Atam gelip gördüm
Sizi anıt kabirde
Öyle bir hüzün
Çöktü ki yüreğime
Kabullenemedim öldüğünüzü
Orada öyle
Soğuk mermerlerin arasında
Halbuki ben
Hayal etmiştim
Ayakta bizi karşılayacak
O gülen deniz gözlerinizle
Bize bakıp
kucaklıyacaktınız
Oyürekleri titreten
Sesinizle bize
Bir şeyler anlatacaktınız
Bende sizin sadece
Ellerinizi değil
Ayaklarınızı öpecektim
Halbuki ben el öpmeyi
Hiç mi hiç sevmem
Bayramdan bayrama
Annemin babamın
Ellerini öperim
Kayıt Tarihi : 5.10.2008 20:27:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Zerrin Tayfur](https://www.antoloji.com/i/siir/2008/10/05/anit-8.jpg)
Bilge bir adam, bakmış ağacın başında bir adam.; ltında bir sürü adem ona biat etmiş, yönü ona ibadet ediyor. 'Yat! ' diyor yatıyorlar; 'Kalk! ' diyor, insanlar da sürü halinde kalkıyor. Kimseden kuru kuruya niye yatalım, niye kalkalım deyip bir sorgulayan yok.. Kimsi ‘vatan’, kimisi de ‘İslam sizinle gurur duyuyor! ’ diye, zıplayıp çığırışıp duruyor..
Yukardakilerden öyle pis kokular geliyor ki.. burnunun direği kopacak..Adam olana dayanılacak gibi değil. Ama aşağıdakilerden tınanan yok, herkes nohut,fasülye kapma derdinde..
Bilge dam: Bu kadar kokuya, bu kadar hoş görü.. Olsa olsa yukardaki bir peygamber olmalı..' diye düşünmüş Yukardakine belli etmemek için burnunu da kapayamamış..
- Şefaat ya Allahın resulü, sen ne yapıyon orda, diye selam vermiş
Ağacın başındaki adam:
- Ne resulü birader ben insanım, demiş. Beni tanımadın mı? Muhallebi lideri TEMİZ ÇArKAL, ‘r’ si küçük yazılır ha, eyi belle demiş..
Adam bir anlam verememiş, şaşırmış şaşırmasına ama bakmış ki ağacın üst dalında da başka birisi daha var. Ha bire insanım diyen, Temiz Çarkal’a ağaçtan kopardığı meyveleri, cebinden çıkardığı nohut, fasülye, kömür parçaları ile vurup duruyor. Yani yukardan gelenleri asıl o atıyormuş. Bir yandan da;
-‘Seni gidi solcu müsveddesi seni, seni gidi yoksul aldadıcısı seni,. Al sana! Al sana! Çarkal imiş! Şuna şu aslanın kırıntısına konan, kendi yavrularını yiyen, tilkinin emmioğlu çakal desenize! diye alay edip durur..
Yere düşen kömür parçalarını, fasülye tanelerin kapışmak için biribirini ezen, yüzü gözü kara, bere içindeki halk da, birkaç tane fazla kapma derdin de BİRİBİRİNİ EZİYOR:
- ‘Yaşşaa! Varoool! ..seninle gurur duyuyor, diye bağırıp duruyormuş..
Adam, şaşırmış, Bu hem insanların, hem muhallebi liderinin üstünde olduğuna göre; Demek ki ahir zaman gelmiş. Bu da Deccal veya Mehdi'dir, demiş.
-Şefaat ya Ya resulullah! orada ne yapıyon?
demiş.
Temiz Çarkal'a vurup duran adam, kendisiyle dalga geçen, uyanık bir gazeteci sanıp
-Kendine gel, be ey kafir! Ne bu saygısızlık! Ben resul felan değilim!
diye öyle bir gürlemiş ki..
Adam. Demek ki bu Mehdi'den de büyük biri. Belki de Allah'tır demiş. Büyük bir günah işlediğinden korkup:
-Affet beni, Büyük Allahım; seni tanıyamadım,
Ağacın başındaki:
-Ula ne konuşuyon bire kefere oğlu kefere!
Bana Hasımkaşağılı, NAMI DEĞER, SOY YAP SAYIN ERSOYAN derler! Bu böyle bülüne! Bak bana küfrettirme…İnersem şimdi..Ananıda… al.... git..
Adam, bir anlam verememiş. Bu kendini Allah’tan da büyük görüyor. Galiba bu padişah, diye düşünmüş. Anlamak için:
-Ya devletlim, ağacın içi karanlık ya, tanıyamadım. kusura kalma bu millet yüce padişahımızı devirdi, yenisine yalakalık ediyor sandım.. Sen hangi padişahsın? diye bir zarf atmak istemiş..
