Bir düşün, bin ah eyle
Olmadı vur başını vah eyle
Şaşkınlıkla gidenleri gözle
Aldanma, olayları iyice izle
Gelin bakın şu hayata
Enikonu insanlar boşlukta
Çalışmadan / üretmeden yaşıyorlar
En kıymetli anlarını harcıyorlar
Nedensizlikler içinde savruluyorlar
Zılgıtı var sözlerin
Ah! İş mi var? Hani verin
Mantığı insanlarda zaten hâkim
Aynalara bakıp gerçeği söyleyelim
Nasıl bir tembellik var? Bilelim
Laf üretilir her yerde, yok üretim
Alıp başını giden zaman, değil tahmin
Rutin hayatları bizler yaşarken
Doğadan alıp asla geri vermezken
Aşı, işi, başkalarından beklerken
Öyle bir hastalık ki sormayın
Muhakemesi kurulmuş olanların
Ümitler, gelecek nesle devredilmiş
Rızayla tembellik meslek edinilmiş
Dere, tepe, ova, bayır dümdüz iken
El ele verilip yeşillendirilmemiş
Nedensiz bekleyişlerle yok edilirken
Doğa kendini yenilesin, bize ne derken
İnsan yok ediyor, doğasını, ömrünü boşa
Razıyız sanki kupkuru toprakta yaşamaya
06.06.2008 -İzmir
Boşa geçen zamanlarda ömürdendir.
Mehmet ÇobanKayıt Tarihi : 6.6.2008 00:07:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Her insanın ömrü olduğu gibi, toplumlarında ömürleri vardır. İnsanın ömrünü doğru değerlendirmesini ifade ettiğimizde, ne söylemek istediğimiz sanıyorum anlaşılır. Hayatı, bilgi ve bilinçle yaşamak önemlidir. Tüketme yanında üretici de olmak. Doğadan, insanlardan alırken, aynı zamanda vermeyi de bilmek. Yaşarken yaptığımız işlerde yarar aramak. Ömrün her anını doğru değerlendirebilmek önemlidir. Yararsız şeyler yaparak geçirilen ömrün doğru değerlendirildiği söylenemez. Günümüzde, üretmeden tüketen bir toplum var. Özellikle gençlik kesimi, gençliğin en verimli devirlerinde, on onbeş yıl üretmeden tüketmenin yaşamını sürüyorlar. Devlet eğitim sistemi, yasalar, kurulu düzenin işleyişi, çağa ayak uyduramamış, hantal yapısıyla, ortada dolaşan genç sayısını artırırken, işsizliğin yaşını da artırıyor. Gençlik dönemlerimizde, askerliği yapmış, ortalıkta gezenleri toplum hiç hoş karşılamazdı. Şimdi ise toplumda, yaş otuz, otuz beş, kırk hala boşta gezen insanlar var. Demek ki geçen sürede çağ kendini geliştirirken, ülkemiz siyasilerin parlak nutuklarıyla çağ atlarken, gerçekler ise çağın gerisinde kalmıştır. Ülkemizdeki kahvehaneleri, barları, diskotekleri, pavyonları, adını bilmediğimiz bütün eğlence yerlerini, kumarhaneleri ele aldığımızda, sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Buralarda geçirilen zamanları düşünmemiz gerekir. Buralarda bulunan insanlar için neler söyleyebiliriz? Onlar iş saatlerinde çalışıyorlar. Mesai dışında dinlenmek için buralarda vakit geçiriyorlar mı diyeceğiz? Yoksa üretimle hiç ilgileri yok, tamamen tüketim için buralarda vakit geçiriyorlar mı diyeceğiz? Elbette, üreten insanlar için, dinlenmek, eğlenmek onların en doğal haklarıdır. Gün 24 saat, 8-10 saat çalışan, 8 saat uyuyan insana geri kalan vakit 8 saattir. Kalan 8 saatin iki saati yemek, bir saati yollarda geçen ömürde, üretenler için eğlenmeye 5 saat zaman kalır. Kalan beş saatte ailesiyle, arkadaşlarıyla, çevresiyle, eğitimiyle, kitap okumayla, insanlar vakit geçirerek dinlenebilir. Ancak gerçek bu değil. Biraz önce saydığım, dinlenme ve eğlence yerlerinde vakit geçirenlerin çoğu, üretmeden