Ahmet Türkay/ Bir Sanrıydı Manolya

Seher Duman
19

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

Ahmet Türkay/ Bir Sanrıydı Manolya

Ahmet Turkay: BIR SANRIYDI MANOLYA

Bir Sanrıydı Manolya, Ahmet Türkay’ın beşinci öykü kitabı. Kora Yayın’dan çıktı.

İlk öykü, Kriz Günlerinde İşsizlik. Tüm dünyayı kasıp kavuran küresel ekonomik kriz milyonlarca emekçiyi, işçiyi; üç aşağı, beş yukarı aynı şekilde etkiledi. Yazarın o insanların hepsini bu kısa öyküde konuşturması mümkün değildi! Ama KRİZ GÜNLERİNDE İŞSİZLİK olancasının sözü, hepsinin şikayeti, hepsinin sıkıntısı. Aşağıda da sık sık yazacağım gibi öyküler, ustaca örülmüş olay ağları ve kahramanların bazen yaşamları, bazen de sözleriyle işlenen güncel temalar içeriyor.

KRİZ GÜNLERİNDE İŞSİZLİK, kitabın ilk öyküsü olmakla aynı zamanda önemli bir ‘girizgah’ görevini de üstlenmiş durumdadır. BİR SANRIYDI MANOLYA’nın böylesine planlı olduğunu, son öykü KÜÇÜK KALABALIK TOPLULUK’u okumadan anlayamayabilirsiniz. Öykülerin sıralanışının da aslında yazar tarafından bilinçli ve sistemli olarak yaptığı görülmektedir. İlk ve son öyküler yazarın ideolojisini, ülke ve dünya siyasetine bakışını, emperyalizmin dünya üzerindeki satrancını nasıl da çözdüğünü gözler önüne sermektedir. İlk öykünün bana göre girizgah olarak kullanılmış olması, okura; ‘okuyacağınız öyküler, bu bakış açısı etrafında şekillendirilmiştir’ mesajı vermektedir.

Ve mesajını doğrular nitelikte, krizin insanları ne duruma düşürdüğünü bir çok yönüyle bir çırpıda, öykü kısalığında ama derin ve etkileyici biçimde okuyuveriyorsunuz.

İkinci öykü MERO’da ise terör teması, kurban verilen kocayla, histerik eşinin öyküsü içinde verilmiş. eşine büyük bir aşkla bağlı kadının, eşinin terör örgütü üyesi olduğunu öğrendiğinde tereddütsüz karşı duruş.
Kadınlar barışa daha mı çok inanırlar?
Eşini, çoluğunu, çocuğunu bırakıp, dağa çıkma kararı alan; belki de almak zorunda bırakılan bir adama karşın, yaşamakta olduğu düzenli, rahat sayılabilecek hayatı bir çırpıda gözden çıkararak, tek başına ayakta durma gücünü kendinde bulan cesur bir kadın.
MERO’ya, tutkulu genç bir çifte karşı, terörün zaferi diyebiliriz.

Üçüncü öykü HEP ÖYLE DARGINDI İSTANBUL… Adı geçen gençlerden birinin şair ruhlu olmasından mıdır nedir, bu öyküde imgelerin ve dilin tüm zarafetinin öne çıktığı görülüyor. İstanbul’un betimlenen bölümlerindeki {kalabalığın ışıktan karşıya geçişi, kaldırımlar v.s.} gerçeklik, hayranlık uyandıracak ve imrenilecek; hatta eğer yazan biriyseniz kıskanılacak düzeyde başarılı.
(…)
Gökyüzü duşunu aldı. Mavi atlastan adamlıklarını giydi. Denizin aynasının karşısına geçti. Her zamanki gibi hiçbir eksiği yoktu. Bulutları dinlenceye göndermişti. O yüzden şıkır şıkır, iki dirhem bir çekirdekti. Huzurlu görmeyi umarak bakışını İstanbul’a çevirdi. Oysa, hep öyle dargındı İstanbul. Göğe, denize, rüzgara, güneşe bile küsmüştü. Bakışını, soluğunu, ruhunu kirleten insanoğlunun yaptıklarını doğadan alır gibiydi. Boğaz’ın, Haliç’in yardımlaşarak dokuyup, ayakları dibine serdikleri yeşil, ipeksi halıyı görmüyordu. Pisliği, çaresizliğiyle beton yığınları arasına büzülmüştü. Dokunaklı iç çekmelerle, karıncalar örneği kaynaşan kalabalıklar içinde sanki kendini arıyordu.
(…) /s. 23/