Yukadaki, önce bütün gücüyle öyle bir yellemiş ki; yediği bütün haltların kokusu meydanı kaplamış.Sonra tekrar gürlemiş:
-Ne padişahı ulan! Ben insanım.. Bak sövdürme bana. Koskoca bir ülkenin Başsoğanını tanımadın mı.. Artislik etme! Ananı da al s…(dııt) git! Hele bir söyle bakıyım, sen hangi medyadansın?
Ula maliyeciler, tez şu adamın künyesini alın. Almazsanız ben sizin şeyinizi koparır,.....
Bilge adam durumu anlamış anlamsına da; bir o kadar da şaşırmış hani..
Yukardaki kokana da yerdekiçanak yalayana, sadaka toplayana da öyle üzülmüş, öyle kızmış ki.. Kızgınlığından, top patlamış gibi bir sesle:
-Bire Kefere de sizsiniz, başka şey de sizsiniz. Anasını, yalakasını alıp gidecek olan da sizsiniz! Namussuz, üç kağıtçı, adam müsveddeleri sizi!
Biriniz başsoyanım, diğeri muhallebi lideriyim diyorsunuz. Bir de insanım diyorsunuz. Madem insansınız; şöyle insan gibi halkın içinde, insan seviyesinde olsanıza. Öyle yükseklerde halkın tepesinde ne işiniz var?
diye öyle bir azarlamış ki, sanırsın yıldırım düşmüş, yer ortadan ikiye yarılmış.
O yerde ‘’vaaaatan seninle.., vur vur.. dinlesin,, söyle kimlesin,..’’ diyenlerin nutku kurumuş, gözlerinden düşen şimşeği görenlerin kimi yere yığıla kalmış, kimi kaçacak delik aramış.. kimi de korkusundan donunu doldurmuş..
Yukardakilerse, bu sesin şiddetinden mi, yoksa şaşkınlıklarından mı aşağı mamoş eriği gibi adamın önüne dökülüp, manda boku gibi yere yapışmışlar..
Bilge Adam Azrail gibi tepelerine gelip;
-Yahu Allah aşkına ben bile çıkamadım oraya, bu halkın tepesine, bu yürekle siz nasıl çıktınız?
Yerdekiler bakar ki tepelerindeki adam hiçte öyle gördükleri bildikleri birine benzemez. Kartal bakışlı, Cebrail gibi biri..
Halktan medet umarlar. Ama bakarlar ki az önce alkışlayan, yalakalık yaparak, gaz vererek, şişirerek onları baştan çıkaran o halktan bir Allah’ın kulu kalmamış.. Kimi hemen taraf değiştirmiş, bilgeyi alkışlamaya başlamış. Kimi kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırıp sıvışmış. Kimi de korkusundan belediye zehiri yemiş sinek gibi bir yerlere savrulup düşmüş. Kimi ise korkusundan yelkenleri koyuvermiş, don anları ıslak tir tir titriyor..
Bizim yalancı kahramanlar dersen: beti benzi atmış, akı bokuna karışmış vaziyette, …
Başsoğan ne de olsa işi, muhallebi liderinden daha iyi biliyor. Biraz toparlanıp can havliyle:
- Valla benim işim değil efendim.. Ben kiiim, ağaca çıkmak kim. Puşh efendinin kurbanıyım. Valla biz çıkmadık efendim!
O dediki:
-Bak seni deliğe süpürecektim ama şu rehberin kargana dua et.. Şu kadar para sana, şu kadar yazar, mazar; aha şu kadar telefon, televizyon emrinde emrinde. Beyleyken beyle yapacaksın. Ben de eyleyken eyle yaptım. O söyledi ben yaptım.. O dedi ben uyguladım, o verdi ben aldım, Ben dedim sürü yuttu Birde baktık ki… millet bizi bu BAŞSOYAN MAKAMINA getirmiş.
Şu yanımdaki hortlak görmüş gibi beleren ise tam bir taklitçiydi. Onun mirasına kondu.. Onmasın. Ben balık tutmasını bilmezdim. ağaca çıkmama da o sebep oldu. Değilse ben kiiim; BAŞSOĞAN, pardon BAŞSOYAN olmak kim.. Durduk yerde beni ne hale koydular,
YALANINM VARSA, ALLAH, KURAN ÇARPSIN!
BİZİ MİLLET SEÇTİ, zorla bu halk çıkardı beni kavağa..