vakit geçirmektedirler. Bir kısmı da, ailesine, çocuklarına, çevresine yararlı olacağı işleri terk ederek vakit geçiriyorlar. Bazen köylere uğruyorum. Kahveler dolu. Şehirleri biliyorum. Dinlenmek için bir kahveye oturmaya kalksan oturacak yer bulmak zor. Yer bulunmama durumu tatil zamanları değil. Mesai dışındaki zamanlarda değil. Tam iş vaktinin olduğu zamanlarda yer bulunamıyor. Ülkemizdeki işsizlik sayısını biliyoruz. Bilmediğimiz gizli işsizlikler hariç. Yani devletin veya kurumsallaşmış bazı büyük şirketlerin, fazladan aldığı, atıl kullandığı, çalışmadan çalışıyor görünenler hariç. Zamanın iyi değerlenirlilik ölçüsü olan, üretmek / tüketmek / dinlenmek / bilgilenmek / bilinçlenmek / yapılanlarda insana, doğaya, çevreye yarar aramak bulgularının dengeli olmasıdır. Ülkemizde siyasiler lüzumsuz konuşmalarla iktidar muhalefet kavgası yapmaktadırlar. Yandaşlarına çıkar sağlayacak açılımlar hazırlamaktadırlar. Sivil Toplum örgütleri, sendikalar ve toplumsal kuruluşlara baktığımızda, sanki siyasetin topluma açılımında payandalık görevi yapmaktadırlar. Toplum ise şikâyetleriyle zamanını sürekli harcamaktadır. Her konuda eksiklikler, aksaklıklar mevcuttur. Siyasiler eksiklik ve aksaklıkların üzerine gitmez. Gittiklerinde de, onların ürerinden rant elde etmeyi düşlerler. Sivil toplum kuruluşları, eksiklik ve aksaklıkların üzerine gitmez. Gittiklerinde de, tuttukları siyasi partilerin sözcülüğünü yaparlar. Görsel ve basılı medya ise malum, onlar için ne söylense boştur. Onlar hakkında söyleyebileceğim hiçbir şey yok. Reyting adına her türlü, insanlık dışı davranışları, modernlik, çağdaşlık ve basın özgürlü adına yapabilirler. Onlar gerçeklerin üzerinden sadece reyting çıkarmayı hedefliyorlar. Ajitasyon onların temel bakış açısı. Her olayı abartarak, büyülterek, saptırarak ajitasyona uğratmak en kolay başarabildikleri şeydir. Peki, gerçekten, insan olarak, toplum olarak, harcadığımız zamanları nasıl harcıyoruz? Anlamlı mı? Yararlı mı? Boş mu? Boşa mı? Ülkenin her tarafında kuraklık hâkim olmaya başladı. Şimdi birileri çağırsa… Ey ahali, yanınıza ekmeğinizi, aşınızı alın. Küreklerini, çapalarınızı alın. Hep birlikte vatan için, ülke için, toplum için, çocuklarımız için, şu bozkırlara fidan dikelim dese… Ücreti, bol, temiz hava, güzel bir piknik dese… Ücreti olmayınca kaç kişi gelir? Ama aynı toplum, kahvehaneler de, barlar da, kafeler de, kumarhaneler de vakitlerini harcayabilirler. Aynı toplum, futbol aşkına, her Pazar stadyumları, 10–20–30–40–50 bin doldurabilirler. Üstelik parasıyla. Karaborsasıyla. Geceden kuyruklarıyla. Bini bin rezilliğiyle yapabilirler. Ancak aynı insanlara, gelin sulama kanalları yapalım. Fidanlar dikelim. Ülke için güzel şeyler yapalım derseniz. Yemeği, aşı sosyal kuruluşlardan veya kendi cebinizden, gelin ücretsiz imece usulü ülke adına, insanlık adına şunları yapalım derseniz. Kim gelir? Kaç kişi gelir? Size bir anımı anlatacağım. Bir ara bir televizyon programı izliyorum. Televizyonun görevlileri olan, spiker kameraman İstanbul’dan çıkıp bir beldeye gelmişler. Bir köyden diğer köye okumak için giden çocuklar var. İpten yapılmış bir köprü üzerinden her gün canları pahasına geçiyorlar. Televizyoncu bas bas