Bir cuma akşamıydı, içime doğdu seni
Görmek arzusu, kasıp kavuruyordu beni
Öyle güçlü bir arzuydu ki, nasıl anlatsam
Çıldıracaktım sensiz, gözüm çıksın, yalansam
Tanrıma yalvarıyordum açıp ellerimi
Göreyim diye ay yüzünü, saç tellerini
Ne açlık hissediyordum, ne susuzluğumu
Ah bir anlayabilsen, o andaki arzumu
Tüm insanlar gülüyor, coşuyor, geziyormuş
Bir “ben” varmış gülmeyen, sensizdi, sızlıyormuş
O insanın istediği, inan ne zenginlik…
Ne şöhret, sadece senden bir gönül enginlik
Kavururken bu fikirler, gönlümü, aklımı
“Neredesin? ” diyordum, “bu güzellik saklı mı? ”
Görürüm de açılır birazcık ruhum diye,
Çıktım arkadaşlarla, o akşam az gezmeye
Nereye gittim, ne kadar gezdim, bilmiyorum
Semtine geldiğimi iyi hatırlıyorum
Gördüm; oturmuştu gençler, biraz da yaşlılar
Kimi çay içen, kimi oynayan dikbaşlılar
Biliyordum mahalleni, çok aradım evini
Kesildi dermanım da bulamadım izini
Lakin kırılmadı ümidim, canlıydı henüz,
Vazgeçmek elimde değil, arzularım sonsuz
Saymadım henüz, kaç adımda geçtiğini ben
Seni bana bağlayan, o dev gibi köprüden
Sensiz kaldığım anlarda, bende bulunmaz hiç
Bir avuç mutluluk, bir tebessüm, bir sevinç
Mutsuz olduğum an, bil ki sen yoksun yanımda
Benden uzak olsan da, dolaşırsın kanımda
Arıyordum ben seni, bilmem ki nankör müyüm?
Kanımdasın, kalbimdesin de göremiyorum
Nankörce halimle ben yine de devam ettim
Gezindim kaldırımlarda, yoruldum ve bittim
Benden gayrı yanımda iki arkadaş vardı
Bana zaman rüzgar, onlarınsa vakti dardı
Dönmek isteyince, “Hadi gidelim! ” dediler
“Az daha gezelim” dedim, zor kabul ettiler
Amasya yollarında sarmışken beni sızı
Az daha eskittik, a-yak-ka-bı-la-rı-mı-zı
Görünmez oldu cıvıl cıvıl insanlar artık
Saat sekiz çeyrek olmuştu, durup da baktık
Seni düşünüyorum şimdi nerdesin diye
Evde oturmuş, sevgi gösterirsin kediye
Belki de ders çalışırsın, belki yemek yiyorsun
Belki bir şey içiyor, sevinçten uçuyorsun
Bir his diyor ki bana; “çıkmış geziyorsun”
Kahkahalar atıyor, her yeri inletiyorsun
Gezdim, her yeri aradım, seni bulamadım
Ayağım değmemiş, yol, mahalle bırakmadım
Sordum bir an kendime; “nedir ki aradığım? ”
Peri değil. Melek değil, sensin aradığım
Soğuk mu başladı yoksa ben mi titriyordum?
Damarlarımda kan kalmadı, artık eriyordum
Bir ses duydum o anda, arkadaşım Osman’dan
Bana birini gösterdi ki, sendin gelen arkamdan
Rüyada mıydım yoksa hayal mi görüyordum?
