annem besmeleyle eğirdiği
kederli ahlarla örmüş benim ömrümü
ruhumdaki sancının anlaşılmaz mesajıyla
ulaştım küf kokan bu hikayeye
hazırım ey cellatlar, sehpalar ve yağlı urganlar
çağırın beni
ey tuz basılmış yaralarıma setrolunmuş kabuklar
künyesine sevda kazılı çocuklar hey!
duyun beni
büyüyün dayanın ve abanın tarihin şakağına
ki zılgıtlar çeksin güneş, ay, yıldızlar
ve gözbebekleri acıya gebe; sarışın, esmer, zenci beyaz;
körebelerde gülüşünden vurulmuş sevimli ve haylaz
çocuklar…
farkında mısınız dünya bizi suçladıkça bulanıyor tüm sular
bu nasıl hezeyan: bankaları ve vitrinleriyle şehirler
dağları ovaları ve nehirleriyle dünya
-denizleri saymıyorum bile-
ruhlarının kesesinde hastalıklarla büyüyen
büyüdükçe yenilen, mağrur, mahcup adamlar ve kadınlar
nasıl da sevişiyorlar yalancı
ve birbirlerine böylesine yabancı aşklarla…
oysa en iyi biz biliriz secdedeyken içimizin inleyen kederini
zulme taş atan çocukların sokak arası sevincini
ve doğurmaya yakın ıkınan toprağın direncini
ve bayrağı hep yarıda kalmış ülke yitiklerini
her gün yeniden ölerek öpebiliriz elbette
ruhumuzdaki bu bukağıyla
her sabah yeni işler yaratan tanrının erincini..
bakın! orada taş atıyor gülüşü tarih bilinciyle savrulan nefer
bütün düşlerinden çalınmış sevinçlerle
işte oradaysa kurşun sürüyor namluya
yurdum ah inlesin diye kendini zulme nişanlayan asker
ve saadetinden gülümsüyor zamanın
çocukların arasında mesut bir peygamber..
ve ben misk u amber sürüp inandırıcı kılmak için şiirimi
öperek ölümü boşluğundan ve asılarak esmer bir özgürlüğün
savrulan yelesine
bir isyanı dillendirmek için yeniden
size sesleniyorum
sahi sesim yankısını bulmazsa sesinizde
bu kirli öykümle neye yararım böyle
unutulmuş bir mit, inananı bulunmayan bir din gibi
durarak tarihin kıyısında
varın acemi sayın beni ey cellatlar
isterseniz ödünç ve siyah urganlar vurun boynuma
ben sırat-ı müstakimde beyaza bulayacağım gözlerimi
kalû belâya ait bir talimatla..
intifada! .
ki ben çoktan alıştım kurşuna remil atan kanın rengine
ve bir ağartı gibi uzaklaşan babamın
isyanları anımsatan yaslı yüzünün çoğalan ölümüne
kınını yitirmiş bir kılıç gibi
kırmızısı çalınmış bir kan
birazdan gülümseyecek bir yetim
-gibi-
eşikte duran
bir yara gibi örtülüyorum yüreğimin üstüne..
insanlar!
size seslenince birden ve derin tutuşuyor yüzüm
içimde dağlaşan umutlar var
uzaklardan geliyorum; tufandan, havva’dan
elma kokusundan ve şeytandan çok önce
yani ruhumda yankılanan binlerce elestu var..
dirilmeye geldim o uzak sanrılı sancılardan
dirilmeye bir çocuğun avuçlaşan yerlerinde
artık dağlardan ve nehirlerden ve vuslatsız sevdalardan koparak
yeniden sancılansın diye toprak yepyeni bir yeşillenmeyle
tohumlar saçıyorum bağrına uçurumların
gülümseyerek necis vaatlerine tüm ideolojilerin
geldim işte celladımın bükük boynundan öpmeye..
duyun ve dinleyin
sesim yankısını arayan bir şarkıdır ortadoğuda
ey yenikliğin direngen inadının yargıcı
ey renklerin kirlenmeyen yasası
ey vuslatsız sevdalara gülüşler savuran çocuklar
hey!
direnmeyi bilen elbette ki ölmeyi de bilir
çünkü pejmürde umutlar ve her acıya ayarlı bir gülüşle
o uzak ütopyaya ulaşılır
ve benim ömrü savrulan çocuklarla öldüğüm o hikaye dağlaşır
dizginlenemez bir destan olur Mezopotamya’da
tekbirlerle yunmuş krizantem kokulu bir nehir…
Kayıt Tarihi : 6.3.2012 16:55:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
İsmet Özel'in affına omuz atarak...
TÜM YORUMLAR (1)