ANILAR YAĞMURU (1)
Mustafa CEYLAN
Yağmurlu havalarda içimin balkonuna oturur, yorgun Akdeniz sahilinde hüznümü ve yalnızlığı doyasıya yaşarım… Çoğu kere bu seyir sırasında mazinin kapılarından birer birer geçer; anılarımın sihirli kollarına bırakırım kendimi. Yağmurlu havalarda sever, âşık olur ya da bitmez tükenmez gurbetimi yaşarım.
Yağmur yağmaya başladığında atarım kendimi Antalya Konyaaltı sahiline. Mahzunlaşır, garipleşir, öksüz çiğdemlere dönerim. İçimde, yüreğimin derinliklerinde bir diriliş, bir hareket başlar. Ellerimi cebimden çıkarır, en çok da avuçlarımın içinin ıslanmasına bayılırım. Toprağın, yeşil çimenlerin kokusunu çekerim ciğerlerime. Dalgaların ritmine aldanır, kimsenin bilmediği, duymadığı bestelerimi fısıldarım ben bana…
Gök dolusu yağmurun koca Akdeniz’in göğsünde eriyip yok olduğunu sanırım. Kara bulutları hep yağmurla yüklü bellemişimdir. Pamuk bulutları da içi boşalmış düşler dünyasına benzetirim. Yağmurun türküsünü söylerim ve kıyı boyunca ıslana ıslana gezinirim…
İşte o yağmurlu günlerimden birisini daha yaşıyorum.
Rahmetli mânevi babam Ahmet Tufan Şentürk’le geçen o güzelim günleri adım adım yaşıyorum. “Deli fişek” ve “fırtına” deyişi kulaklarımda yağmurun sesiyle yankılanıp durmada…
Ve elbette o güzelim Ankara günlerim…
Şimdi bir dünya kenti olan Antalya’ dayım… Sahil boyu yürüyorum, mahzun, elemli ve yalnız… Yalnızlığımı yaşıyorum. Arada bir gözyaşlarımın yanaklarımdan aşağıya yürüdüğünü ve elimin tersiye silip, boğazımın kırk düğüm olduğunu hissediyorum.
Koşarcasına yürüyorum. Sanki, biraz ilerde beni bekleyen birisi var. Buluşup konuşacağım, sarılıp ağlayacağım birisi var… Ben yürüyorum, yağmur yürüyor içimin göklerinden boşalan damlalar da benimle…
Islanmalıyım, varmalıyım beni bekleyenin yanına. Çabucak varmalıyım… Güzelce ağlayacağım, kokusunu içime çekeceğim, nefesini ruhuma…
Off! !
Yoruldum… Yoruldum… Yağmur yorulmadı, gökler durulmadı…
Geriye dönsem, dönemem…
Beynimin makine dairesindeki gürültülere teslim olmuş gibiyim…
Şimdi, canı kadar çok sevdiği ve bir ömür hasretiyle yanıp tutuştuğu köyünün ağaçlıklı mezarlığının yol kenarında, meyilli yerde, ebedi istirahatgâhında yatan Ahmet Tufan Babam geliyor aklıma…
Her sabah mutfakta şakalaşarak yaptığımız kahvaltı saatleri, balkonuna konan yüzlerce güvercin ve birkaç kumruya mavi çaydanlıktan su ve bir torbadan attığımız yemler… Biliyorum ve tahmin ediyorum ki Başkent Güvercinleri şimdi benim kadar sahipsiz, benim kadar yalnızdırlar. Ben ağlar, ben yanarım; Başkent güvercinleri de benim gibi boynu bükükler…
O arkadaşlarım, o can dostlarımın sanırım eski keyifleri de yok… İsmail Kara’mın kara bahtı, yenilenen dişleriyle bile değişmemiştir…
Nerdesiniz? Nerelerdesiniz? Nasılsınız?
Arıyorum sizleri… Başkent güvercinleri, hele o birkaç kumru nerdeler şimdi? O akasya ağacının dalındaki serçe kuşları, o merdivenli yol, o çıkmaz sokak…
-“Acaba saat 10’a gelmiş mi? Şimdi Halil(Soyuer) telefon eder. O kurumayan şiir pınarından bakalım bugün hangi güzele hangi güzel mısralarla ses olmuştur? Mustafaaa! Telefon çalıyor oğlum. Bak Halil ağabeyindir. Hemen geliyor de! Tamam mı? ”
İşte bu sesi duyuyorum şimdi.. Bu ses yankılanıyor yağmurun türküsüyle kulaklarımda…
Hüseyin Balım’ da hastanedeymiş. Üzüldüm. Arayamadım bir türlü. İnşallah kırılmamıştır bana. Özür dilemeliyim…
Off! Off ki offf!
Beynimin makine dairesindeki gürültü artmaya devam ediyor. Yağmurda hızlandı.. İyice ıslanacağım.
Nerde bu Nusret? (Nusret Turan) Ege’ de bir yerlerdeydi. Ya Karadeniz fırtınası Emine? (Emine Sönmez) Sahi o, Ostimde’ydi... İnşallah iyidir. Ya Canbabalar? (Ahmet Canbaba ve eşi) Öykülerini unutmadım…Aysel (Aysel Al) 'in trafik kazası geçirdiğini duymuştum. İnşallah, düzelmiştir!
-“Fırtınaaa! Oğlum! Mustafa! .. Kızılay’a uçan daire mi düşmüş? Hah! . Hah! Haa! .. Şu telefona koş bak, garanti Rıdvan Ağabeyindir(H.Rıdvan Çongur) . De ona gelsin, çorba yapalım.. Babam seni bekliyor de! Birazdan Hüseyin (Hüseyin Yurdabak) , Eceköylü (İsa Kayacan) veya Satoğlu Hoca(Abdullah Satoğlu) da ararlar oğlum...Telefonu salona çeksen olmaz mı? '
“Tamam baba” diyorum, koşuyorum telefona… İstanbul’dan Mehmet Zeki Akdağ ağabeyim aramış. Toros seslilerin konuşmalarını duyuyorum işte… Konuşma bitiyor, salona yöneliyor. 'Bak! ' diyor “oğul bak! ” ve anlatıyor Nef’i den, Ziya Paşa’ dan, Ankara Valiliği’ndeki anılarından. Her dokunuşta bin ders konusu çıkıyor bana…
Uçan daire... Daire içinde daire... Ben, dairenin üstünde yürümeye çalışan çocuk...
Neyse;
Bugün nereye gidecektik sahi? Bu yaşta mükemmel ve pırıl pırıl giyinen ve çok güzel Türkçe konuşan bir beyefendi. Yeri geldiğinde bir Toros çocuğu, yeri geldiğinde bir salon beyefendisi…
Sahi, 'ölümüne ağabey - kardeş olarak kalacağız' diye söz verdiğimiz can bacım nasıl? Bu günlerde bir edebiyat dergisini yayına sokacaktı. Acaba ne yaptı?
Özledim hepinizi…Çok özledim…
Off! !
Yağmurda ıpıslak oldum…. En iyisi mi, şu ilerdeki kulübenin duldasına sinmek. Bekleyeyim bakalım, belki yavaşlar, belki durur şu yağmur.
Biraz daha hızlanıyorum. Kulübenin duldasına geldiğimde, gözlerimin pınarına hakim olamıyorum. Diz çöküp öylece kalıyorum…
Yağmur bir yandan ben bir yandan… 12.12.2006
Mustafa CeylanKayıt Tarihi : 13.12.2006 04:31:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!