Kulağındaki çınlama azalmıyordu sanki.
Duyduğu iğrenç ve uzun süre devam eden ses
dakikalar geçmesine rağmen beyninde gezinmeye devam ediyordu. Sürücüye, klakson sesinden sonra dönüp okkalı bir küfür savurmak istemişti ama o an değişik bir refleksle kendisini vazgeçirmişti.
İşin açıkçası herkesin yaptığı buydu,
ve yapılan hiçbir şey getirmiyorsa
denenmişi tekrar yapmanın hiçbir mantığı yoktu.
Ama yine de küfür etmek istemişti. Yapmamıştı.
Gürültü yaşamın baş köşesine kurulmuş oturuyordu.
Gürültü, hem de çok fazla gürültü.
Gecenin sessizliğinden, gündüzün gürültüsüne bu hızlı geçiş afallamasına neden oldu.
Çok da fazla bir şey ifade etmeyen gözleri boşlukta gezinir bir şekilde sağı solu arşınlıyordu.
İğrenç kahkahalar, bardaktan boşanırmışçasına yağan küfürler,
klakson sesleri ve satıcı naraları.
Şehirdeki bu yüksek ses devamlı duyma bozukluğuna neden olabilir,
dikkat ediniz.
Çok da farkında olmadan el uzattığı dolmuş yanı başında durdu.
Bir yılanın tıslamasına benzer bir sesle açılan kapıdan içeriye girdi.
Biniş de ağır ve kendini hiç de saklamayan
keskin ve kötü bir koku algıladı burnu.
Sonrası, sonrası ekşimiş bir yüz ifadesi.
Mavi renkli, arkası yukarıya doğru meyilli küçük bir dolmuş içerisinde istiflenmiş bir şekilde duran heterojen insan kalabalığı.
Kimi okula, kimi eve, kimi işe, kimi ise alışverişe.
Farklı maksatlar için gidilen yolda aynı kepazelik, aynı yığıntı.
Küçük yolculuğu esnasında bir çok farklı konuda, bir çok değişik bakış açısıyla ve türlü aksanla konuşmalara şahit oldu.
Dolmuşun ön tarafında oturmuş gibi yapan
ama aslında türlü oturuş şekilleri deneyen
ve herhalde ağır bir makyaj nöbetinden sonra yollara düşen,
genç kızlık günlerine hasret iki bayan,
en son kullandıkları losyonların işlev ve içeriklerini sorguluyorlardı.
Hiç olmadığın birine benzemenin kozmetik oyunu.
Kazanan sadece firmalar ve kazanan sadece mankenler.
Oyuna devam.
Ve bir çırpıda ünlü markaların yeni sezon kreasyonlarının özeti.
-Ah şekerim, bir bilsen Park Bravo’da ne etekler var. Hele kesimleri müthiş.
Ah be, hanımefendi bir bilsen ne kadar eğri bir dekor olarak duruyorsun dolmuşun ortasında.
Düşüncelerini o an seslendirmedi.
Arka tarafta cep telefonuyla bağırarak konuşmaya çalışan,
kafasını kaldırdığında kendisine bakan gözlerin bazen sinir,
bazen de şaşkınlıkla dolu olduğunu görünce de ses ayarı yapan gençten, kalabalıkta her an bayılacakmış gibi duran genç kızdan tutun da sağlık karnesine sıkı sıkıya yapışan güleç yüzlü amcaya herkes büyük bir kabullenilmişlikle inecekleri durağı bekliyorlardı.
Ya ne yapsalardı…
Mavi ve ütülü gömleği içerisinde,
gayet gergin duran şoför ise periyodik olarak trafiğe,
küçük arabalara, bayan sürücülere, erkek sürücülere, marketlere ve belediyeye türlü şekillerde ve pozisyonlarda küfür ediyordu.
Büyük bir sakinlik içerisinde yol ortasındaki çukurlarda beraber zıplıyor,
fren ile beraber ileriye doğru fırlayıp tekrar eski yerimize dönüyorduk.
