Bir devrime ramak kala ilk mermi deliyor sükûneti gözlerinden doğru
iç kanamalı bir yoksunluğa sendeleyerek yürüyorum
ve karşı koyulmaz gururunu taşıyorum yüzümde
yalnızlık tarihçilerinden ne kalacaksa geride
orada bayrağın eline yapıştığı başrol oyuncusu olmanın.
Bir devrim marşı mı yankılansın isterdin göğümüzde
yoksa bulutları kıskandıran bir çocuk şarkısı mı?
Sana aklımda kalanları anlatabilirdim bir ara
içselleştirdiğim yorgunluğa, tütüne ve çaya dair.
Rousseau’dan, Locke’dan, Jefferson’dan bahsedebilirdim,
bu gezegende mutluluğun mümkün olmadığından
ama bu bizi eşit iki yorgun kılmaya yetmez hiçbir vakit;
sorgulanabilir bir aşkın mahkûmiyete attığı ilk adım karşısında.
Hak iddia edilmez kalp mağlubiyetini ilan edince
ve sıkışıp kalınca birbirine tahammülü olmayan iki seçenek arasında.
Sensizlik, enternasyonal bir olgudur
her kalp bu dünyadan yorgun döner iş çıkışları
aklımız hâlâ Adem’in dalda koyduğu elmalarda.
Bir hayali içmek istedim sarındığın dallardan, üzgünüm
toplayıp avucuna dizmek de nasip olmadı yıldızları.
Keynesyen değiliz ama uzun dönemde biz de ölmüş olacağız
yine de; sıkıştırıp cebime kavmimin işlediği tüm günahları
sana gelmek istedim güneşin gözlerine indiği yollardan.
Benzer acılardan geçerek ve acılarımızı
aynı elekten geçirerek düşelim hanemize,
o sahneyi hiç çıkarmayalım bir de dalgın havsalamızdan:
- “Bir genç kız, yaşı on üç
bayramlıklarını beğenmediği için
bir arife günü kendini astı.”
Birer birer terk edip gidiyorlar yoksul hayatlarımızı.
Kayıt Tarihi : 2.2.2016 16:02:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!