Adam birden sarardı, sendeler gibi oldu..gözleri bulutlandı..
-Millet mi seçti? Halk mı seçti! ! ?
Şaşkınlığı gözlerinden okunuyordu. Ani bir kararla geldiği yere doğru dönüp yürümeye başladı. Gerilmiş yay gibiydi. Kalpaklı başı hafif öne eğilmişti, Elini çenesine koyup, düşüne düşüne şehitler mezarlığına doğru uzaklaşamaya başladı. Hem gidiyor hem de sanki bir kitabın sayfalarını okuyormuşçasına:
-Millet mi? Halk mı? Millet mi? - Lider dediğin ilkelerine ve sözlerine bağlı olmalıdır..
Büyüklük odur ki kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın...
Bütün zorba hükümdarlar hep dini alet edindiler........
Ben size ölmeyi.. dahili ve harici düşmanlar memeleketin..
Sesi uzaklaştıkça burgu gibi oradakilerin kulağını deliyordu adete.
O Sırada yerde yatan TEMİZ ÇAyKAL da ayılmıştı, ancak oturma vaziyetine kadar doğrulabilmişti.
-Ben bu adamı tanıyorum amma nerden, diye hafızasına küfredip duruyordu..
Yanındaki başsoyana, sinek vızıltısını andıran bir sesle:
-Yahu başsoyan, bu adamı benim bir yerden gözüm ısırıyor ama.. Sen hiç daha önce gördün mü?
Kendini biraz olsun toparlayan BAŞSOYAN, giden adamın arkasından ödevini yapmamış tembel öğrenci sesiyle:
-Peki ama, sen kimsin?
Adam, gerideki perişanlara, omzunun üstünden gözlerinden çakmak çakmak, şimşek gibi öyle bir bakış fırlattı ki; Başsoyan, dediğine, diyeceğine bin pişman olmuştu. Başsoğan sandı ki geri dönecek beni kevgire, fukara sümüğüne çevirecek.. Ama korktuğu gibi olmadı.. Adam:
-MAREŞAL, BAŞKOMUTAN, ÖNDER, BAŞÖĞRETMEN, GAZİ, MUSTAFA KEMAL, ATATÜRK, diye yanıtladı.
Uzaklaşmıştı ama sesi hala duyuluyor, yankı yankı dolanıp duruyor; sanki bir depremi bir felaketi haber veriyordu.
....''Artık durumu düzeltmek, hayat bulmak, insan olmak için, mutlaka Avrupa’dan (ABD'den) nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi, birtakım zihniyetler ortaya çıktı. Oysa hangi istiklal vardır ki, yabancıların nasihatleriyle, planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir.'
“Tarihimizi tetkik ediniz. Türk’ün çektiği bütün felâketler, maruz kaldığı tehlikeler ve musibetler hep kendi öz benliğini, millî varlığını ihmâl ederek nereden geldikleri ve ne oldukları, hangi nesle mensup bulundukları belirsiz bir takım kimseleri kendilerine reis tanıyarak onların şuursuz bir vasıtası olmak mevkiine düşmüş olmasındandır.”
'Memleket için gerçek ülkü ne ise onu görecek ve o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde ulunacaktır, seni yoldan çevirmeye çalışacaktır. İşte sen burada direneceksin. Önünde sonsuz engeller yığılacaktır. Kendini büyük değil, küçük, araçsız hiç telakki edecek, kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu engelleri asacak, ondan sonra sana büyüksün derlerse bunu diyenlere güleceksin...
..''Sömürgecilik ve emparyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din, ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hakim olacaktır.’’...........
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.
Okul sayesinde, okulun vereceği ilim ve fen sayesindedir ki, Türk milleti, Türk sanatı, Türk ekonomisi, Türk şiir ve edebiyatı bütün güzellikleriyle gelişir.
Bir millet, savaş meydanlarý nda ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaþ ayacak sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuyla kaimdir.
Eğitimdir ki, bir milleti ya özgür, bağımsız, þ anlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder.
Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet'i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin!
Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir.
İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler.
..............
Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler.
Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler.
Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen,.....
Cumhuriyeti biz kurduk onu ileri götürecek sizsiniz
Eğitimdir ki.. eğitimdir ki.. eğitimdir ki ...........................................
MAHMUT NAZİK 20.02. 2009 MERSİN
Şiir bahçemde dolaşmaya davetlisiniz,sevinirim
İnci Germenliler
Hüzünlü olduğu kadar da heyecan dolu güzel bir şiir.
Duygulanarak paylaştım ben de.
TÜM YORUMLAR (14)