Sararan eylüle inatla gülebilen çocuklardık biz...
Düşe kalka oynayabildiğimiz kocaman bir sokağımız vardı
Öyle ayaküstü atıştırmalar yoktu..
Sofra bezleri Üstüne serilmiş anne kokulu çorbalar çekerdi canımız....
Yer yataklarında uyur, tatlı hayallere dalardık..
Biz bilyelerimizi saklardık yastık altlarında
Bir gün hayallerimizin çalınacağından bihaber..
Kalbimiz daha henüz kırılmadan önce yani
Kırk yamalı elbiselerimizden utanmadığımız zamanlarda...
Kim bilecekti sevdayı,
Kokusuna tutulduğumuz o akasya ağacı olmasaydı...
Üstüne derin çentiklerle yazılmış harflere anlamlar arardık...
Bir kalbi tam ortasından bölen okların ucunda...
Bir oyun muydu bu..
Yoksa yoksul bir ressam buraya mı çizmişti resmini...
Kim bilecekti sevdayı gözlerin olmasaydı...
Bir sabah uyandığımda, degismisti her şeyin rengi..
Tarif edemediğim bir hızda çarpıyordu kalbim...
Bu defa yalan soylemiyordum...
"Anne"dedim. Karnım çok ağrıyor..
Kolumdaki sızlamayla kapının dışında buldum kendimi
İki adım sokağı yürümek sanki saatler sürdü o sabah.
Kimseye günaydın demedim sustum..
Sesinle açılan bir sessizlik orucu tuttum
Ben şarkıları bilirdim çoban kavallarında
Ve ara sıra bayram sevinçlerini anlatan şiirler duymuştum...
Kim bilecekti sevdayı sesin olmasaydı..
Ve günler tükeniyordu bir biri ardına
Meğer geceler ne uzunmuş, günler bir o kadar çok kısa
Her şey çirkinleşiyordu sen dışında
Ya da sen öyle güzeldin ki
Her şey çirkin kalıyordu senin yanında
Yoksulluk ne kötüymüş meğer
Şu lastik ayakkabılar, yamalı elbisem
Ah bir büyüsem dedim anneme ah bir büyüsem..
Sonra ayıp bir şey yapmış gibi başım eğik dolaştım..
Utandım kendimden.. bakışlarındaki benden..
Her fırsatta kaçıp kaçıp o akasya ağacının altında ağladım..
Yine utandım...
Ve bir gün ıslanan yanaklarıma bir el değdi
İçimi bir volkana çeviren o eller senindi
Kim bilecekti sevdayı ellerin olmasaydı..
Neden bilmiyorum yağmur yağdı bir gün
Sen, kirlenen çorapların ve ıslak saçlarınla çıka geldin sokağımıza
Bir yüzüme bir yaralı akasya ağacına baktın
Şimdiki zaman çekiminde bir eylem düştü dilinden..
Gidiyorum diyordun.. anlam veremedim..
Gitmek nasıl bir şeydi ?
Okula gitmek gibi miydi ?
Ekmek almaya, yada ne bileyim işte
Kim bilecekti vedayı,
Seni benden götüren ayakların olmasaydı...
Yağmur dinene kadar ağladım..
Nasılsa kimse anlamazdı..
Şimdi eve dönsem
Anne karnım ağrıyor desem inanır mıydı?
Üstelik sırılsıklamdım.
İçimdeki korkuyla yürüdüm usul usul
Kendimi duvarlara çarpa çarpa..
Sonra kapıyı çaldım..
Nerdesin sen bile diyemedi annem..
Boynuna öyle bir sarıldım ki
" Anne" dedim hıçkıra hıçkıra karnım çok ağrıyor...
Sonra büyüdük işte..marifetmiş gibi
Gitmeler çoğaldı sokağımızda
O yaralı akasya ağacının yerini betonlar aldı..
Artık çocuklar yitirilmiş hayalleriyle
Başbaşa kaldılar süslü perdeli evlerinde
İnsan sahip olduklarıyla mutlu olmak yerine..
Mutluluğu daha fazla şeye sahip olmakta arar oldu...
Oysa biz o çamurlu sokakta
O mis kokulu akasya ağacının altında
Annemizin yer sofrasında ne çok mutluyduk...
Sonra bi sabah yine değişti her şeyin rengi
Suyun tadı ekmeğin buğusu
Sokağımız bu kadar dar mıydı
Yoksa bu kalabalık sokağımıza fazla mıydı..
Zaman her şeyin ilacıdır diyorlardı..
Gidenler hep anıları bıraktılar geride
Arar olduk gidenleri eski bir fotoğraftaki karede.
Bu gün en güzel elbiselerim giydim...
Rengarenk güller aldım çiçekçiden
Ellerimle okşadım toprağını..
Anne dedim sustum...
Karnım ağrıyor diyip sarılacağım bir omuz yoktu çünkü...
Zaman her şeye alıştırıyor da insanı
Ama unutturamıyor.
Ya da bazı şeyleri unutmaya ömür yetmiyor.
Şimdi bütün umutsuzluğuma,
Yitirilmiş onca şeye inatla
Annemin beni beklediği yerde
Senin dönüşünü bekliyorum..
Hani olur da bir sabah vaktine gelirse dönüşün..
Gözlerim bitkin uyuya kalırsam eğer..
Ey aşk!
Geldiysen üç kere kalbime vur..
Yusuf Maral
Kayıt Tarihi : 5.2.2024 06:00:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!