Aralık Şiiri - Mehmet Ekici (taha)

Mehmet Ekici (taha)
168

ŞİİR


8

TAKİPÇİ

Aralık

I.

Yorgun bilekli taylar
Dörtnal yürüyüşüyle gelip geçerdi gönlümün tarlalarından
Ormanlarımdan, çöllerimden ve boz kırlarımın yamaçlarından
Ellerinin siperinde gözlerinin can alıcı bakışı varken
Bir ceylanın su içişine benzer bin bir naz ve eda
Ciğerleri dolduran bir nefeslik aşk gibi
Taa bulutların üstünden yağardı kumral saçlarına

Rahmetin merhameti sürülünce gözlerine
Her zaman şükrü artan
Ve yeminlerini yanlarında bir su matarası gibi taşıyan
Çöl yolcuları
Mecnun avcıları leylalara, aldırmaksızın
Siyahtan daha siyah gözlerinin içine sakladığın dünyadan
Sırların sarası gibi bir hal
Yapışıp durunca dimağının üstüne
Aşkı tanımlara sığdırmaya çalışan müelliflerimin
Yorumcularımın ve şairlerimin tümüne
Seni anlatıyorlar

Dudağının yan tarafıyla gülüp geçtiğin işvelere yenilip
Titreyen ve eriyen bir hal alınca yürek
İki yüzlü ve acemi gecelerde kendinle yüzleşmeyi mi denedin
Sokaklarının ıssızlığı veya tenhalığı veya karanlığı
Veya bakiye kalan her bir şeyin varken.

Aslında senden geriye kalan hayatımın tamamı:
İki kanatlı dev bir kuşun gölgesi kadardı.

II.

Gözlerin ki bir isyanı kışkırtan o ilk bakışlarını
Bir çırpıda saplıyorken üstüme
Yeni bir yolculuğun ayak seslerini ruhumda hissederdim
Gözlerinin beni götüreceği o yerler
Kaderime ait yüzlerce yeni krokiler çizerdi
Haritaların ve paftaların eş yükseltilerinde
Ve labirentlerin orta yerinde
Ağız alışkanlıklarımı ve ritmik söylemlerimi
Hatta Dualarımda dilenirken sana ait umutlarımı
Bir bakışın hemen öncesinde
Ve hemen sonrasında aynı bakışın
Hep sen vardın
Fotoğraflarımın bütün piksellerinde

Gözlerinden ibaret bir beden taşıyorken
Kaşlarının karasına veya yayına
Bir kaçak bakış için
Cesaretimi birkaç pehlivandan ödünç aldım
Aşkın gürzünü başımdan yemek vız gelir bana
Sıradan ve bilinçsiz o göz kayması
Bir depremin artçı şoku gibiydi sanki
Gelmesi muhtemel, zamanı muamma
Bir çift bakış
Cesaretlendirirdi dileklerimi.

Sen benim isyanlarımı ehlileştiriyorsun
Ne kadar da sana benziyorum ya da benzemek istiyorum
Kafamdan kurup kurup içinden bir türlü çıkamadığım bu polemikler
Hayat ağacımın hangi dalına asacak beni
Sensizliğe ne zaman cesaret etsem
Kırılgan bir yüreğim oluyor hep
Sen bilmiyorsun
Bakışın henüz kınından çıkmamış bir kılıçken
Keskinliğinle yüreğimi yakıyorsun

Güz gibisin
Sanki düşen sarı yapraklardan kopyaladığım hüzün
Kış öncesi dallardan toprağa inen su gibi
Şehirle buluşmalarımdaki kaçamak tavırlarım
Sabah mahmurluğu ya da yan ektisi bir sigaranın
Gözlerine kahve gri arası
Dolan gözyaşların
Bakışlarını bir buz kütlesinin orta yerinde saklar
Ya da yerin bilmem kaç bin metre altında
Aysbergleri eriten senin gözlerin
Senin gözlerin yer altı magması
Şimdi neylesin yüreğim

Dudağından çıkan her ses sanki hayatımın en yeni repliği
Kime ne sözlerinin tılsımını çözdüysem
Gözlerinin büyüsünü ilk bakışında
Hangi yalnız kelimeyi gönlünde tutuyorsun
Süslü bir kuş gibi uçup durma arzusundayken
Titrek bir göz ucu bakışın yeter
Duymazlıktan gelme yüzleş benimle
Ben de yüzleşeyim
Artık
Gözlerinle

III.

Sırtımdaki bu yük belki uzun yolculuklarımın ilk emaresi
İkiyüzlü insanların revaç bulduğu bu şehir
Upuzun sokaklarında yürütürken beni
Felaket tellalları gelir yanıma bir bir
Umutlanırım
Belki birkaç duyurusu vardır bu şehre gözlerinin
Demden zifir karanlığa dönmüş çayları
Yalnız başıma yudumlarken
Hangi hırıltılı ses riyakar cümlelerin öznesi olur
İblisin uzmanlaştığı ayartmaların hangisine söyleyecek bir yorumun var şimdi
Faili belli olmayan bu sorgu sual cenderesi
Ilık bulutlardan dökülen yanardağ külleri
Lav siluetleri
Buzdan dağları eritip
Gözlerimin pınarına su taşıyan sakalar
Her seferinde
Doğurup doğurup öldürüyorlar duygularımı.

IV.

Yalnız başına yürürken tenha bir yol kenarında
Bir su birikintisine eğilip oradan kendi yüzüne bakıyordun
Sudan yansıyan yüzüne...
Üstelik saçlarını düzeltmeye çalışıyordun ellerinle
O an yanında hızlı adımlarla geçen bendim.
Bir an gözlerindeki dalgınlığı gördüm sanırım,
Yüreğinde en yaralı cümlelerin saklıyken
Gömleğinin cebinden düşmesin diye
Titreyen ellerinle
Boyna yokladığın bir mektup ilişti gözlerime
Her bir satırına kim bilir kaç anlam yükleyeceğin
Bir hikâyen vardı senin
Bir şiirin vardı yanında
Parmaklarınla düzeltemediğin saçlarına
Ve eteklerine sıçramış çamur parçalarına
Aldırmaksızın
Yanından akıp gittim
Sen görmemiştin
Beni yoldan geçen biri sanıyordun
Yanıldın.
Yine de;
Kerahet vaktine yaklaşırken zaman
Şehrin bütün ışıklarını yakmaya niyet ettiysen
En önce
Nefsinin üzerine yazılı yeminlerinle yüzleş
Verdiğin söz hatırlatsın kendini sana
Dile gelsin kelimelerin
Sen dinle sessiz sedasız önyargılarını
Ve kendinle helalleş.

V.
Hangi şarkının hangi tınısına teslim edeceksin yine gözlerimi
Kendinden kaçarak yaşadığın o yerlerde hala oyalıyorken beni
Aynalardaki yüzümü göstermeye taliptim sana
Kimselere söylemediğin sırlarından birine şahit olmak için
Mesela herhangi bir fotoğrafına bakarken
Her an beni büyüleyen bakışların yeniden büyüler beni bir daha
Ve hüzün akar kirpiklerimden boyna
Ve süzülür derin bir tütün sızısı ciğerlerime
İnce uzun parmaklarınla yüreğimi söküp atarsın asfalt yollara
Şiirlerime dokunursun yeniden, ben alevsiz yanarım
Haber vermeden koşup gelirsin rüyalarıma
Bilmeden gelirsin, bilsen belki yine gelirsin, ama bilmezsin
Ben rüyaları yaratana hamt ederim her seferinde
Yatsı namazlarından sonra
Dualarımda seninle buluşurken, sana minnetim olmaz bir daha
Gözlerim upuzun yollara hapsolur yeniden
Yeniden
Kendinle getirdiğin o hüzün, yanardağ külleri gibi yüzüme savrulur durur yeniden
Düşününce seni herhangi bir şehrin otobüs terminalinde

VI.
Bir mahkûmun sevgilisi olmak gibi mi
Nasıl bir şey bu
Hangi cesaret yanağını düşürecek avuçlarıma
Yüzüne dokunma erdemine varamadan ellerim
Yanıp yanıp kül olmaya doyacak mı bir daha
Oysa sevda üstüne ne çok türküler dinlerdim
Aşkı bilmen konusunda kuşkularım var oysa
Hatta
Sen gönlünü kapattıktan sonra yalnızlığıma
Bu şehrin adını bilmediğim sokaklarında
Senin için kaybolmak
Gözlerinde saklanan o sabır denizinde inci olmaktı

VII.

