Amazon kadının soğuk gözyaşları
İçimdeki arsızlaşmış aç ve doymayan çocuğu tokatlarım:
Yeter ama yeter!!!!
Bu kadarını yapabildim, yeter…
Ellerimi yüzüme yamarım, dizlerimde yüzüm.
.
Çocuk elindeki balonu kaçırır, sönmeye başlaması yakın
Bir dut ağacına öylesine asılı kalır ‘uçanbalon,’ çocuk bakakalır
Bir eli annesinin eteğine sığınırken minik parmakları sıkıca, gözleri
Gökyüzünün önce maviliğine, maviyi içip şişmiş bulutlara takılı kalır
Geri çekilir gözleri istemeden, merakla olacakların umutsuzluğu,
En ince dala tutunmuş balon
ufukta esiverecek ve sırtına yaslanıp kaçabilecek esinti telaşını bakar
Gözleri iki sonsuzluğun en yakınına, önce ipe, sonra bulutlara takılır, balon çaresizce onu kurtaracak rüzgar arar, çocuk esintiden önce
Annesinin eteğine gözlerini kapatıp yeniden doğduğu dünyaya sokulur;
Ve geri dönmek istediğini düşünür.
Çıplak üşüyen, ürperen, yalnızlaşan, terkedilmiş annesizlik kaplar yüreğini;
Gözleri,
aceleci,
tüm kareleri hayatın o anı, ışıklarını renklerini, göz kaplarında saklar
Yeniden sarılır annesine, bu kez bu kez gözlerine yüklenir o anlar
Balon minik elinde kaçıp gittiğinde beri hala dut ağacının dalında,
Bir gökyüzü bakar bir de birazdan çok uzaklara gidecek
Balonuna…
….
Dut ağacına takılı beklerken balon;
Boğazıma sarılı, beni hayatta tutan, içimdeki havayı hapseden,
İpim,
ya koparsa,
ya esiverirse beklenmeyen rüzgar.
Çocuk ağlar, susmayan seslerin perileri
Balon çaresiz ürperti yüreği, ya rüzgar, ya da..
Çocuk ağladıkça ağlar, balon panikler, içindeki hava eskir.
….
Yeter çocuk sus artık, ağlama ölüme, kaç ipler dolandı boğazıma,
Artan nefesimi değil, tüm nefesim sana…
Bak içimdeki çocuk, sana ne haylaz ne de balonuna…
….
Offff, offf Allahım offf…
Nasıl anlatsam sana bunları çocuk?
Ağlaman boşuna, nefesimi sana veriyorum
Ağlama…
…
Bak,
Ne dersin,
Bitirelim mi bu savaşı, her cephede sürekli kaybettik, düşün dut dalında sönüyor balonun
Çemberimiz sürekli daralıyor, ki ben, emeğim, sen, ve ipi zamanın
Sen ağlayıp eteklerimden çekiştirdikçe, ben ufuk çizgisindeyim
Gördüklerim savaş meydanındaki kahramanlar değildi, hizalandım
En zayıf, en çaresiz kadınları avlamaya hevesli canavarlar ordular kurmuşlar,
Avlanırlar, hep kirli bakışlarındaki iğrenç gülümsemeleriyle, en zayıflar nerede?
.
Kaybedilmiş bir savaşın sol göğsü oldum hep kesili, yayım gerili
Hedef sırtıma dolanır, okum boşluğu deler geçer, ıskılarım nedendir
Bilirim, en kötüsü bile nefes alıyor, bilirim atmayan kalplerinde huzur yok
Belki derim belki, ya hala yaşam belirtileri varsa o bedenlerin,
Selamlarını alırım, eyvallah…
Sonra en zayıf bir ceylan, ovada sakince yayılan,
Ormanlara gizlenmiş silahlar, bir tetik yakını nefesim
Savunmasız…
…
Sol göğsüm yaralı, sağ göğsüm kadın hala, saklan eteğime, saklan bana,
Artık yapma,
lütfen,
yoruldum,
yüzündeki umudu sil!
Benim silecek ne gözyaşlarım kaldı ne de bulutlardan arta kalan mendilim.
Ağlama büyü artık, büyümelisin, kirlenmelisin, pislenmelisin
Ben öyle ayakta temiz kaldım, balonun dut ağcında bırak asılı kalsın,
İnan bana o
sönecek;
Sönecek, tıpkı bendeki ateşten suya değip, sonra soğuyan gözlerim gibi…
Ne yazık ne yazık ki sönecek… içimde nefesimi sana sakladım
….
Kaç yaşamlar söndü ruhumda kaç yaşamlar doğamadı, doğdurmadım çünkü izin veremezdim; izin vermedim
Tekrarlayan güvenli sığınağımdaki zamanların hazinesine gel saklan, oyunlar oynayalım, tıpkı benim her gün nefes borcu emek çalıcılardan çaldığım; emeğimden arta kalanları, bir kahve sigara molası fazladan birkaç dakika… onun bile hesabı var bende.