Şehir yaşamının vazgeçilmez ritüeli; önüne konulanı kabullenmek…
Teknik bir ifade ile toplu taşıma aracından indiğinde
gündüzleri sevmeme nedenini anlamıştı.
Karmaşa, gürültü, saygısızlık ve sorgulamadan ortama ayak uydurma gayreti.
Dün gece masanın başına oturup ta bir çırpıda yazdıkları geldi aklına.
“Çağın acınası hali de denilebilir aslında yaşananlar için.
Hayat için savunulan her değer yaşanılan çağ için de geçerli.
Bu kadar kirletmeyi becerebilen bir topluluk olduğu sürece,
masumların da hep suçlu muamelesi görmesi kaçınılmaz.
Tıpkı gerçekte yaşanan da olduğu gibi.
Basit savunmalar hiç değerli olmamıştır,
ama adi suçlamaların yeri baş köşe olmuştur her nedense.
Bir tür yıkım oyunu dönmede ortalıkta.
Kulaksızlar, dilsizler ve akılsızlar ne kadar da kalabalık.
Ve ne kadar azınlıkta dur demeyi isteyenler.”
Korktu.
Okyanusa bırakılan küçük bir şişe.
Bulunacak mıydı bilmiyordu, bulunsa okunacak mıydı bilmiyordu,
okunsa okuyanın umurunda olacak mıydı bilmiyordu.
Bilinmeyene karşı koymak, görevini yaptığına inanıyordu.
Direnecekti biliyordu.
Direnecekti inanıyordu.
Şehir gürültü demekti, şehir başıboşluk demekti,
şehir nereye gittiğini bilmeden koşturmak demekti.
Gettolarla doluydu dört bir yan.
Umursamayanlar köşe başlarındaydı.
Bak benim arabam en güzel diyenler trafikte,
özgürlükçü kızlar kucaklarda.
Felaket senaryolu ve büyük prodüksiyonlu filmlerin giriş sahnelerinin bir benzerini izledi uzun süre.
Sahne 1: Modern görünümlü bir şehrin en modern caddesi.
Yolun sağ tarafında kimi zaman yürüyen, kimi zaman koşuşturan kalabalık. Vitrinlerin önünde hayranlık dolu bakışlar.
Yolun ortasında yavaş giden ve gümbür gümbür müzikle ilerleyen tercihen içindekilerin bol bol kafa salladığı arabalar.
Yolun sol tarafına yoğunlaşıyor kamera;
rocker giyimliler, temiz giyimliler, giyinmeyi unutanlar, salata yiyenler, nargile tüttürenler…
kadraj kayıyor yolun sonuna doğru,
ilerde mendil satan bir çocuk yalvaran gözlerle,
büfenin önünde gazete kuyruğuna girmiş üç beş kişi.
Ve devam ediyor kamera…
Sahne 2: Meteor yağmuru.
Kafasını kaldırıp meteorların sıra sıra düşmesini bekledi ama sanki daha korkunç bir sona yaklaşıyordu insanoğlu.
Daha uzun süreli ve daha yoğun akan bir felakete.
Keşke uyananlar uyuyanlardan daha çok olsa.
Bu felaket için ortada hiç süper kahraman kaldı mı diye merak etti.
Ortada felaket görmeyenlerin kahraman olma isteği yoktu herhalde.
Cemil Meriç’in söylediği bu sözler, jenerik olmaya aday
“Demek aklın sesi rüzgarın uğultusundan daha manasız.
Kılavuzların çığlıkları, çılgın kahkahalar arasında boğulmuş asırlardır.
Kadeh şakırtıları,
halhallar ve heyheyler
ve kuyuya doğru ilerleyen kafile:
kör kuyuya “
Kayıt Tarihi : 9.12.2007 23:06:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Cihan Kılıç Arslan](https://www.antoloji.com/i/siir/2007/12/09/arayisa-uvey-bakis-bir-felaket-filmi-7.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!