Annemin amcası Şiiri - Abdullah Konuksever

Abdullah Konuksever
143

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Annemin amcası

-Sinan, vakit yaklaştı.
-Hanım, daha on dakika var?
-Biliyorum, sofrada iftar beklemek sevapmış.

Sinan ilk gün hanımını kırmak istemedi, istemeyerek haberleri kapatıp yemek odasına geçti. Zaten 20 yıl aradan sonra ilk orucuydu. Çocukluğunda annesiyle bir kaç kez oruç tutmuştu fakat daha sonra Ramazan’a hiç aldırış etmemişti. Sinan yemek odasında iftar sofrasını görünce: “nereden nereye! ” diye düşündü.

Aysel’in bir kaç ay öncesine kadar, kendi gibi, oruç diye bir derdi yoktu. Tek derdi içindeki boşluğu doldurabilmekti. Çocuğu olmuyordu ve bunun verdiği sıkıntıdan ne yapacağını şaşırmıştı. Doktorun ileride çocuğunun olabileceğini söylemesi rahatsızlığını gidermiyordu. İçindeki huzursuzluğu sanki modayla, gösterişle, süsle, eşyalarla gidermeye çalışıyordu. Çevresindeki kadınlarla hep yarış halindeydi; yarışmak, hele birde kazanmak, elbette çok pahalı olduğundan günde 10 saat çalışıyordu.

Bir kaç ay önce geçirdiği trafik kazasından sonra artık Aysel eski Aysel değildi… Ölümden kil payı kurtulmak veya ölümle burun buruna gelmek Aysel’i çok değiştirmişti. Ne moda, ne süs, ne gösteriş ne de lüks eşyalar Aysel’in umurunda değildi. Kaza anında dünyanın veya eşyanın ne kadar boş olduğunu iliklerine kadar hissetmişti. Yaşam için gerekli eşyalara hattından fazla değer verip aracı amaç haline geldiğini fark etmişti. Hayatını gözden geçirip kendini sorgulayıp yaşamını yeniden şekillendirmişti.
Elinden geldiğince manevi ve sosyal bir hayat yaşamaya çalışıyordu. Sinan eşinin bu denli değişmesini ilk zamanlar çok yadırgamış, zorlanmış hatta bazen karşı çıktığı zamanlar bile olmuştu. Ancak, Aysel’deki olumlu değişikliklerden kendi de etkileniyordu.

“Arkadaşlarımın hepsinin özel arabası var, benim neden yok… Selda ile Metin İtalya’ya tatile gittiler, bizim onlardan neyimiz eksik…. Nalan’ın kocası yaş günü için pırlanta almış, senin aldığın yüzüğe bak… Herkes mobilyalarını ikinci defa yeniledi, bizimkiler antika.. “ gibi şikayetlerde bulunmuyordu. Üstelik, çevresindeki insanlara olabildiğince anlayışlı, yumuşak başlı ve iyi davranmaya gayret ediyordu. Hele annesini mutlu edebilmek için sanki saçını süpürge haline getirmişti… Nasıl getirmesinde ki, annesini defalarca üzmüştü…Aslında hırçın zamanlarında kırmadık insan bırakmamıştı…
Evet, Aysel çok değişmişti ve bu değişiklik Sinan’ı son zamanlarda mutlu ediyordu. Aysel artık eskisi gibi basit nedenlerden dolayı evde huzursuzluk çıkarmıyordu….

