Işık hüzmesi,
Karanlığın içindeki,
Koyu gecenin sebebi gibi.
Uykunun açıklığı,
Karanlığın kırgınlığı,
Ve kelimelerin anlamsızlığı.
Yalanmış sana dediğim elvedalar,
Anladım hep ıssız geceler ağlayarak.
Kaldır başını bak kuşlar nasıl uçarlar,
Kandırdım, gözlerimin içine bak.
Kan ama olur mu bana hep sen?
Kalabalığın içinde bin yıllık hengame,
Eller dizlere gide gele ah vah ediyor.
Gözyaşları dökülmese de hiç kaleme,
Bu hüzün binbir şiire yetiyor.
Önü geniş arkası dar tahta bir at,
Gökler kadar karanlıktı o gece,
Kuşlar yuvalarında güneşi bekliyordu.
O eski hala çözülemeyen bilmece,
Sessizce güneş nerde diye sordu.
Karanlık gökler haykırdı şurada diye,
Seni sevmek suyu tutmak gibiydi,
Ben tuttum, sen kaydın.
Tıpkı özlediğim günler gibi,
Ömrümün şubatlarından bir aydın.
Sevgim birikse yine sana,
Tam karşımda birkaç ışık,
Yanında dipdiri bir ağaç.
Bu tanınmaz yalnızlık,
Hep bana, hep bana aç.
Uzun mu uzun beton avlu,
Adım adım peşimde hayaletin,
Adım adım senden bin bir hal.
Kim diyebilir ki gecelerce yetin,
Kalbim görünce senden bir hayal.
Sevgiliye yazılmış bütün mektuplar,
Sessizlik duyuldu önce usulca,
Ardından da korkunç bir ses.
Kalınca adam, bin bir yük altında,
Yetmedi, ses etmeye nefes.
Ancak kömürlerin altındaki elması,
Yaz sessizliğine açacak bir kış gecesi,
Biz karanlığı ve bir bilinmezi izliyorduk...
Sessizliği dinlemeyi seven nasipsiz romantikler,
Ağaçlar arasında uykuya dalmamış baykuşlar,
Geceleri uyuyamayan ay ışığı,
Ve gece,
*Bu dili herkes anlamaz,
Bu dil, Halepçe! *
Gözlerini açtıkları ilk anda,
Gecenin hüznünü atar atmaz,
Mutfağa koşmuştu halepçedeki herkes.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!