ANTALYA GÜLLÜK DERGİSİ GRUBU SÖYLEŞİSİ
1- Sizce şiir nedir ve iyi şiir nasıl olmalıdır?
Kaç milyar insan yaşıyorsa şu an dünyada, o kadar milyar tarifi olan tek şeydir şiir bence. Klasik tarifini anlatma saflığına düşmek istemiyorum. Kısaca birkaç cümleyle İbrahim Özcan için neyi ifade ettiğini söyleyebilirim ancak;
İnsanın, kendi içerisinde kendisiyle, çevresinde varolan herkes ve olup biten her şeyle olan içsel çatışmasını, beyninde tohumlayıp, yüreğinde duygusuyla mayaladıktan sonra elleriyle kâğıda damıttığı özüdür şiir.
Şiirin ana konusu ve çıkış noktası insanın –varoluş- sorunudur.
“Nerden geldik, Nereye gidiyoruz? ... Neden varız? Var olurken bu evrendeki yerimiz ve konumumuz? ... Evrenin, bizim hafızamıza sığmayacak kadar geniş ve derin yapısı ve zamanın sınırsızlığı içerisinde “insan yaşamının” kısalığı ve çaresizliği, yani “hep aynı kaçınılmaz son”un verdiği derin acı.
Şiirin çıkış noktası ve diğer edebiyat ve sanat kollarından en belirgin ayrılığı buradan başlar. Bu kısa yaşamın alt katmanları olan; aşk, heyecan, korku, ihanet, çaresizlik, yoksulluk, ulusallık, insani ortak değerler, siyasi ve etnik kimlikler, çevre gibi bir çok konu da şiirin konusunu oluşturur. Tüm bu başlıklarda mükemmeliyeti özleyen insan, bu acısını ve heyecanını en mükemmel şekilde anlatmayı arzular. Bu arzunun sonucu olarak da şiirsel anlatım dediğimiz günlük dilin bir üst yapısı olan “Şiir” dili ortaya çıkar.
İyi şiir konusunda da birkaç cümle söyleyebilirim. Tabi ki kendi şiirsel anlayışım, bilgim ve bir şiirden beklentim doğrultusunda.
Yukarıda bahsettiğimiz konuları ve mükemmeli arzulayan anlatım ve dil yapısı olmalıdır iyi şiirin. Bunun için şiir içerisinde kullanılan çeşitli sanatlar vardır; benzetme, abartma, taşlama gibi... Ayrıca ses, ritim, coşku, ve duyguyu en güzel şekilde bir üst dil olarak saydığım şiir dilinden ve mümkün olduğunca az sayıda ama bol çeşitte kelimelerle anlatan şiir iyi şiirdir benim için.
2-Şiirimizin dünü ve bugünü dersek ne dersiniz?
Bu soruya karşılık sayfalarca hatta kitaplar dolusu şey söylenebilir. Çünkü çok derin ve köklü bir şiir geleneğimiz var bizim.
Ergenekon’dan başlayan hem coğrafi hem de şiirsel bir yolculuğumuz var. Ve her gittiği yeni toprakta biraz daha zenginleşerek ve kartopu deviniminde oldukça baş döndürücü hızda gelişen ve büyüyen devasa bir tarih bu… Ama yazılı tarihimize giren kısmı sadece milyonda biri olsa gerek.
Bilinen kısmıyla anlatacak olursak; eski Orta Asya ve Şaman geleneğinin temsilcisi olan halk şiirimiz, daha sonra Divan Şiiri, Tanzimat dönemi batıyla etkileşimin başladığı şiirimiz, Cumhuriyet dönemi şiirimiz ve özellikle İkinci Yeni İle başlayan ve son olarak postmodern durakta ikmal yapan şiirimiz var.
Tüm bunlar sadece ilk etapta aklıma gelen ana başlıklar tabii ki. Bunları tek tek alt başlıklarıyla da anlatmak isterdim ama çok uzun ve oldukça geniş bir konu.
Burada söylenmesi gereken en önemli husus;
“Geleneğe yaslanmayan hiçbir kültürün sağlam bir geleceği olamaz! ..”