Bu paragraf, öykünün nasıl da bir şiire dönüşebileceğinin önemli kanıtlarından biri. Kaldı ki, yazarın tüm öykülerinde bu tür imgelemlere sıklıkla rastlanıyor.

Bir İstanbul masalı okurken, kendinizi içine sağlamca yerleştirilmiş bir vefa ve dostluk, kriz, çevreye duyarlılık öyküsünde buluyorsunuz. Bilinçli ve sürekli bir gözlemcinin dürbününden duyarlı satırlar. Duyguyu söylerken düşünceyi, düşünceyi söylerken de duyguyu işaret ediyor yazar.

MOLOTOFKOKTEYLİ, birebir yaşanmış bir olayın evin annesine yansıması olarak verilmiş. Hepimizin bildiği şu molotofkokteyli ile patlatılan askeri servis aracında can veren kız çocuğu olayı. Ateş düştüğü yeri yakıyor. Tanrı hiç kimseye kaldıramayacağı kadar yük vermez derler. Bu suskunluğu adaletinin dağılımındaki dengesizlikten olabilir mi?

Burada anneliği tartışmak çok yersiz olur! Evladını kaybetmiş bir annenin hislerini, edalarını büyük bir başarıyla anlatmış yazar. Evin hallerindeki betimlemeler olağanüstü detaylanmış. Çokça örnek vererek öykülerin tılsımını bozmak istemiyorum. Ama bunu sık sık duyacaksınız benden. Betimlemeler olağanüstü başarılı ve kullanılan imgeler şiir tadında.

Ve yine, yeniden terör!

ORHAN USTA, bir dosta vefa öyküsü. İyi tanıdığı ya da gözlemlediği sıradan bir emekçinin ölümü ile biten, kısa ama çarpıcı bir başarı ve beceriyle verilmiş yaşam öyküsü. Kriz bu öyküde de var. Kalp krizi geçirerek ölmekte olan bir emekçinin, (Osman Usta) ölümü nasıl da bir türlü kendine konduramadığının, o anda düşündüğü, yaşadıkları ve hissettiklerinin, iç seslerle zenginleştirilmiş anlatımı.

Yaşama tutunmaya çalışmak ile ölüm eytişiminin becerili, sakin, anbean verildiği dev bir öykü daha. İnsanın en kaçışsız ve amansız ikilemi doğumla ölüm arasında keşke tercih yapma şansımız olsaydı!

Umut düşlemek ölümü yenemiyor.

EVSEME, kısaca köyden kente göç’ün kurban aldığı hayatlardan bir kaçının öyküsü gibi görünse de, aslında yine terör temalı bir öyküdür.

Köyünü şehre taşıyıp varoş olan, hiçbir zaman şehirli olamayan ve köylü de kalamamış, karmaşık bir kimliğe bürünen insanların öyküsü. Çünkü yazarın kendisi de anavatanına göçmen olmuş ve sıkışıp kalmış bir insandır. Kendilerini buldukları ikilem içinde dayatılan kimliği inatla reddedip, geldikleri topraklardaki kültürü yaşamakta ısrarlı ama şehir hayatına da tutunmaya çalışan garip, şaşkın insanların öyküsü. Onlar olmasa da olacak olan kente sonradan, yakışıksız bir yama gibi duruyorlar.