Hayır! Hayır! Sendin O, arkamdan yürüyordun
Çevren hayli fazlaydı, ailen olsa gerek
Yavaş yavaş yürüyordunuz ve de gülerek
Nasıl değiştim seni öyle mutlu görünce
Gözlerim sevinç doldu, bakınca ince ince
Seni gördüğüm o an, tatmadığım sevinci tattım
Dert gömleğimi yırttım, üstümden söktüm attım
Doruklara yükseldi heyecanım aniden
Senden gayrisini istemedim ki faniden
Öylesine hasretim saçının bir teline,
Değmedi ki hiç elim, o güzelim eline
Bir çeşme başında su içme bahanesiyle
Beklemiştik sizleri geçtiniz güle güle
Görürsün de verirsin, bana bir hayat diye
Çok ümit ettim, belki bana bakarsın diye
Ancak fark etmeden, teğet geçip gittin bizi
Ne hissettin bizleri, ne duydun sesimizi
Hoş bir muhabbetler ile, siz geldiniz yine
Ayırıcı köprüye, hüzün çekti gönlüme
Yollarımız ayrıldı, evine gelemem ben
Ben mutsuz, sen mutlu, böyle değildim sevmeden
Köprüyü geçerken, sevinç içinde sizler
Gece sakin, sekiz otuz, yıldızlar sessizler
Bakakaldım uzun bir süre, arkanızdan ben
Kalbim sızlamaya başladı, bilmem ki neden?
Gidişini seyrettim ben o sonsuz arzuyla
Döndük bizde geriye, bende büyük sancıyla
Ayrılmıştık seninle, henüz hiç birleşmeden
Lakin sarmıştın ruhumu, ayrılmak zor senden
Ayaklarım yürümüyor, isyan mı ettiler?
“Git peşinden, bırakma! ” diyerek, direttiler
Gittiğin yollar beni sana çağırıyorlar
Gökteki yıldızlar “dön” diye, bağırıyorlar
Beynime kurşun mu değdi, bu sonsuz acı ne?
Çıldırmayım diye, takıldım ardına yine
Artık yalnızdım, kimse yok yanımda, özgürüm
Gitti, Engin ve Osman, ben yoluna ölürüm
Geldim yine o köprüye, seni göreyim diye
Ne sen, ne de gölgen kalmış; gelişim nafile!
Sanki yılanla, dev çarpışıyor gibi meydan…
Kalmıştı; köprüyle, ırmağa sensiz, o zaman
Şiir nedir bilmezken şair oldum o Cuma
Duygularım savaş açmış, geçtiler hücuma
İşte böyle güzelim, sahip olsan cihana
Kölen olurdum ben senin, benzer neslin hana
Bilmem hiç aklına getirdin mi saymayı sen?
Yüz yirmi dört adımda geçiyorsun köprüden
Yüz yirmi dört adımlık, vücudum olsa benim
Çiğnediğin köprün olurdum inan ki senin
Razıyım geçerken ezdiğin yollar olmaya
Katlanayım acıya, yüzün rengi solmaya
Elbisen olsam senin, üzerinde eskisem
Yırtılsam, parçalansam, her geçen gün çürüsem
Sen ki beni içmeden sarhoş eden bir alkol
Ben tesirinle öleyim, yeter ki sen var ol
Sensiz bu dünyada ne taht isterim, ne servet
Kafatasımla içkini sunayım, sen emret
Sen şimdi yoksun yanımda, öyleyse yalnızım
Cuma akşamlarında hep artacaktır sızım
Nasıl gördüm yüzünü, nedir bu kader?
Bitir artık şiiri, olacaksın derbeder
Seni göremeyince gittiğin yollarda
Hıçkırdım için için sağlarda ve sollarda
Kanamaya başladı yeniden yaralarım
İnletirdi alemi atsaydım, naralarım
Haykırmak istiyordum o an “Neslihannn! ! ! ” diye,
Göz yaşlarımı o geceye ettim hediye
Önceden de ağlardım ara sıra yalnızken
Şimdi gülemez oldum, hele hele sensizken
Bilmem ben şimdi yaşıyor muyum, ölü müyüm?
Yaradan’a isyan etmiş, ruhsuz kulu muyum?
Beni benden almışsın sen, ben bende değilim
Bana bu kalbi, gözü verene ne diyeyim?
Yozgat diyarında ne bir adım var, ne sanım
Ben Yaradan’ı ve seni seven bir insanım
Ya Rabbim! sana sığınıyorum ben bu dertten,
Yalvarıyorum sana, kurtarma beni dertten
Ben senden başkasını sevmişsem dünyada eğer
Alma canımı çekeyim, cefa bana değer
Sensin bana bu canı veren, kulluğum için
Yak, yak beni, bir kuluna kul olduğum için
Rabbim ruhuma şeytan mı girdi, nedir bu halim?
