Tüm gemilerim alabora olmuşken aşk denizinde, senden bana kalan gönül limanımın sahte bir o kadarda içten görünen tebessümleriydi beni hayata tutunduran. Sana yazılan kelimelerin nimet olduğu şu saatlerde eflatun tutan satırlarımda tükendi kalemim. Belki bir kız kulesinden manzarasından beklide Erzurum F tipi ceza evinin 322 koğuşundan sesleniyorum sana. Aslında kır kahvelerinin sigara kokan bunaltıcı havasında yazdım senlik şiirlerimi… senin cennet ateşini söndüren göz yaşı tanelerin vardı, benimse cennet bahçelerinde topladığım
Şeytan uçurtmalarım. Mevsim rüzgârlarının sert poyrazlarında kaybettim nefesimi.
Çoğu gün sensiz batırdım bu ovalarda güneşi.
Sensiz uğurladım umutlarımı limandan.
Tek tek saydım sararıp solan yaprakları takvimden.
Her zaman kolay değil sevginin resmini çizmek.
Şafaksız günler sayıyorum şimdi.
Avuçlarımda bir kurşun boşluğu.
Sana atılan adımlardı topladığım çakıl taşları.
Daracık penceresi olan odaların çift katlı ranzalarında kaçırdım uykularımı.
Burada bir mum ışığına hasret kaldım.
Çoğu zaman yüzüme çarpılan kapılar, bilmem kaçıncı umudumun gözyaşlarıyla sönmesine sebepti.
Kara kaplı defterimin 4 Aralık sayfasında yazan satırlarım şuydu;
Burada gündüzler soğuk,
Geceler bir ayrılık kadar yakıcıdır.
terk edilişler farklı isimlerde sunulur altın tabaklarda.
Sahte delikanlıların cirit attığı bu şehrin sokaklarında duvarlara yazılır gerçek aşklar.
Burada gür sesle söylenir ziyaretçin var diye, çünkü dönüşler narindir, terk edilişler ise sıktır.
Saat geceyi,
Gece şafağı söyler.
Kırık bir saz boşluğunda hapishane türküleri söylenir yan koğuşta.
Burada tarifsiz bir aşka ağlar bulutlar.
Rüzgârlar tersten eser.
Orda da karanlık mıydı gökyüzü?
Yoksa ben mi görmüyorum o göz alıcı yıldızları.
Azrail’le olan o son buluşmaya saklıdır sol cebimdeki tek dal sigaram.
Şimdi gidiyorum….
3, 4nolu perondan kalkıyor umuda yolculuk.
Oysa otostop çeken bir garip yolcu misaliydi hikâyem.
4 koltuk öndedir tüm geleceğim.
Teker üstü yolculuklarda izledim yanımızdan hızla gelip geçen dağları.
Yanımda peyniri ekmekle bölüp karın tokluğuna yolculuk yapan 74 yaşındaki amcadan öğrendim otlu peynir kokusunun hoşluğunu.
Bunun adı yolculuktur.
Gün doğuyor
Gün batıyor.
Dağların arasında kovalanıyor ayla bulut.
Biyadı dolmuş filimler seyirde
Ve kimse izlememekte.
Bak bunun adı yolculuk.
Biraz hoş biraz mayhoş bir koku var havada.
Acemi bir şairin ilk yolculuk tadındaki gurbetten dönüşüdür bu.
Kimliksiz ağaçların yapraklarıydı güzelliğin.
Derin ve keskin acıların altında saklıdır çaresizlik.
Umutsuz insanların hayata dönüşlerini anlatırdı sendeki o tıslın.
Beklenmedik bir yolcuydum belki senin için.
Sendeki bu Ayrılığa koyma çabası neydi?
Şimdi yanımda hayatın bana armağanı olan çizgisiz bir kağıt,
Baktıkça o gözlerindeki ela denizde boğulmama vesile bir fotoğraf,
Yaz beni diye bağıran bir kalem
Ve
Yerde Tüm şairlere ve ayrılıklara isyan eden bir yürek var kanlar içinde…
Kayıt Tarihi : 30.11.2008 22:55:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!