BİR SANRIYDI MANOLYA, yüzümüze bir tokat gibi patlayan Türkçesiyle öykülendirilmiş, doksan yedi depremi. Yine kriz ve insanların en doğal, kaçınılmaz hallerinin büyük bir titizlikle anlatımı. Serdar’ın enkaz altındayken intiharla ilgili yaşadığı ikilem görkemli ve yalın bir anlatımla karşımızda. Küçükçekmece’nin kozmopolit ve varoş yaşamına sağlam göndermeler var. Koca bir sevdayı küçücük bir gecekonduya sığdıran iki yürekli insanın öyküsü.

BENLİĞİMİN ÖTEKİ YARISI, bu öyküde yazarın hayata ve siyasete bakışını diğerlerinden daha belirgin şekilde görüyoruz. Fikrini, benliğini ikiye bölüp karşılaştırarak, pekiştirerek, söyleştirerek duyurması çok ustaca. Usta bir kalem rahatlığıyla yaşamsal birikimi ve deneyiminin doruğa ulaştırdığı bir öykü. Yirmi yıl öncesine kadar, Bulgaristan’da iken yari özler gibi özlediği Türkiye’sini, içerden gözlemlemenin ve yüzleşmenin verdiği olgunlukla yazılmış bir öykü.

İKİ ESKİ KOMŞU, mucizevi Türkiye insanı! Sanat eserlerinin önemli bir işlevi vardır: Tasarlandığı zamanı söylerler. Hangi zamanda tasarlandıkları gelecekte o metinle ilgilenenler için önemlidir. Kalıcı olmalarında da önemli bir etkendir bu. Türkay, bunu tüm öykülerinde fazlasıyla yerine getirmiştir. Duygusal, mekansal ve zamansal gelgitlerle öykülerine heyecan katmıştır. İKİ ESKİ KOMŞU, bir önceki öykünün gücünü pekiştiren bir öyküdür. Halkların nasıl da savaş istemediklerini kuvvetli bir komşuluk ilişkisiyle anlatıyor. Güvende ve barış içinde yaşamak tüm halkların temennisi, umududur.

İÇE AKAN GÖZYAŞLARI, Türkay’ın dili kullanmadaki ustalığı ve bu kitaptaki tüm öykülerde kullandığı iç seslerdeki, zaman ve olay gelgitleri öyküye hareket katıyor. Yine güncel ve tasarlandığı dönemi işaret eden bir öykü. Duygular arası ilişkileri edimlere yükleyerek sağlam bir ironi ve nesnellik yaratıyor.

BİRİNCİ SEÇENEK, kısır bir adamla evli olan kadının buhran ve hezeyanının ikinci ağızdan anlatımı. İç sesini ikinci bir kişinin ağzından vermiş yazar. Kadının gelgitlerini hezeyanlarını ikinci bir kişi, dışarıdan gören biri gibi anlatıyor. Tıpkı BENLİĞİMİN ÖTEKİ YARISI’nda olduğu gibi başarılı bir özeleştiri. Adı geçen ikinci kişinin son sorusu çok çarpıcı: “hani mutluluk sizi hiç bırakmamıştı, hep yanınızdaydı? ”

Gerçeklerle yüzleşmenin, kabullenmeye başlamanın çan sesleri. Her an mutluluğun asla mümkün olamayacağı gerçeği, bunu beklemenin nafileliği ve ‘kendini buna alıştır’ telkini.

KÜÇÜK KALABALIK TOPLULUK, BENLİĞİMİN ÖTEKİ YARISI ile değerlendirilmesi gerekir diye düşünüyorum bu öyküyü. Çünkü Türkay, bu iki öyküde de canından çok sevdiği Türkiye’sinin siyasi ve sosyal durumuyla yüzleşiyor. Ayrılmaz bir bütünün iki önemli parçası olan siyasal ve sosyal yaşamın gözlem sürecini ve sancılarını dillendiriyor. Bu iki öyküdeki adam aslında aynı kişidir.