Arzum sana dönmek idi, değişmiş hayalim
Kalbim seninle doluydu, bak öyle mi şimdi?
Dua, salavat, ibadet benim tek işimdi
Gözlerimi kör eyle, kalbim dursun, atmasın
Benim kalbim ilahtan başkasına çarpmasın
Nefes almayayım, hissetmeyeyim hiçbir şey
Kİ, senden başkasını hatırlatmasın her şey
Senin kulun olduğumu unutmayayım ben,
Bir kuluna, kul olmama oluyor neden
Kalbim aşk dolu, temizdir aslında her zaman
Bilmez kimse ilahi aşktır içimde yanan
Maksadım söz dizmek değil, kendimi avutmak
Dertlerimi kendime dökmek, dermanı yutmak
Biliyorum ki altı metre bezden başka hiç…
Götürdüğü olmadı insanın, para, pul, güç…
Öyleyse sevmemek neye yarar bu dünyada
İyi bir ad bırakmamak, sevilmemek ya da
Başol bana sorarsan, dostça derim ki sana;
Allah sevgisi yüce, aşk gerekli insana
18/04/1983-Amasya
Metin BaşolKayıt Tarihi : 31.8.2008 14:25:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
ilk gençlik, ilk aşklar, ilk şiirlerimin günyüzüne çıktığı zamanlardı.. Yunus’u, Fuzuli’yi tanıdığım lise yıllarıydı...Belki de hayatımın, üniversite yıllarından sonra gelen en saf, en zor, ama en keyifli, en sorunsuz zamanlarıydı.. Belki de, sorunsuzluktan kendime sorun edinmek için, aşklara yaslamıştım yüreğimi kimbilir? Her zaman Halk Edebiyatı' na yakın olsam da, bir taraftan Tasavvuf Edebiyatı'nın, diğer taraftan da Divan Edebiyatı'nın, özellikle Fuzuli’nin derin etkisinde kaldığım, maddi aşktan, ilahi aşka yönelişin ve platonik aşkların gölgesinde yazılmış bir nostalji şiiridir bu şiir.. O zamanlar aşklar, sms’ lerle, ya da mms lerle dile getirilmiyordu.. Lale devri zamanlarıydı belki de... İki gün sonra el ele, yanak yanağa, sarmaş dolaş olunmuyordu. Bir duygu yoğunluğu vardı hayatın her anında.. Hayat bu kadar metalaşmamıştı, herşey hızlı tüketimin bir aracı değildi.. Sayfalarca mektuplar, şiirler yazdırırdı o kendisine aşık olunduğunu dahi bilmeyen platonik sevgililer… Duygular dile getirilip, sevgilinin gözlerine bakılarak söylenemezdi öyle bir çırpıda. Şarkıların bir derinliği, bir klasik güzelliği vardı. Yatılı okul pansiyonlarında, sabahlara kadar süren ranza sohbetlerine konu olurdu, o bir anlık enstanelere sığan mutluluk sahneleri…”biliyor musun, o bana bugün 'günaydın' dedi...kalemtraş verirken eli elime değdi” türünden birbirinin sürekli tekrarı ve ne olduğunu anlamaya çalıştığımız derin (!) sohbetlerin tek konusuydu platonik aşklar…. Tıpkı bu şiirin ilham perisinin olduğu gibi… Bu şiirin ilham perisi de, bir dönem şiirlerime ve ranza sohbetlerindeki bitmeyen aşk sohbetlerimize konu olmuştu... 1983 yılında Amasya Atatürk Lisesi’nde, lise ikinci sınıf öğrencisi olan (sınıfın en çalışkan öğrencisi olmamda, sana zeki ve başarılı görünme isteğime bilmeden yaptığın katkı için gecikmeli bir teşekkür demeti gönderiyorum) ve kendine böyle bir şiir yazıldığından asla haberi olmayan ilham perim söylesene nerelerdesin? Nerelerdesin kimbilir? Evli misin? Kaç çocuk annesisin kimbilir? Mutlu musun? Ne iş yaparsın? Nerede yaşarsın? Hangi kentin