-Sinan, daldın?
-Efendim?
-Daldın dedim, benimle paylaşmak ister misin?
-İftar sofrasını görünce “nerden nereye” diye düşündüm.
-Çok haklısın, nereden nereye!
-Sahi Aysel, önceden anlattın ama ben halen tam olarak anlayamadım. Bir kaza insanı bu kadar mı değiştirir? Ne bileyim, kaza geçirip hayatına eskisi gibi devam eden nice insanlar var.
-Sofrada iftar beklemenin hikmetlerinden biri de bu olsa gerek! Evet, önceden anlattım ama sen yarım yamalak dinlemiştin. Ben anlatırken aklın ya işindeydi ya da maçlardaydı… Suçlamak için söylemiyorum ama maçlara, işine veya basit siyasi kavgalara o kadar kaptırıyorsun ki kendini… Bir birimizi dinlemez ve anlamaz hale geldik. Zaman var, kısaca anlatayım. Sorduğum için de teşekkür ederim…

Arabayı alalı bir kaç hafta olmuştu. Türkan, kendi arabasının benimkinden çok daha hızlı olduğunu söylemişti. Çok rahatsız olmuştum, onu mutlaka geçmeliydim… Türkan, Funda ile beraber bende Yeşim’le beraber çevre yolunda yarış yapacaktık. Biz tam arabaya bineceğimiz sırada bir dilenci bizden para istedi, ben dilenciyi her zaman ki gibi tersledim. Galiba Yeşim’in içine doğmuştu: “sadaka bela savarmış” deyip dilenciye para verdi ve benim kabalığımdan dolayı özür dileyip dilencinin gönlünü aldı.
Malum, kaza yaptık… Kaza yerine gelen yaşlı bir polisin bize ilk sorduğu soru: “kızım, az önce sadaka mı vermiştiniz? ” “Böylesi bir kazadan kurtulmak için ya sadaka vermiş olmalısınız ye da mübarek birinin hayır duasını almış olmalısınız, başka türlü kurtuluşunuzu izah edemiyorum! ” dedikten sonra gözünden yaşlar akmıştı… Polisin göz yaşları günlerce gözümün gönünden hiç gitmedi…. Galiba polisin iki damla göz yaşı içimdeki buzul dağlarını eritti…

-Aysel, çok haklısın… Ne diyeceğimi bilemiyorum. Basit olaylara takılıp önemli şeyler gözden kaçıyor, kusura bakma.
-Canın sağ olsun, yarım dakika kalmış. İstersen dua edelim?

Aysel, neden sonra eşinin iştahsız yemek yediğinin farkına vardı, halbuki en çok sevdiği yemeği yapmıştı? ! Orucum diye insanları herhalde kandırmıyordu! Bir anlık için de olsa suizanda bulunduğundan dolayı kendinden utandı. Sinan’ın yine dalgın olduğunu fark etti.

-Sinan, yine daldın?
-Evet, iftarda çocukluğuma gittim…
-Anlatırsan dinlerim.
-Az önce ekmekten öylesine zevk aldım ki…. Halbuki yıllardır ekmek yerim ama bu kadar tatlı, leziz ve nefis olduğunun hiç farkına varamamıştım.
-Orucun hikmetlerinden biri de bu ya… Herhalde, iştahını kesen ekmeğin nefis olması değildi?
-Haklısın, ekmeğin ve yemeğin tadı iştahımı kesmedi. Dedim ya, çocukluğuma gittim. Biraz uzun hikaye, çay içerken anlatırım.

-Sinan oğlum, gel seninle amcama gidelim. Oğlum, şaşkın şaşkın bakma, senin amcan olur da benim amcam olamaz mı?
-Daha önce neden hiç gitmedik?
-Hadi oğlum, gevezelik etme. Al şu çantanın birini. Taksiii! !
-Nereye gidiyoruz abla?
-Eski bataklığa.
-Abla, eski bataklığa yıllardır gitmediniz galiba? İsmi değişti.
-Evet, herhalde 10 yıldır gitmedim. Neymiş yeni adı?
-Sütçüler mahallesi.

Beş on dakika sonra taksi asfaltlı yoldan ayrılıp tozlu yoldan gitmeye başladı. Sinan daha önce buralara hiç gelmemişti. Mahallesinden çıkıp başka yerlere zaten pek gitmezdi, buraya ise daha ilk kez geliyordu. Gördüğü garip manzara karşısında şaşırdı kaldı. Kerpiç evler, boş araziler, yol kenarına yığılmış hayvan gübreleri... Ahırlardan ve hayvan gübrelerinden gelen kokudan burnunun direği kırılacaktı sanki… “Ne işimiz var buralarda! ” diye canı sıkılmaya başladı.