Yazarın isim vererek öznelleştirip, sınırladığı konuya ben genel bakıp, terör demek istiyorum. Çünkü hangi öbekten gelirse gelsin, terörün amacı ve beklenilen sonuç aynıdır.

Bu son öykü bende bir öyküden çok, anavatanına göçmen olan bir adamın zaman içinde oluşup, yerleşen fikrinin ikinci bir şahıs tarafından anlatılan özeti, iç dökmesi etkisi yaptı. Türkay’ın adamı, dışarıda iken ülkesine beslediği tüm özlemine, sevdasına, kazanmaya ve kaybetmemeye özen gösterdiği tüm değerlerine karşın iki kültür arasında sıkışmaktan kurtulamamıştır. Göçtüğü yerin doğup büyümediği anavatanı olduğu gerçeği, bu kaçınılmaz durumu değiştirmeye yetmemiştir. Kendisi Türkiye’ye göçmeden önce, Sofya’dan geçeceği günü ve saatini ezberlediği Türk treninin ardından, rayların yöresinde Türk yolcuların atmış olma olasılığına karşı kağıt ve gazete parçası arayacak kadar bir Türkiye sevdalısıdır. Ama göçünce, hiçbir şeyin düşlediği gibi olmadığını “büyük kalabalık topluluğun” egemenliğini, ideolojisine sıkı sıkıya bağlı olduğu Atatürk’ten geriye pek de bir şey kalmadığını, emperyalist kapitalizmin günlük yaşamdaki ezici çoğunluğunu, özellikle basın ve internet aracılığıyla iyiden iyiye geçirgenleşen sınırların, nasıl da kültürel bir kaos yarattığını; düşünemeyen, sürüye dönüştürülmüş insanları, AB’ye yaranma ve yamanma çabalarını görünce dehşete kapılmıştır.

Sonuncusu, bir öykü kitabının son öyküsünü değil de, bir romanın sonunu okuyormuşcasına öncekilerle bağıntılı ve tamamlayıcı bir özellik taşıyor. Yaranın dosta iyiden iyiye gösterildiği, bir son sözdür son öykü.

Evet… BİR SANRIYDI MANOLYA’ya genel olarak baktığımda gördüğüm şu: Yazar iki tema seçmiştir: Terör ve ekonomik kriz. Bu iki konuyu birbiri içine öyle başarılı bir şekilde sararak vermiş ki, okuduğunuz her öyküyü sıradan insan öyküleri sanabilirsiniz. Hoş, zaten terör ve kriz sıradan insanı; yurttaşı vurmaktadır ama bu öykülerde dikkat edilmesi gereken şeyler var.

Örneğin; BİRİNCİ SEÇENEK’te krizi, kısır bir adamla evli kadının iç seslerini okurken, onun için hayıflanırken duyumsuyorsunuz. Bunu doğrudan, tema seçtiği konuların açık seçik geçtiği öyküler yazarak da anlatabilirdi yazar. Ama daha çok çeşitlilik ve okunasılık katmak amacıyla, pek de ilgisi yokmuş gibi görünen, başka şeylerden söz edermiş gibi yaparak okuyucuya terörün ve krizin yansımalarını duyurmuştur. Son derece uyarıcı ve doyurucu betimlemelerle, kahramanları, mekanları ve zamanı kavramanıza olanak sağlamaktadır.

BİR SANRIYDI MANOLYA, deyim yerindeyse “dumanı üstünde” bir öykü kitabıdır. Yazar, öykülerini, yazıldığı devre, devrini de öykülerine çok başarılı bir şekilde sararak vermiştir. Hiçbir öykü diğerinden bağımsız değil. Çünkü tema önceden belirlenmiş ve her birinin içine özenle yerleştirilmiş olduğu için, aynı mahallede yaşayan kriz ve terör mağdurlarını okuyor gibi oluyorsunuz.