Bu gün şiirimizde gelinen nokta; bunalım ve arayış noktasıdır. Batı ile doğu arasında sıkışıp kalmış ve kafası karışmış bir şiir var ortada. Kendine çıkış yolu arayan bir Türk Şiiri. Bunun, hem coğrafik hem politik hem de ekonomik sebeplerden kaynaklandığını hepimiz biliyoruz. Kısaca özetlemek gerekirse:
Coğrafik sebeplerin başında, doğu - batı sentezinin sağlıklı olarak yapılamamsı gelmektedir. Şu bildik kısır çekişme; Batılı mıyız, doğulu muyuz? ... Sanki bizim altımızdaki toprak bu dünyadan değilmiş, sanki dünya medeniyetlerinin bir çoğunun çıkış noktası Anadolu değilmiş ve bizim de kendimize özgü bir kültürümüz ve birikimimiz yokmuş” gibi hep kendimizi illaki bir yere yamama zavallılığından başka bir şey değil tabi ki bu...
Ekonomik sebeplerin başında da yazılı ve görsel medya dediğimiz, sermaye dediğimiz, kurtlar sofrası (Cağaloğlu) dediğimiz basım ve yayım dünyasının sadece ve sadece popülizme prim vermesi ve diğer varlıkları yok sayması gelmektedir. Bu arada halkımızın inatla “okumamak” gibi tavrını da unutmamak gerekir…
Politik sebeplerin başında da; kapitalist kültürün alabildiğince büyük bir hızla büyüyor ve diğer kültürleri yok ediyor olmasından kaynaklanmaktadır.
Ne demektir bu? ... Bu, İngilizce’nin diğer diller üzerinde kurduğu; kültürel ve bilimsel bazdaki hegemonyasıdır.
Yani dil kirlenmesi…
Her ne kadar bir yandan diş macunuyla dişimizi günde 3 defa fırçalayıp ağzımızı temiz tutmamızı öğretse de kapitalist kültür, diğer yandan da dilimizi o ölçüde kirletmektedir. Bu verdiğim örnek, olaya ironik bir yaklaşımdır. Ama gerçektir de maalesef.
3-İlham perisi hangi zamanlarda gelir size?
Söyleşimizin başında bahsettiğim, varoluşsal sorunlarımın içimde her hangi bir alt başlık altında büyüyüp, çoğalıp, artık içimde taşıyamaz hale geldiğinde, yani patlama noktasına geldiğinde gelir ilham perisi. Ve şiiri her geçen gün daha derinlemesine ve daha bilinçli tanıyıp öğrendikçe daha seyrek gelmeye başladı maalesef bu ünlü perimiz.
Çünkü ben ilham perisinin gelişini, şiirin doğum sancısı olarak tarif ediyorum kendi kendime. Nerede ve ne zaman geleceği, doğacak şeyin cinsi, cinsiyeti, sağlıklı mı, prematüre mi? olacağı belli olmayan bir doğum sancısıdır ilham.
Bazen yalancı sancılar da olabiliyor bunlar. Onun için her gelen sancıdan bir şiir doğmaz. Sadece o anın bir kaydını tutar ve bir kenara atarım. Ama gerçek sancı geldiğinde ise sadece bir kayıt değil bütün ceridesini tutar yazarım ve şiir o zaman ortaya çıkar. Son bir yılda yazdığım ve şiir diyebileceğim şeylerin sayısı on parmağın onunu geçmez… Bunların çoğu da bitmiş şiirler değildir aslında. Yazdığım herhangi bir şiire, “Bu şiir bitmiştir” dediğim gün ben de biterim çünkü…
Bu beni rahatsız ediyor mu? .. Hayır… Çünkü olacaksa eğer, eli yüzü düzgün ve sağlıklı bir şey olsun yazdığım şey. Günübirlik karın ağrılarımla şiir sancısının ayırdımına varabildiğimi sandığım için artık hiç rahatsız olmuyorum.
4-Şair evleri ve Hayal Dergisi-Derneği konusunda bilgi verir misiniz?