Yalnız dağlarım var ve bağrında kıvranan ince uzun patika yollarım
Rehbere gerek duymadan tarif ettiğim menzillerim
Sana göre yol arkadaşlıklarım var
Oysa yorumcuları yorumsuz bırakan bir çaresizlik
Senin bu yol yordam bilemeyişin.
Buna rağmen
İzini bulurum umuduyla elime aldığım her fotoğrafta
Okuduğum her şiirde ve her hikâyede
İçinde senden gayrı herkesi bulurum nedense
İzini kaybettirmeye çalıştığın ısrarlı zamanlarda
Kutsallarını bir çırpıda silip attığın o derin uçurumlar gizler ruhunu
Radikal söylemlerin dilinle kalbinin arasındaki çelişkiyi aşikâr eder
Yüzüne vurur
Bilmemenin mazereti seni kurtaracak sanırsın belki
Hayır, o kadar uzun boylu değil
Kaderle yüzleşmekten kaçınmanın bedeli
En önce aynalara bakmasını öğretir sana, boy aynalarına
Sonra saçlarının akına, yüzünün kırışına, ellerinin kabarmış damarlarına…
Yaşlandıkça senden uzaklaşan duygularına
Hatta yeni etiketler yapıştırırken hayatının orta yaşlılığına
Geceler yıldızlarını sana anlatmaya adayken neden bulutları arıyor gözlerin
Oysa bulutların ötesinde de yıldızlar var, sen görmüyorsan da ay var, güneş var
Sen güneşi batmış sanıyorken her gece
Ama o ısrarla yeniden doğuyor her sabah
Bütün bunlardan sonra
Bu zamanda aşkı kimin gönlüne yamasan belki orada eğreti duracaktır, bilesin.
Artık eski alışkanlıkların bu yeni bildiklerinin yollarına döşenmiş
Birer sivri taş olur
Depremin habercisidir toprağın titremesi
Damla damla yağan rahmetin birden bire gazaba dönüşmesi
Saba rüzgârlarının dalkırana...

VIII.

Sen de bilirsin;
Bu kamusal alan tapıcıları en önce duygularımızı köleleştirmek ister.
Dişil putlarından suretler ve resimler imal ederek,
Özgür köleler yetiştirir topluma.
Ya da çocukları yapayalnız büyüsün diye tenha evlerde
Annelerin ruhlarını kendi sokaklarında köleleştirir.
Şimdi istersen direndiğini zannet bütün bunlara,
Ve kendini çıkar bu çemberin dışına,
“Benim bunlardan hiçbir payım yok!” demeyi bir dene,
Sanatımızın ipotek koyucularına.
Kadim tarihimizi kirli fırçalarıyla boyayan
Ve aşkın mayasını aşktan başkasıyla aşılayan bahane avcılarına,
Veya bir davanın fetretini teşvik etmek için canhıraş
Kirli başlangıçları savunan bu türedi kuşağa,
Ki onlar gülüyorlar ve azı dişlerini gösteriyorlar.
Dişil etlerden fitne imal eden yönetmenler gibi
Olasılık hesabıyla kuruyorlar tuzaklarını.
Bir dönüşüm ve bir mutasyon hali başlıyor.
Bir eksen kayması!
Kimse, hiç kimsenin dimdik duramayışını yadırgamıyor.
Ayaklarına değince tuzlu denizlerin beyaz köpükleri;
Hem erkekleri zavallı gözlerinden vuruyor,
Hem de kızları ar damarından ısırıyorlar.

IX.