Genel olarak baktığımızda, kitabın temel temasını ekonomik kriz ve terör oluşturuyor. Ama ilk öykü, BENLİĞİMİN ÖTEKİ YARISI ve KÜÇÜK KALABALIK TOPLULUK isimli öyküler bana, birbiriyle oldukça iç içe geçmiş, birbirini tamamlayan öyküler olduğunu düşündürdü. Farklı konular içine sarılmış ortak bir temaları, aynılıkları var.

Türkay’ın olağanüstü başarılı bulduğum Türkçesini anmadan geçmem mümkün değil. Bana bizzat anlattığı, yukarıda söz ettiğim Türkiye trenlerinin ardından kağıt parçaları arama öyküsünden çok etkilenmiştim. Özellikle bu kitapta kendisinin artık o büyük sevdasına, özlemine kavuştuğunu ve deliler gibi sarıldığını gördüm. Öyle bir sarılış, öyle bir muhabbet ki, bu yakınlaşmadan BİR SANRIDIR MANOLYA’nın mükemmel dili doğmuş. Her sözcüğü tek tek araştırdığından hiç şüphem yok. Bana bulunduğu “ bir paragrafta aynı sözcüğü iki kez tekrarlarsan, fazla sözcük bilmiyorsun demektir! ” önerisinde, kendisinin de ne denli kılı kırk yardığını hayranlıkla görmekteyim.

Duygusal yoğunlukları düpedüz nesnelleştirerek veriyor. Türkçede çok sık kullanmadığımız sözcükleri ısrarla, inatla gözümüze sokuyor. İnsanın, “Ahmet Türkay iyi ki vatan özlemi çekmiş, eğer öyle olmasaydı, belki de şu an dilini bu kadar görkemli kullanabilen bir yazar olmayacaktı” diyesi geliyor.

Önceki kitaplarında yoğun olarak işlediği göçmen ve Bulgaristan öykülerini aşarak İstanbul’u anlatmaya başlamış bu kitabında. Daha önce söz ettiğim HEP ÖYLE DARGINDI İSTANBUL ve diğer tüm öykülerine mekan olarak seçtiği İstanbul’u yazacak kadar İstanbulludur artık yazar.

Aslında tüm kitap için aynı şey geçerli demek daha doğru olur. “dosta yarasını gösterir gibi” bir iç dökmeyi, şikayet etmeyi andırıyor. Diğerlerinin aksine Türkay, bu kitapta, artık Türkiye’li bir yazar olarak karşımıza çıkıyor. Terör ve küresel ekonomik krizin analiz edildiği, yurda yansımalarının basit ama vurucu emekçi öyküleriyle verildiği bir kitap.

Öykülerin tümünde İstanbul’da, özellikle de Küçükçekmece’de cereyan eden olaylardan söz ediyor. Tam da geleceğe kalacak şekilde zamanını ve mekanını, yazarın duygu ve düşüncelerini veren çok sağlam, oturaklı, yerli yerinde bir kitap. Yazarın, sonraki kitabında bunu nasıl aşacağını merakla bekliyorum.

Seher Duman
Kayıt Tarihi : 4.7.2011 00:31:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Bu çalışmamın kısaltıp, üç sayfaya düşürdüğüm kısmı KAR Dergisi'nin nisan-mayıs sayısında yayımlanmıştır. Yukarıdaki metnin tamamıdır.

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Talat Karabuğa
    Talat Karabuğa

    yüreğine kalemine sağlık hocam

    Cevap Yaz
  • Türkiye Cumhuriyeti Yukselakcum
    Türkiye Cumhuriyeti Yukselakcum

    çok uzun zaman geçmiş sayfanıza gelmiyeli merhaba

    Cevap Yaz
  • Dolunay Zamanı
    Dolunay Zamanı

    O dergiyi okumayı çok isterdim. Keyifle okudum. Sizi kutlarım.

    Cevap Yaz
  • Necdet Arslan
    Necdet Arslan


    Çok yönlü açılımlar..Varsıl içerikler...
    İlgiyle okudum.Çok beğendim.

    Kutluyorum Efendim.
    Erdemle.Işıkla.

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (4)

Seher Duman