “Servetifünun” dergisinde, evet onu kendi adınızla yayınladınız: “O Sokaklar”. 1941’de yayınlamışsınız. Yani, 18 yaşınızdayken. Tarih 22 Mayıs 1941. Benim sizin yazınızı astığım, sonra da indirdiğim; ve o kıza âşık olduğum yaşta.
Ben bir duygu serüvencisi gibi bu şiirin peşine düştüm, aşk ateşiyle “O Sokaklar”da dolaşanlar gibi. Ve buldum. “Servetifünun”un tozlu sayfalarında sizin delikanlı resminizin hemen yanı başında. İşte 1941’de on sekiz yaşınızdayken yazdığınız şiir:
O SOKAKLAR
Seni senden iyi tanıyan
Ve her adımında
Hatıralarına kavuştuğun
O sokaklar
Yine eskisi gibi…
O sokaklarda
Görülmek istenir bir insan
Mazideki bir hayâl
Lâkin, yabancı sesler,
Meçhul gülüşler duyulur.’
Fakat o sokaklarda
–Bir hatıra defterinin yaprakları gibi–
Mazi görülür.
Yalnız, görmek istediğin gözler
Duymak istediğin ses
Aradığın hayâl
Bulacağını sandığın insan
Şimdi bir rüyanın mavi boşluklarındadır.
Ve o sokaklar
Geçmişteki gibi
Aynı izleri ve aynı kokuyu taşır
Yıllar
Ancak simaları değiştirir.
Adımlarla geçilir.
Fakat kâlpler
Onun tozlu kaldırımlarında bırakılır.
(Oktay Akbal’ın 70. doğumgünü kutlamasında yapılan konuşma; Hep Sonbaharı Yaşadık, İş Kültür yay. 2003.)
Atilla BirkiyeKayıt Tarihi : 19.4.2016 11:07:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!