Sevdalar ve aşklar tanıdım seni tanımadan önce
Tarih okudum, tutkuları iyi bilirim, ihtirasları
Büyüdükçe küçülen, küçüldükçe büyüyen gönül yanılgılarını
Oysa bütün bildiklerim bilmediklerimden ibaret
Tarihin derinliklerindeki edebiyatlara girizgahlar yaparken
Ya da serenatlar
Görkemli bir yapıya mimar olamama endişesi
Kendimi hayata hazır hissetmeden yaşatmaya çalıştığım
Senin aşkındı.
Şimdi ben gölgelerinin değdiği bu sokakları adım adım gezmeyi mi hak ettim,
Sokak lambalarının altında hatıralarına sarılıp uyumayı mı?

Varsın ihtirasların da olsun yanında,
Tutkuların da.

Bir garibanlık düşünce gönlümün üzerine
Vuslatına aşık olmayı gönlümden geçirirdim her gece.
Vurgun olduğum sen değildin,
Şiirlerimin içinden çıkıp gelen gözlerindi çoğu kez.

X.

Haydi üzerimize sabrından üfle
İçinde peygamber dualarından bir katre olsun
Eski yaşantılarımızın enkazlarından belki kendimize yeni yollar buluruz
Mağduriyetimizi yüzümüze vuran gerçek dostların
Nefeslerine ihtiyacımız var şimdi, her zamankinden daha çok
Zihniyetlerimizi parçalayan ithal fikirlerin ve yaşantıların
Hatta ihanetlerin orta yerinde
Ummadıklarımızdan gördüğümüz kötülükleri
Umduklarımızla tevil etme hastalığı, henüz tedavi edilmemişken
Bu yüzyılın insan tapıcıları
Din adına yeni dinler imal eden türedi fikirliler
Ve niyet okuyucuları
Masumların kaderlerini
Bir çırpıda yere sererler

XI.

Hızır’ın ayak seslerini duymaya ayarlı yüreklerin
Bekleme duraklarından ansızın geçip gitmelerini hesaba katsam
Kadere dair bildiklerimi ve bilmediklerimi birbirine karıştırıp dururum
Dağ servilerinin yüksek burçlarından bir kuş gibi bakmayı arzularım çoğu kez
Bir şahin gagası, bir tarla faresi, bir fil, bir çimen
Duyarsızlaşan nefsi yeniden kendine getiren ne varsa
Bir yalancı baharın ilk hamlesi, ilk göz ağrısı bir ceylanın
Bir dev tarafgirliğiyle bir karıncanın cürmü kadar su taşıması
İşte bütün bu nedenleri hesaba katsam
Kendimden ve senden geriye bir şey kalmıyor
Neden

XII.

Ne ortaçağ taciri, ne denizaşırı kürek işçisi
Ne de ben
Hayatlardan rol çalan bir figüran
Bir usta aziz elleriyle onarıyor benliğimizi
Farkında değiliz
Yol yordam bilmez bir yabancı gibiyiz oysa
Ufkun çok ötesinden büyük şeyler vadederken ustamız bize
Tartışıyoruz hala
Bir kör döğüşün içindeyiz, dışındayız veya seyircisiyiz ne fark eder
Vebali sırtımızın kamburuna yapışmış
Gittiğimiz her yere götürüyoruz bu görünmez kamburu

Neylersin
İnsafını yüzü koynu bırakan hal bilmez can sıkıcılar
Kirli yüreklerinden taşan anlamsız inatlarına
Nasıl olsa
Kurban arayacaklar
Boynu kıldan ince figüranlar bulunca,
Kılıçtan keskin emirler verecekler her zamanki gibi
İnsanları köleleştirenler
İradeyi özgür bırakan Allah’a
Nasıl olsa bir gün hesap verecekler.

XIII.

Pencerelerin ardında bakarken boşluğa
Paslı kelimelerden cilalı sözler icat etmeye kalkışıyoruz
Her seferinde
Yanılarak
Önümüze bakıyoruz

Aralık 2014, Aksaray

Mehmet Ekici (taha)
Kayıt Tarihi : 25.5.2019 01:13:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Mehmet Ekici (taha)