-Küçüklük, sen sabah süt içermişin?
-İçerim amca!
-Peki kahvaltıda peynir yer misin?
-Evet?
-Eğer bu ahırlar olmasa, bu mahalledeki sütçüler bu pis kokular içinde çalışmasalar ne sen ne de başka çocuklar süt içebilirler, peynir veya yoğurt yiyebilirler. Hem seni annen paşalar gibi giyip kuşandırmış, derslerine çalış, oku ki sende çocuklarına iyi bak. Eğer okumazsan, adam olmazsan bu mahalleye gelip sütçülük bile yapamazsın.

-İsabet oldu beyefendi. Sinan son günlerde derslerine iyi çalışmıyor. Hep top pesinde koşuyor…

-Yaa! ? Demek sende benim gibi top meraklısısın ha? Senin yaşındayken ben de top delisiydim. Birinci ligde bile oynadım. Sonunda ne oldu? İşsiz, güçsüz, parasız, pulsuz ortada kaldım. Geçenlerde kayın pederden düşen mirasa taksi aldım, Allah’a şükür kıt kanaat geçinebiliyorum. Benim gibi top derdine düşüp te okumayan bazı arkadaşlarım sahada sakatlandılar. Birisi. hiç bir iş yapamadığından şimdi başkalarının verdiği fitre ve sadakalarla geçiniyor. Aklını kullan aslanım! Şöhret olmak, yıldız futbolcu olmak zannettiğin kadar kolay değil. Haa, şöhret olmuş ama yaşlanınca sürünen futbolcular bile var! Oku, ömür boyu rahat et!

-Sağ ol kardeş, inşallah Sinan nasihatinden bir şeyler kapar. Şu ilerideki bahçenin önünde duralım lütfen. Buyrun, üstü kalsın!

Bahçeden içeri girer girmez havludaki köpek havlamaya başladı. Sinan çok korktu ve annesinin arkasına saklandı. Az ileride kerpiç ev vardı ve buradan yaşlı biri dışarı çıktı.
Yaşlı dışarı çıkınca köpek havlamayı kesti.

-Buyrun, buyrun!

Yeşil kapıdan içeri girerlerken annesi hafif eğildi yoksa başını kapıya vuracaktı. Aralıktan içeri geçip yan odaya girdiler.

-Hoş geldin, sefalar getirdin kızım! Nasılsın, iyi misin?
-Hoş bulduk amca. Sağ ol, sen nasılsın?
-Sağ ol kızım, sağ ol. Allah’a şükürler olsun. Yengenle bahçede uğraşıp duruyoruz.
-Yengem nerde?
-Mehmet’le sebzeleri satmaya gitti. Öğleden sonra gelir.
-Amca seni çok iyi gördüm, maşallah turp gibisin. Yengemin sağlığı nasıl, iyi mi?
-İyi kızım, iyi. Çalışan demir paslanmaz derler ya, bizim ki de öyle olsa gerek. Hem bahçe havası ikimizde iyi geliyor. Yapabildiğimiz kadar buralarda bir şeyler yetiştirip kimseye muhtaç olmuyoruz hem de vaktimiz geçiyor. Sağ olsun Mehmet sıkça uğrayıp bize yardım ediyor.
Ee, sizler nasılsınız bakalım, uzun zaman oldu görüşmeyeli.
-Amca, kusura bakma daha önce gelemedim. Evin işleri, çocuklar derken fırsat bulamadım. Aslında ihmallik, inşallah şimden sonra sık gelirim.
-Gönüller bir olsun kızım, geldin ya. Diğer çocuklar, Mustafa nasıllar? Gel bakayım delikanlı, çekinme ben annenin amcasıyım.
-Oğlum amcamın eline öp sene!
-Sağ ol evladım, ömrün uzun olsun.
-Buyrun kızım kahvaltıyı beraber yapalım.
-Amca sağ ol, sen devam et.
-Bari çay için kızım!