Hayal… 22 yıl boyunca Hava Kuvvetlerimizde hep uçakların ve pilotların dünyasında yaşadım. Uçak uçurttum, ve yaptığım işi severek ama kara sevdalı biri gibi severek yaptım. Çünkü karşınızda onlarca uçak, onlarca pilot ve bazen de yüzlerce yolcu var. Ve siz bunların hem can, hem de mal güvenliğinden sorumlu bir işi yapıyorsunuz. Yani Hava Trafik Kontrolörlüğü.. Önünüzde bir Radar Skop’u yada bir mikrofon ve sürekli, İngilizce ve Türkçe (zaman zaman da Almanca) talimatlar yağdırıp saniyelerle savaşıyorsunuz doğru karar verebilmek için. Müthiş bir stres ve o kadar da müthiş bir coşku vardı mesleğimde.
Sonuç olarak şiir daha baskın çıktı ve yasal süremi doldurur doldurmaz ayrıldım o çok sevdiğim mesleğimden… Neden? .. Şiire ve şiir dünyasına daha yakın olabilmek için. Daha özgür ve sorumsuz olabilmek için. İşte Hayal tam da bu döneme denk düştü ve girdim Hayal Oluşumuna…
Aslında ÖAD (Ölü Aşklar Derneği) benim ilk göz ağrımdır sivil oluşum olarak. Orda da çok güzel paylaşımlarım ve dostluklarım var ve halen de devam etmektedir. Orda da insanlar şiirin kaygısını yaşamakta ve şiire hizmet etmektedir.
Ama Hayalde elimi biraz daha çok soktum taşın altına ve işin maddi ve manevi sorumluluğu biraz daha fazla gerekiyordu, bende öyle davrandım. Şu an Hayal Dergisinin, hem Hayal Yayıncılık Limited Şirketi adına imtiyaz sahipliği ve hem de Yazı İşleri Sorumluluğu benim alnımın akıyla yürütmem gereken iki ayrı iş. Umarım bunu da başarırız…
Hayal Oluşumu’nun, kuruluşu, şu an ki geldiği nokta ve bundan sonra ulaşmak istediği hedefleri Hayal Dergisi Şairleri Grubunda ayrıntılı olarak anlatılmakta ve yazılıp çizilmektedir. Birkaç kısa başlıkla yeniden paylaşmak gerekirse, Antalya Güllük Dergisi Grubundaki birbirinden değerli arkadaşlarımızla;
Hayal’in tek hayali biraz önce bahsettiğim; Coğrafik, politik ve ekonomik sebeple kafası karışmış olan ve kendine bir çıkış yolu arayan Türk şiiri ve Türk şairine elinden geldiğince kendi maddi ve manevi gücü doğrultusunda destek vermek ve onları daha ileriye götürebilmektir.
Şair ve Şiir evleri de bu amacımızın birer parçası olarak kurulmuş mekanlardır. Buralarda çeşitli etkinlikler, söyleşiler, dinletiler tertiplenmekte, bulundukları illerde şiire gönül vermiş, hem yazan, hem de okur, herkesi bir mekanda buluşturup gerek eğitsel gerekse birlikte hoş vakit geçirmeye yönelik çabalarımız vardır.
Ortak paydamız Türkiye ve şiir... Hiç kimsenin siyasi, dini, etnik yada başka herhangi bir duruşu ve tavrına müdahale etmeden, sadece ve sadece şiirimizi ve dolayısıyla dilimizi geliştirmek ve yüceltmektir. Bizim şiir gönüllüsü bir oluşum olarak yapabileceğimiz şey bu dur. Hayatın diğer alanlarında da diğer sivil toplum oluşumları kendi alanlarında mücadele edecektir tabii ki…
Bu konuda kısaca söyleyebileceklerim bunlardan ibaret. Çok fazla lafazanlık yapıp ağdalı sözcüklerle vaktinizi almanın doğru olmadığını düşünüyorum.
5-Sizce gerçek mi önde, hayal mi? Şiirin dokusunda sanat yapmak için sanat mı, yoksa mesaj vermek için sanat mı? Ne dersiniz?
Bu soru bende, “tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan? ” sorusunu çağrıştırdı. Ama güzel bir soru.
Çıkış noktasının kendisi olması sebebiyle “gerçeklik” önde gibi görünse de esasen “hayal” gerçeğin bir adım daha önünden gider bence. Elbetteki gerçek nesnellik olmadan hayal de olmazdı ama özne ve nesnenin buluşmasıyla hayal mutlaka doğacaktır. Bu bir bakıma, madde ısı ve oksijen üçlüsünün ATEŞ’i oluşturması gibidir. Bunlardan biri olmadığında ateşin oluşması mümkün müdür? ...
Özne, nesne ve hayal (düşünce) de YAŞAM’ın temel direkleridir…
Bir an için düşünelim; insan var, madde var ama insan yaşamını kolaylaştırmak yada sürdürmek için hiçbir şey yapamıyor. Yani varlığını sürdürebilmek için nesneden faydalanmanın yollarını düşünmüyor. Bu ne kadar sürebilir? .. Bir süre sonra insanın yok oluşu demektir. Ama Aynı insan aynı nesneyi nasıl kullanacağını ve ondan daha fazla nasıl faydalanabileceğini düşünerek (hayal) ederek ancak kendi yaşamını sürdürebilir.
Hayal etmek bilimin birinci basamağıdır. Edison diye bir deli ampulü ve elektriği hayal etmeseydi ve bu hayalinin peşinden yıllarca koşturup ömrünü bu işe adamasaydı şuan biz bu satırları yazıyor olmayacaktık, yada birilerinin bilgisayar hayali olmasaydı ve daha sonra internet diye bir şeyi hayal etmeseydi? .. Tüm ideolojiler, dinler, savaşlar ve barışlar devlet yapılanmaları, uluslararası birliktelikler ve buna benzer her şey insanın hayal etmesi sonucu gerçeğe dönüşmüştür.
Şu an siz buradasınız ama kim bilir belki de hayaliniz yar koynunda... Önüne geçebilir misiniz? ... Hayalinizden önce girebilir misiniz? .. (*)
Sözün özü; Her şey –hayal etmekle- başlar sonra gerçeğe dönüşür. Yeter ki o bahsettiğimiz ilk iki unsur, özne ve nesne olsun hayalin peşinde…
“Şiirin dokusu sanat yapmak için mi yoksa mesaj vermek için mi? .. demişsiniz.
Ben bu konuda fazla kafa yorup da “melekler erkek mi, dişi mi? ..” diye yüzyılları karanlıkta geçiren insanlardan olmak istemem.
Benim inandığım tek şey vardır; İnsanlar, hırsızlık, arsızlık, katillik yapmasın da şiir yazsın yeter ki. İsteyen sanat için yazsın, isteyen mesaj vermek için. Yeter ki yapılan şey şiire yakışır olsun. Bu bir arz talep meselesidir. Ben, mesaj vermek için şiir yazarım da siz beni okumazsınız, yada siz sanat için şiir yazarsınız da, ben de sizi okumam hepsi bu… Burada asıl olan şey, karşılıklı saygı sınırlarını bozmamak… Dünya geniş… Sanatta sığar bu dünyaya mesaj da…
Sevgili Mustafa Ceylan Üstadım, Antalya Güllük Dergisi Grubunun
Altıncı hafta konuğu olarak beni düşünmüş olmanız ve klavyeyi bana uzatmış olmanız, burada tüm bu güzel insanlarla düşüncelerimi paylaşmama fırsat vermeniz beni ziyadesiyle mutlu etti.
Başta Siz olmak üzere tüm grup yöneticisi arkadaşlarıma ve bu düşüncelerimi okuyup benimle paylaşan tüm dostlarımıza teşekkürlerimi sunuyorum…
Şiir tadında güzellikler dilerim…
Saygılarımla
İbrahim Özcan
Kayıt Tarihi : 3.2.2005 15:41:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Sevgili dost, kutluyorum sizi!
TÜM YORUMLAR (2)