Bir şiir yazıyorum şimdi,
gözlerinin denizinde kaybolan bir gemi gibi,
sesinin sıcaklığında eriyen bir kar tanesi gibi,
ellerinin göğsümde bıraktığı sonsuz huzur gibi,
adını her hecede mühürleyen bir sevda gibi…
Dizeler usul usul dolanıyor yüreğime,
göğsümde titreyen bir mektup gibi,
adı konmamış hasretlerin mühürlendiği,
bir avuç kar tanesi gibi düşüyor içime,
düşüyor, eriyor, buhar olup savruluyor rüzgâra.
Öyle bir aşk ki bu,
Nazım’ın vatan hasreti gibi yaralı,
Veysel’in toprağa söylediği türkü gibi hüzünlü,
Baudelaire’in en derin sarhoşluğu gibi keskin,
bir Nerduda ağıtı gibi yakıyor içimi,
dilimde söylenmemiş,
zamanın dondurduğu yarım kalmış bir şarkı gibi.
Sana sürgün edilmiş bir aşkın zamanlarında yaşıyorum,
gözlerine varamayan yolları ezberliyorum,
ismini içime çiziyorum günün ilk ışığında,
her sabah, her akşam, her düşümde…
Yokluğunun ağırlığında yürüyorum,
taşların soğuk yüzüne senin adını fısıldıyorum,
sokak lambaları gölgemi tanıyor,
geceye uzanan ellerin boşlukta yankılanıyor.
Parmak uçlarım üşüyor,
o üşüyen yerlere düşen damlalar buz oluyor,
buz oluyor,
kar oluyor,
sensizlik oluyor.
Göçmen kuşların ardına taktım seni,
gittikçe ufalan bir nokta gibi,
denizleri aşan kanatlarında kayboluyorsun.
Hangi mevsimde aramalıyım seni?
Hangi rüzgârın saçlarında savrulduğunu bilmeliyim?
Bulutlara yazılmış bir mektupsun belki,
yağmura dökülmüş suskun bir şarkı…
Ya da yıllar öncesinden kopup gelmiş,
hiç okunmamış, buruşturulup atılmış bir mektup.
Ben hâlâ sesinde saklıyım,
hâlâ ellerinde kalmış bir anıyım,
bakışlarında yankılanan bir şiir.
Bir adım atsam,
bin düşe bölünüyor yollar,
kalbimde yankılanan ayak izlerin,
her adımımda biraz daha siliniyor.
Adını ne zaman ansam,
zaman duruyor,
takvimler unutuluyor,
dünya sessizliğe bürünüyor.
Sana yazılmış cümlelerin hepsi yarım kalıyor,
bütün diller seni anlatmayı unutuyor,
bütün notalar seni söyleyemiyor.
Her hece, her mısra, her harf,
seninle başlıyor,
seninle tükeniyor.
Gözlerin bir veda gibi yakıyor içimi,
ellerin bir ayrılık gibi uzanıyor boşluğa.
Düşlerimin kıyısında oturup seni bekliyorum,
bir masalın en güzel yerinde uyanmaktan korkarak,
sonu gelmeyen gecelerde,
adı konmamış mevsimlerin içinde,
bir düş gibi süzülüyorum gözlerine.
Güneşin ellerinde doğduğu bir hayata adım atıyorum,
orada ay gözlerinde batsın, yıldızlar saçlarına dökülsün.
Bütün yollar sana çıksın, her sabah seninle başlasın,
gecenin en derin sessizliği adını fısıldasın.
Bütün dünya senden ibaret olsun,
senin nefesinle can bulsun sokaklar,
senin adınla başlasın her cümle,
seninle bitsin her sözcük.
Ve aşk,
yüzünde parlayan bir sabah güneşi gibi,
kalbimde yankılanan en güzel ezgi gibi,
başlangıcım,
bitişimim,
uyanışım,
sessizliğimin çığlık çığlığa dile gelişi,
hepsi sen oluyorsun,
tanrının çamura üfleyip can verdiği nefes gibi.
tüm anlar yaratılışa atıf gibi
Ve işte bu an,
bütün zamanları sarıp sarmalayan bir sonsuzluk da
her şey sana doğru dönüyor,
bir anın içinde kaybolmuşken,
sevdanın dokunuşuyla yeniden var oluyorum…
Ve biz,
zamanı aşan bir sevgi içinde,
birbirimize karışıyor,
birlikte var oluyor,
bu zam/anı sonsuz kılıyoruz.
Kayıt Tarihi : 3.2.2025 23:16:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!