Sinan’ın annesi amcasıyla muhabbete başlayınca, Sinan adam akıllı sıkılmaya başladı. Dışarı çıkmaya korktu çünkü bahçede köpek vardı. Sağına soluna bakınmaya başladı.
Oturdukları odada ne koltuk ne masa ne vitrin ne de televizyon vardı. Duvar yastıkları, renga renk halı, bir kaç döşek ve pencerede küçük radyodan başka fazla eşya yoktu. Duvarda bir raf ve burada daha önceden hiç görmemiş olduğu eski bir saat vardı. Duvarda cami resimli koca bir duvar halısı vardı ve yanında Kur’anı Kerim asılıydı. Kapının yanında iki dolap kapağı vardı.
Bir an kendi evlerini düşündü; her iki üç adımda bir eşya vardı. Ev çoğu zaman dağınık olurdu ve annesi abla ve ağabeylerine hep bağırıp çağırdı. Mahallenin belki de en iyi, en lüks evinde oturuyordu ama yazın içeride durmak mümkün değildi. Boğulacak gibi olurdu. Hem annesinin azarlarından kaçabilmek için hemen dışarı çıkıp akşama kadar top oynardı.
Halbuki bu kerpiç ev çok eski olmasına rağmen çok temizdi. Üstelik çok serin ve oda aydınlıktı. Duvarlar beyaz badanalı olduğundan ve incik, boncuklarla dolu olmadığından ferahlatıyordu.

Annesinin amcasının kahvaltısı da dikkatinden kaçmamıştı. Sofra, yere serilmiş koca temiz bir bezdi. Bu bez üzerinde kalaylı bir tabakta haşlanmış bir yumurta vardı. Yumurtanın yanında dilimlenmiş domates, salatalık ve kuru soğan. Ekmek sepetinde de küçük bir parça ekmek vardı. Halbuki, annesi kahvaltı hazırlarken yemek masasına neler getirmezdi ki? Kızarmış ekmek, simit, zeytin, peynir, süt, salam, bir kaç çeşit reçel, bal, margarin….

Amca, kahvaltısını yaptıktan sonra uzun uzun dua etti: “Elhamdülillah Ya Rabbi. Verdiğin nimetlere binlerce şükürler olsun yüce Allah’ım. Ya Rabbi, bize sağlık, afiyet ver ve bu günleri aratma…” Sinan, amcanın bu kadar şükrettiğine o kadar çok şaşırmıştı ki. Yumurta, kuru soğan, domates, salatalık ve bayat ekmeğe bu kadar şükredilmesini garipsemişti.

25 yıl sonra da olsa yaşlı amcanın neden bu kadar çok şükrettiğini anlayabilmişti ve bu günleri gördüğü için Allah’a hamdı etti…..

-Aysel, aslında senin ısrarınla oruç tuttum ama şimden sonra ısrar etmene gerek kalmadı. İyi ki oruç tutmuşuz, bak ne kadar huzurluyum. Sayende iftar sofrasında çok güzel vakit geçirdim. Aylar sonra da olsa sendeki değişikliğin sebebini anlayabildim, geç oldu ama hiç anlayamamaktan geç de olsa anlamak daha iyidir. Hem geçmişe bir yolculuk yapıp çocukluğumu hatırladım. Bak, oruç sana da çok yaramış olmalı, ne kadar mutlu görünüyorsun.

-Haklısın, bu gün çok sevinçliyim. Sinan, çok güzel bir haberim var…..

Abdullah Konuksever
Kayıt Tarihi : 21.7.2009 11:55:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Müjgan Akyüz
    Müjgan Akyüz

    Ders verici nitelikte, çok latif ifade edilmiş bir çalışmaydı,kutlarım.
    Selam ve saygılar.

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Abdullah Konuksever