bağırıyor.. Gitmiş köyün kahvesine, köylü ile röportajlar yapıyor. Nerde millet? Nerde devlet? Bu ne rezalet? Dağın başı. Kimseler yok. İn cin top oynuyor. Ortalık çınlıyor. İnanın haberi görünce, önce tüylerim diken diken oldu. Sonra saatlerce güldüm. Daha sonra içimden bir öfke yükseldi. Kendi kendimle saatlerce sinir harbi yaptım. Ben bu haberi yaklaşık dört yıl önce seyrettim. Hala aklıma gelince sinirlerim. Niye demelisiniz? Evet niye? Düşünebiliyor musunuz? Köyün çocukları her gün can pazarında ama köylü kahvede lak laka çalıyor. Konken oynuyor. Yani insanlık mı? Yarar mı? Ömür boşa mı? İnsanlık boşa mı? O köylü, çapasını, kazmasını, küreğini, toplansa gelse, inanın bir ayda oraya, dillere destan taş köprü yapar. Yok hayır! Öyle saçmalık olur mu canım? Çocuklar onların değil ki? Çocuklar insan değil ki? Onlar kahvede konken oynasınlar… Çocukları can pazarında dolaşsın… Sonra da bir televizyoncu gelsin ajitasyon yapsın… Peki, durumdan kim utanıyor? Televizyoncu mu? Köylü mü? Olayı gören yetkililer mi? Yoksa haberi izleyenler mi? Kim? Size söyleyeyim hiç kimse? Kimsenin umurunda değil? Televizyoncu gitti reyting yapacak bir haber buldu. Haber sayesinde devlete verdi veriştirdi. Yetkililer kendi kendilerine söylendi. Siyasiler, seçim konuşmaları için köprüyü sunacakları vaatlerin arasına aldı. Köylüler ise güzel bir arabesk dokudu. Biri çıktı üstüne gazel okudu. Birde uzun hava… Seyredenler ise, iktidardan yana veya muhalefetten yana görüşleriyle konuyu değerlendirdi. Sonra unuttu. Oh gel keyfim gel… Belki de çocuklar hala aynı yerde ipten köprüden geçerek hayatlarını riske atıyorlar. Bunu bir örnek olarak yazdım. Şöyle topluma bir bakınız. Şöyle kendimize bir bakalım. Sonra düşünelim. “Boşa geçen zamanlarda ömürdendir” Ve her geçen zaman, insanlığın değerlerinde hesaba dâhildir. Acaba kendimize sorabilir miyiz? Şu an Türkiye’nin tamamında, kaç tane konken taşı masaya atıldı. Veya kaç tane iskambil kâğıdı masaya atıldı. Tavlaların pullarından kaç tanesi şaklatıldı. Veya tavlanın zarı atılarak düşeş diye bağırıldı. . Bir tahminimiz varsa, düşünelim. Acaba, her atılan iskambil kâğıdı, konken taşı, tavla zarı yerine bu insanlar, topluma, insanlığa yararlı bir işi başarsalar ne olurdu? Tüketmeseler, geleceğe umut üretseler, umut dikseler ne olurdu? Bir gün insanlar kalk borusu çalmak zorunda kalacaklar. Haydin yaşamak istiyorsanız kalkın. Bir taş koyun. Bir fide dikin. Bir suyun kenarına bentler yaparak akıp gitmesini önleyin. Sular harıl harıl akar İnsanlar aval aval bakar Olmayın diyecekler… Son anda mı?
![Mehmet Çoban](https://www.antoloji.com/i/siir/2008/06/06/akrostis-omurden.jpg)
AMAÇSIZ BİR YAŞAM...
NEDEN KISITLI YAŞAMIMIZA SAHİP ÇIKAMIYORUZ ACABA?
Enikonu insanlar boşlukta
Çalışmadan / üretmeden yaşıyorlar
En kıymetli anlarını harcıyorlar
Nedensizlikler içinde savruluyorlar
Bunların nedenlerini sorgulamak gerekiyor. Önce nedenleri ortadan kaldırmanın yolalrını bulmak ve sonra da tekrar hayata dönüşlerini izlemek gerek sanırım.
Kaleminizi kutluyorum. Saygılar yüreğinize yine güzel ama anlamlı bir şiir okudum. Teşekkür ediyorum.
VE HAZİNE DEĞERİNDE ÖĞÜT VEREN PAYLAŞIM
HOCAM KUTLARIM ETKİN DİZELERDİ
TAM PUANLA
SELAMLAR
TÜM YORUMLAR (34)