yıldızlarına bakarsın geceleri? Hangi toprakların güneşi aydınlatır yüzünü? Hangi yörenin bir köşesinden seyreylersin mehtabı? Hangi kentin rüzgarlarında koşuşturursun? Sağlığın yerinde mi? O simsiyah gözlerinde, insanın içine batan, sineyi delen kirpiklerin, hangi yüreklere saplanır bir ok gibi? Ne çok merak ettiğim şey var aslında. Yıllar ne kadar da acımasız geçiyor değil mi? Bir daha hiç karşılaşmadık seninle. İzine de rastlamadım hiçbiryerde? Yooo, hayır geçen yılları geri getirmek gibi bir niyetim, isteğim ya da gücüm yok... Ama yine de, iki yetişkin insan olarak, şöyle bir çay bahçesinde, demlik demlik içilen çay sohbetlerinde, seninle birlikte o yılları buruk gülüşlerle yad etmek ne de güzel olurdu kimbilir... Bir de 'dünya küçük' diyorlar... Yalan! ! ! Sıfıra yakın bir olasılık ama, eğer bir gün bu şiiri okursan, onun kendin olduğunu bulman çok zor olmayacak… Adın geçiyor şiirde.. Farkında mısın bilmiyorum; bu şiir 79 beyitlik bir şiir. Şimdi düşünüyorum da, ya okul numaran 79 değil de, 579 olsaydı o zaman ne yapardım bilmiyorum. Belki de, Mevlana’nın Mesnevi’sine benzer bir şiir olurdu ve şiirimi alıp Yunus’un yolunu tutardım kimbilir. Duymuşsunuzdur belki... Rivayet edilir ki; Mesnevi’sini bitirdikten sonra eline alıp, Yunus’a götürmüş Mevlana. Okuması için bırakmış. Okuduktan sonra sormuş Yunusa nasıl bulduğunu.. O da, çok güzel olmuş ama biraz uzun olmuş, ben olsaydım ’ete kemiğe büründük. Yunus diye göründük” derdim işin içinden çıkardım demiş… Tam 22 yıl aradan sonra, hayatımın 6 koca yılının geçtiği Amasya’ya haziran 2008 de ilk kez yolum düştü.. Bir haftalık bir eğitim vermek için birlikte göreve gittiğim arkadaşım Hüseyin Bey’e, bir çeşmenin yanından geçerken, birdenbire durup, “Hüseyin Bey, dur bi dakika, bak şu çeşmeye…” dediğimde, “nolmuş o çeşmeye? ” diye sordu.. Ben de ona, 'bak bu çeşme benim şiirime konu olmuş bir çeşme' demiştim… İşte o çeşme, bu çeşme sevgili arkadaşım… Hani başka bir gün, o köprünün (Tunç ya da başka bir söyleniş biçimiyle Künç köprü) yanından geçerken, bak bu köprü 124 adım gelecek dediğimde bana inanmayıp, saymıştık ya… 117 adım gelmişti önce.. Sonra şimdiki adımlarımızın o zamanlar ki adımlarımız kadar küçük olmadığını dikkate alarak (biz büyümüştük ve kirlenmişti ya dünya) adımlarımızı biraz daha küçülterek tekrar saydığımızda, tam 124 adım gelmişti yaa…. Kim bilir kaç kez saymıştım ben, 83 yılının nisan ayına denk gelen, o Cuma akşamında… Hey ilham perim! Bu şiirin ilham perisi, eğer bir gün bu şiiri bulursan/burada okursan bana gülümse olur mu? Çocuklarını ve seni oyunlarımı izlemeye davet etmek isterim.. :) Ama böylesi bir aşkı sana söyleyemediğim için bana kızma olur mu? :)
![Metin Başol](https://www.antoloji.com/i/siir/2008/08/31/amasya-da-bir-cuma-aksami.jpg)
Az daha eskittik, a-yak-ka-bı-la-rı-mı-zı 'çok şeyimizi eskittik orda ... başta sevdamızı...ve diğerleri...duygularınızı paylaştığım bu harika şiirinizden dolayı sizi kutluyor saygılarımı sunuyorum...
TÜM YORUMLAR (7)