…
Anlar, sızı, en keyiflisi belki, ama lütfen huzur içinde rahat bir uyku…
Acıktığımı, aç olmamdan değil, sürtük zamanın eve gelişinden anlarım; bilirim her akşam beni bekler, yarın için beni yedirip içirecek, uyutup hazırlayacak, yine gri binalar aşıp milyonlarca aç yüreği doyurmam gerekecek, ama bitmek bilmez sorular sorular soracaklar, diyecekler, ben sordum o öyle dedi, benim suçum yok, o öyle dedi, sorumlu sorunlu sorular sorular… içim dolar dolar dolar, o an güneş beni çağırır; bir yudum kahve, bir soluk sigara, gökyüzü ne kadar maviymiş, kışın ne kadar kasvetli ve gri, aklımda daha dışarı çıkamadan, demek ve avutmak için beni yüreğim.
En acısını yüreğim sorar.
…
Gelirim evime
Soğuk, ısıttıkça daha soğuk, tatsız, tat aramazken bile daha tatsız, gün yüzü görmeden insanın en pis elinin değdiği genlerine hasret pişmiş pirinçler mideme hızlıca iner,
tatsız ve doyurucudur, çünkü yarına emeğimi bekleyenler
beni hep tok bekler
içimdeki çocuk, sana belki çok kızgınım
ama
sen bilemezsin,
daha güçlü verebilmek adıma emeğimi, beynimi, enerjimi,
bilemezsin, ne içip ne yediğimi…
…
sızlanıp istiyorsun, bağırarak ey özgürlük!
Sürekli okulda defterine, odanın duvarlarına
Yazar durusun, ÖZGÜRLÜK!
BENİM GÜLLER ÜZERİNDE YATTIĞIMI SANDIN HEP?
Bir gün öncesi sürtük zamanın içinde saklanmışım zaten, musluğumuzda su
Hala elektriğimiz yanıyor, dolapta karpuzumuz, kedilerimiz…
BAK İŞTE YAŞIYORUZ.
….
İsteme benden
Her gün isteme ,
denizin maviliklerini, sorma artık boğazına sarılıp hesap soracağım zamanı ne zaman oklarımla vuracağımı.
İsyan edemem, nere gidebilirim, lütfen zamanı öldürmemi isteme!
Sus artık sus, ne olur…
Bak birlikte nefes alıyoruz, soğuk pilav içimdeki tükenmiş enerjiye ateş veriyor,
Deme bana, anlatma, inandırmaya çalışma, uyandırma beni bana karşı
Savaşacak gücüm kalmadı, sen, içimdeki kendim, gün boyu emeklerim
Sen içimdeki çocuğum, biliyorum çok sıkıldın ve hiç büyümedin, büyüme, içine saklanırım bende belki seninle.
…
Dinle beni:
Bunca zaman nefes aldık, başka dünyalarda kuşlar uçarken kanatları denizlere değermiş, rüzgar deniz kumlarını öğlen sıcağında göğe savururmuş, çam ağaçlarının kokuları rüzgarlara binip gelirmiş…
Sıcak kumlar serin deniz, vahşice bize bakan güneş.
Seher yeli otların üzerinden şiirler söyleyerek uçarmış,
Yalan!
Köpekler sokakların, kulakların de köle etiketi olmadan dalga geçermiş insanlarla,
Sabah kahve ve sonrası, Kibele’nin sağ memesinden süt bekler herkes
Biliyorum, tükendim artık, sütüm kesilmek üzere,
ama lütfen sus…
Ben istemez miyim çıplak ayağımın beni omuzlarımın üzerine çıkarmasını
İstemez miyim gri binaların arasında işe giderken zamanın olmadığını
Şarkıların başlayıp bekledikçe başlayamadığını
İlk sıcak kahvenin sabahın ilk ışıklarıyla
kahvaltılarından yeni dönmüş
Dedikoducu kuşların, öğle uykusu öncesi,
Sen nerede uçtun, hangi tohumlar daha lezzetliydi,
Su nerede, Serin miydi yemlendiğin topraklar…
Hangi serçenin panik omuzlarına baktın?
Ağaçlar sanki kuşların dedikodu senfonisi
Kuşluk vakti…
….
Kuşluk vakti kahvemden ilk yudum,
Düşlerim, bir mola öncesi, kaçıveririm
Zaman beni çalırşırken hep unutur
Çabucak geçiverecek birkaç yudum kahvenin
Sigaranın nefesi…
Aklım işimde, aklım tüm gücüyle işimde,
Bir de serde…
Aklım beni uyandırır, güneşe daha merhaba bile diyemeden
Serde, bambaşka bir yerlerde…
…
Ne kuş sesi ne güneşin haylaz ışıkları
Öylece düşüveririm kavgaya, bir gün daha
Bir gün öncesinin tekrarı sürtük ip dut dalında
Kopacakmış, balon uçacakmış, kaçacakmış esintiymiş…
Birlikte bir kuş kanadı gidemeden düşecekler hiçliğe.
Hakan Karaduman
Hakan Karaduman
Kayıt Tarihi : 20.6.2025 20:19:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!