Çoban Alinin Hikayesi.
Çoban Ali,akşam olup güneş yerini geceye teslim etmeye başladığında,koyunlarını toplayıp ağılına götürdü.Koyunları ağıla doldurduktan sonra az ötede eski bir tapınağın henüz ayakta duran sütunlarından birinin dibine oturdu.Tatlı bir sıcaklık altında kavalını çıkarıp ovaya doğru güzel nağmelerini yollamaya başladı.
Gece yarısı oldu ve gökler karanlığın derin izlerine ertesi günün tohumlarını ekti.Ali’nin gözkapakları ağırlaştı,duyuları uykuya yenik düştü.Daha yüce bir yerde yaşayan kendi görünmez benliğiyle karşılaştı ve görüşü,genişleyerek,önünde Yaşam’ın gizli sırlarını açtı.Hiçliğe doğru koşturan zaman’ın önünde dikildi; Zaman simetrik düşüncelerin ve berrak fikirlerin ortasında duruyordu.Ali Yaşamında ilk kez gençliğinden buyana gelen ruhsal açlığının ve arzularının farkına vardı,bu arzular,ne dünya şanına nede geçip gitmekte olan zamana karşıydı.Akkor halindeki odunla tutuşturulmuş bir tütsü gibi olan,çağlar kadar yaşlı bir acıyı hissetti.Müzisyenin nazik parmaklarıyla çalgısının tellerine dokunması gibi,büyülü bir aşk yüreğine dokundu.
Çoban Ali,kalıntılara baktı ve sonra birden gözleri açılmış kör biri gibi,tanrıçanın önünde yakılan lambaları ve tütsüleri hatırladı.Altınla ve fildişiyle süslü sunağın üstünde kesilen kurbanlar geldi gözlerinin önüne.Dans eden kızları,Tambur çalanları,Aşk... ve güzellik tanrıçasına ilahiler okuyan şarkıcıları tekrar gördü...Ama böyle anılar bir garip çoban olan Ali’nin yüreğinde nasıl yaşamış olabilirdi ki?
Birden anılar unutulmuşluk perdesini yırttı ve Ali kalkıp tapınağa doğru yürüdü.Büyülü bir güç ayaklarını bağlamışçasına mağarayı andıran girişte durdu.Yere baktığında parçalanmış bir heykel gördü ve ruhunun gözyaşları boşaldı,derin bir yara’dan akan kan gibi gözyaşlarını döktü.Bıçak yarası gibi bir yalnızlık ve kendi yüreğiyle daha o doğmadan kırılmış bir yürek arasında uçurum gibi bir boşluk hissetti.
‘’Kimsin sen’’diye haykırdı acıyla? ’’Yüreğime yakın duran,ama göremediğim sen kimsin? Bana yaşam’ın değersizliğini ve aklın güçsüzlüğünü göstermek için sonsuzluktan gelen bir hayalet Mİsin? Yoksa toprağın yarıklarından çıkıp beni kölesi yapmak ve alay etmek için gelen bir cin Mİsin? Yüreğimi bir güçsüz bırakıp bir canlandıran bu garip gücün nedir? Ben kimim? Ya’kendim’dediğim bu yabancı ben kim? Beni evrenin sırlarının mezhebinin meleği haline getiren,Ab’u Hayat Nektarını mı içtim? Yoksa beni kendime kör kılan şey sarhoş edici bir şarap mıdır?
‘’Ah,ruhun açıkladığı,gecenin gizlediği sen...Düşlerimin göklerinde dolanan ey güzel kadın,İnsan isen eğer bana kendini göster,yok değilsen,Uyku’ya emret de gözlerimi kapatsın ki,kutsal yüceliğini görebileyim.Eğer insansan,sana dokunmama izin ver; sesini duymamı sağla.Seni benden gizleyen bu perdeyi yırt.Eğer buna yaraşırsam,elini yüreğime uzatta sahibim ol.’’
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta